Cumhuriyetçilerden Birisini Değil, Farklı Bir Bağlamı İşaret Ediyoruz

Taraflar için hangi sıfatların kullanıldığı önemli değil: Birinci ve İkinci Cumhuriyetçiler, laikçiler ve dinciler, Cumhuriyetçiler ve gericiler değişmez. 1920-1923 kuruluş döneminde aralarındaki hesap kapanmamış iki taraftan söz ediyoruz.

Şu anda İkinci Cumhuriyetçiler, ABD-AKP ekseni üzerinden öçlerini alıyorlar.

Öçlerini alıyorlar, ancak esas olarak kendi cumhuriyetlerini kuruyorlar. Özellikle 2007 seçimlerinden sonra belirginleştiği üzere, yaşananlar, yalnızca bu iki kesim arasındaki bir savaş değildir. Söz konusu olan, cumhuriyetin, burjuva düzeninin, rejimin, iktisadi-siyasal nesnelliği ve toplumsal içeriği itibariyle topyekun tarzda yeniden şekillendirilmesidir. Bu o denli kapsayıcı ve derin bir müdahaledir ki, bir yeniden kuruluş olarak da tanımlanabilir.

O nedenle: Olup bitenlere “yesinler birbirlerini”, “bakalım sonunda kim galip gelecek” rahatlığıyla yaklaşmak, bu ülkede siyaset yapmak istememek anlamına gelir.

* * *

Yürütülen operasyon askerlerin, kontrgerillacıların, işkencecilerin, derin devletin tasfiyesi değildir. Bunun kanıtlarından birisi Engin Ceber'i herkesin önünde döverek öldürenlerin suçsuz bulunmasıdır. Tasfiye edilenlerin içinde kontrgerillacı, vb aktörler vardır. Ancak bu olgu, solun, kendi işkencecilerinin içeriye tıkılmasından memnuniyet duymasını sağlayamaz. Çünkü arka planda yukarıda sözünü ettiğimiz büyük plan vardır.

Bakın, bu dinci, gerici ekip, sekiz yıl gibi kısa bir zaman içinde, Türkiye'de sol olarak bilinen bütün değerlerin gerçek sahibinin kendisi olduğu türünden bir yanılsama yarattı bağımsızlık kavramını anlamsızlaştırarak yerine dünyaya açılmak, dünyayla bütünleşmek gibilerini koydu devletçiliğin ve kamuculuğun halk sınıfları açısından ne kadar vazgeçilmez olduğu ancak TEKEL işçileriyle hatırlanabildi girişimcilik, halkçılık ve dayanışmacılık gibi değerlerin yerini alarak ortaya züppe bir gençlik çıkardı en gerici taleplerin savunulması özgürlük mücadelesi diye topluma yedirildi. Dünyaya açılmak, büyük güçlerin iradesine karşı hiçbir şey yapılamayacağı türünden bir mandacılığı ifade ediyor ve buna ses çıkarılmıyor.

Eskiden faşizm denilince akla askeri kıtalar gelirdi. Şimdi, bu İslami faşizmi cemaatler eliyle yerleştiriyorlar. Askeri kıtaların yerini, sivil kitlesel bir güç devralıyor.

Birinci ve İkinci Cumhuriyetçiler arasındaki savaşın anlamı budur.

* * *

Dikkat: Bunları söylemek bu iki taraf arasından Birinciler yanında saf tutulduğu ve/veya tutulması gerektiğinin savunulduğu anlamına gelmez.

Söylediklerimin içinde bir siyasal olgu, bir de tez var. Siyasal olgu şudur: Türkiye Cumhuriyeti geçen yüzyılın başında çok özel bir coğrafyaya doğdu. Anadolu'nun burjuva düzeni İngiliz emperyalizminin kovulmasıyla kurulabildi. Komşusu olan sosyalist cumhuriyet, bu gecikmiş burjuva devrimine, olabileceğinden daha sol bir karakter kazandırdı. Halkçılık, bağımsızlık, devletçilik, laiklik gibi siyasal değerler böyle ortaya çıktı. Bunlar ülkemizdeki sosyalist mücadele açısından da işin a, b, c'sidir.

Şu da tezdir: Türkiye burjuva devriminin üzerinde hep eğreti duran bu siyasal değerlerin gerçek kimliğine kavuşturulması ancak sosyalist bir cumhuriyette olanaklı olabilir ve daha da ötesinde bu ilkeleri, farklı bir bağlamda (antikapitalist) yeniden kurmak ve birinci Cumhuriyetçilerin elinden iğfal edilmekten kurtarmak olanaklıdır.

Kısacası, gericiler ile laikçiler arasındaki savaş ortamında göndermede bulunulan siyasal değerler nedeniyle, savaşan taraflarından birisini savunmak değil, bu değerleri antikapitalist ve antiemperyalist bir bağlama taşımak gerekir.
Bu yapılabilirse, bu ilkelerin oluştuğu tarihsel süreçte siyasal kimliği belirlenmiş geniş kitlelerle temas etmek de olanaklı olabilir.

Unutmamak gerekir ki, Birinci Cumhuriyetçi kesimin sınıfsal karakteri homojen değildir. Yerel seçimlerde CHP'nin “oy patlaması” yaşadığı bölgeler İstanbul'un emekçi mahalleleriydi.

* * *

Emekçi sınıfları toplumsal kurtuluş mücadelesinde örgütlemek için, az önce sözünü ettiğim farklı bağlamda yeni bir bütünlük kurmak gerekir. Bu bütünlük için başlangıç noktası dar sınıfsal sorunlar olabilir. Sınıf kendi sorunları üzerinden kendi kimliğini hatırlayabilir. Sol buradan sınıfsal hareket olanağı yakalayabilir.

Ancak, sol, ülkemizdeki gericileşmeyi, işbirlikçiliği görmezden gelemez, bu gericilik ve işbirlikçilikle hesaplaşmadan siyaset üretemez ve işçi sınıfını kurtuluş mücadelesine örgütleyemez.

Hele hele bizim ülkemiz gibi bir coğrafyada, Kürt sorunu, laiklik meselesi, ABD ile ilişkiler ve AB üyeliği bütün toplumsal katmanları bu denli meşgul etmişse.