Demokratik Özerklik

Kürt hareketinin son talebi bu. Öcalan tarafından ortaya atılan bir model.

Ancak içeriğinin halen tam olarak dile getirildiği söylenemez. Öcalan etnik ve bölgesel bir yönetim tarzı olmadığını ileri sürse de, idari yapılanma boyutuyla küçük ya da büyük bir bölgeyi temel aldığı ortada.

Demokratik Özerklik denilen siyasal yönetim biçimi, aslında, uluslar arası literatürde devolusyon denilen desantralizasyon (yerelleştirme) biçimidir. Desantralizasyonun, özelleştirmeden önceki en ileri ve olgun aşamasıdır.

Desantralizasyon, yani yönetimde yetki ve sorumlulukların, değişik yöntemlerle, merkez dışı birimlere aktarılması süreci, Dünya Bankası ve AB tarafından neredeyse 20 yıldır Kamu Yönetimi Reformu adı altında Türkiye’ye acilen ve önemle önerilmektedir.

Uluslar arası sermayenin bu dönüşümden büyük beklentileri vardır. Kapitalist de olsa, 20. yüzyılın başının karakteristiklerini taşıyan ulus devlet mekanizmalarının (gümrük duvarları gibi) sermayenin uluslar arası hareketine çıkardığı engeller, emperyalist güçleri, merkezi mekanizmaları zayıflatacak ya da by-pass edecek arayışlara yöneltmiştir.

Bu müdahaleyi meşru kılmak açısından kullanılan temel argümanlar demokratikleşme ve verimliliktir. Merkezi devlet yapısının bireylerin ve çevredeki birimlerin etkilerine yeterince açık olmadığı saptaması demokratikleşme, merkezin hantal yapısının karar alma süreçlerini yavaşlattığı tezi de verimlilik söylemleriyle yerelleştirmenin popülarite kazanmasına hizmet etmiştir.

Devolusyon ise, merkezin elindeki yetki ve sorumlulukların değişik derecelerde ve içeriği de değişebilmek koşuluyla sınırları belirli bir bölgeye, ile, ilçeye, kısacası yerel idari bir birime devredilmesi anlamına gelmektedir.

İşte Demokratik Özerklik önerisi açısından söz konusu olan belirsizlik de buradadır. Yetki devrinin bölgesel yönetime yapılacağı, bölge içinde illerin ölçek alınacağı aşağı yukarı kesindir. Belli olmayan Kürt hareketinin hangi konularda yetki ve sorumluluk talep ettiğidir.

Devolusyonun en radikal biçimi finansal konularda yetki ve sorumluluk devridir. Demokratik Özerklik önerisi daha çok ana dilde eğitim ve yerel sorunlarda yetkili ayrı bir parlamento noktalarında şekillense de ucunun finansal yetkileri de içerecek tam devolusyon noktasına kadar ulaşacağını düşünmek hatalı olmayacaktır. Daha da önemlisi uluslar arası sermaye açısından esas önemlisi finansal karar gücünün desantralize edilmesidir.

Kanımca Kürt hareketi AKP’nin Kürt Açılımının yarattığı sarsıntının olanaklarını da kullanarak şimdi nabız yoklamaktadır. Neresi olanaklı olursa önce oraya demirlenecek, sonra da daha uygun limanlara göz dikilecektir.

Önemli olan şey şudur: Bütün konuşulanlar tam tamına kapitalist yeni yönetim modelleriyle çakışmaktadır. Sınıf temelli bakıldığında, bu modelin hiçbir muhalif yönü bulunmamaktadır.

* * *

Burada dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır:

Öncelikle yetki devri ile demokratikleşme, her zaman, birbirlerini tamamlayan, besleyen kanallar değildir. Önemli olan yetki devrinin hangi genel siyasal bağlam içinde gerçekleştirildiğidir. Şurası ise kesindir: Kapitalist sistem içindeki desantralizasyon her zaman, desantralize edilen daha küçük güç odakları karşısında tekelci sermayeye ve emperyalist güçlere avantaj sağlar.

İkincisi şudur: Kimin ne söyleyip, istediğinden tamamen bağımsız olarak, üstelik devolusyon düzeyinde bir desantralizasyon söz konusu ise, kapitalist üretim ilişkilerinde desantralizasyonun kesin sonucu iktisadi ve toplumsal eşitsizliklerin artışı ve bölgelerin birlikte yaşama iradesi açısından birbirlerinden kopuşudur. Bir de bizim örneğimizde devolusyon öznesi olan bölgenin kesin etnik bir kimliği vardır.

Türkiye kapitalizmi nesnelliğinde idari ve finansal yetkilerin Kürt illerine devredilmesi er ya da geç bölünmeyle sonuçlanacaktır. Bana kalırsa Demokratik Özerklik önerisinin arkasında zaten böyle bir beklenti vardır ve cin fikirli niyetlerden bağımsız olarak Kürt hareketinin nesnel dinamikleri nedeniyle bu durum açık edilememektedir.

Bunun nedeni, Kürt hareketinin sınıfsal bileşiminin gayet heterojen yapısıdır.

Benim bütün bu süreçle ilgili temel kaygım ise, uzun süredir dile getirmekte olduğum gibi, kopuşma sürecinin her iki tarafta büyük düşmanlıklar üreterek çürüme şeklinde yaşanacağını ve sonuçta da birbirine düşman iki faşist ve emperyalizmin kucağında devletin ortaya çıkacağını düşünüyor olmamla ilişkilidir.

Kapitalist üretim ilişkileri zemininde bölgesel (ve üstelik) etnik temelli devolusyonun düşmanlıklarla gelişen kopmayla sonuçlanmamasının tek koşulu ülkenin emperyalist bir ülke olmasıdır. Ancak bu koşulda, çevre ülkelerden devşirilen artık değer içeride halk sınıflarına rüşvet olarak kullanıldığında, özerk bölgeler aynı çatı altında yaşayabilirler.

Halkların kültürel ve sosyal haklarını, ana dillerini iktisadi eşitlik temelinde kullanabilecekleri tek model sosyalizmdir. Ve esasen Sovyetler Birliği’nin örgütlenme yapısı bu bakımdan güncel bir örnektir.

O nedenle özerkliğin demokratiğini isteyenlere, soracağımız ilk soru şudur: Hangi demokrasi, burjuva demokrasisi mi, sosyalist demokrasi mi ?