'Çözüm masasına', 'barış sürecine' neden uzağız

Sanılıyor ki sokağa çıkma yasağı olan illerdeki drama karşı kalbimiz nasırlı, gözlerimiz kuru, gündemin acil başlıklarına ilgisiziz, oturduğumuz yerde eşelenip, deşelenip teori kuruyoruz.

Yanlış değerlendiriliyor, taraflı yaklaşılıyor, düşüncelerin içeriğini görmemek konusunda neredeyse bilinçli bir tercih söz konusu.

Neyin çözümü ve ne için barış ?

Bu soru sıklıkla gözden kaçırılıyor. Kimi kez Kürt hareketi, özellikle de, insani gerekçelerle ve “acilen bir şeyler yapılmalı” kaygısıyla “çözüm” ve “barış”a angaje olanlar tarafından.

Oysa soru önemli. Daha da ötesi, Kürt sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin genel bir perspektifin içinde ele alınması gerekiyor ve bu tür bir perspektif olmadığında da ilişkili olduğu her şeyi bir anda anlamsızlaştırma potansiyeli taşıyor.

Açık ki, “bir an önce ateşkes ilan edilsin, silahlar sussun” talebi, “çözüm masası” kurulsun diye gündeme getiriliyor. Tekrarlayalım: “Çözüm masası”nda ne görüşülecek, neyin pazarlığı yapılacak ? Şimdiye kadar ne için, ne amaçla kullanıldı. Hiç bir şey değişmedi, ortalık hala kan gölü ama, daha bu basit sorulara yanıt verme tenezzülünde bulunulmuş değil.

Bu soruların sorulması, silahların susmasının istenmediği anlamına gelmez. Bağırıyoruz, silahlar sussun, sokağa çıkma yasağı kaldırılsın.

Ancak yaşanılan olayların ulaştığı karmaşa düzeyi, savaşan tarafların konumlanışları, Kürt sorununun uluslararasılaşma boyutu gibi değişkenler nedeniyle, artık silahların kesintisiz susmasının hiç olanaklı olmayacağı neredeyse kesin. Sustuğunda ise, bu fasıla, yalnızca yeniden kullanılmasına zemin hazırlayacak, yalnızca tarafların yeni bir savaş için toparlanmalarına fırsat tanıyacak ya da en “iyi” ihtimalle yalnızca emperyalistlerin Türkiye’ye “gelecek”  biçecekleri hazırlık döneminin başlangıcını oluşturacak bir nefeslenme arasının verilmiş olduğu anlamına gelecek.

Tekrar edelim: Masada ne çözülecek ? Bu soru, maalesef, savaşı, ölümleri, yerlerini yurtlarını boşaltmak zorunda kalmış on binlerce insanın acısını, nesnel olarak tamamen önemsizleştiren hayati bir öneme sahip.

Bunun nedeni “çözüm masası”nda, “barış süreci”nde, sorunun esas nedeninin hiçbir zaman ele alınmamış, bundan sonra da alınmayacak olmasıdır. “Masa”da da, “süreç”te de ne kapitalizmin, ne de emperyalizmin adı geçiyor. Tersine o “masa”da emperyalizmden çare bekleniyor.

Sorunun sınıfsal özüne ilişilmediği sürece “barış” demek, apaçık biçimde, halkların zararına olacak bir “çözüm” seçeneğine destek vermek anlamına geliyor. Milyon kez de yinelense, bu yolda on binlerce insan da ölecek olsa tamamen anlamsızdır. Yalnızca sorunu emperyalistlerin kucağına atmaya, oradan çare bekleyen bir yanılsamanın çoğalmasına yarar. ABD’de, sonra Rusya’da neyin zemini aranıyor ?

Kürt hareketi açısından “çözüm”, “özerklik”

Burası net. Peki insani gerekçelerle “barış” talebinde bulunanların, çatışmalar durdurulsun diye “sokağa çıkalım” diyenlerin istediği bu mu ?

“Özerklik” denilen projenin ne anlama geldiğini, neye mal olacağını hep yazıyorum. Emperyalist bir proje. 1990’lardan beri emperyalistler tarafından sermaye akışkanlığını kolaylaştırmak maksadıyla, daha küçük ölçekli yönetim birimleri üzerinde güçlü biçimde tahakküm kurmak üzere planlanıyor.

Özerklik deneyimleri, Avrupa coğrafyasında bile ekonomik planlamada, koordinasyonda önemli sorunlar yaratıyor. Bu tür sorunlar etnik zeminli gerilimleri daha da büyütüyor.

Türkiye’de kimlik siyaseti ve “özerklik” politikası var olan bütün etnik duyarlılıkları kaşıyor. Türk tarafı “bölünme” geninin kibriyle, Kürt tarafı “kabul etmezseniz ayrılığız” restiyle, birbirlerinden uzaklaşıyorlar.

Silahlar sussun. Kesin. Ancak silahlar sustuktan sonra (nasıl olacaksa) emperyalistlerin kurduğu masada, Türkiye kapitalist rejimini veri alan pazarlıklar yapılacaksa, bilinsin ki silahlar daha çok acı kusacak. Türkiye daha acıların gerçeğini yaşamadı. Merak eden Yugoslavya’ya bakabilir.

Kürt hareketi bunu hep yapıyor

Bizim Kürt hareketinin “barış” sürecinin desteklenmesi yönündeki çağrılarına ses vermiyor oluşumuz, gündemimizde bu sorunun bulunmadığı anlamına gelmiyor. Böyle düşünülmesi çok tipik Aristo mantığıdır, metafizik bakıştır: Ya o, ya bu.

Hayır ikisi de değil ve başka bir yol, seçenek, tercih mevcut. Bu yolu genel olarak bütün sosyalizm deneyimleri ve Marksizm’in teorik birikimi aydınlatıyor.

Ancak Kürt hareketi hep yaptığını bugün de yapıyor: Haklılığının kanıtı olarak gücünü gösteriyor. Oysa böyle değil. Doğruluk ve haklılığın göstergesi güç olsaydı…

Ayrıca Kürt hareketi, Kürt halkının çektiği acılar üzerinden solu kendisine mecbur kılmaya yönelik bir tutumu da özellikle işliyor. Acıları dikkate alırız, ancak tutum belirlemek konusunda belirleyici kabul edemeyiz, duygusal davranamayız. Aksi, sosyoekonomik formasyonun belirleyiciliğini, iktisat/siyaset nesnelliğini, tarih-toplum gerçekliğini görmezden gelen, bilim dışı bir idealizm olur. Böyle bir idealist zeminde, canını feda edecek “devrimcilik”ler çıkabilir, ama toplumsal sorunları çözecek devrimci teori ve pratik üretilemez.

O nedenle

Türkiye’de sosyalist sol kendi bağımsız örgütsel hattını koruyarak, bilimsel diyalektik-materyalist aklıyla kendisini kurmak ve gündeme öyle müdahale etmek zorunda. MHP ve CHP’nin yaşananlara dair herhangi bir fikri olmadığı, AKP ile Kürt hareketi ise zaten kendi çizgilerinde savaşmakta oldukları için, Türkiye sosyalist sola mecbur. Çaresizlikle başka kanallara bağlanmak yalnızca sorunu çözümsüzleştirmeye, emperyalistlere havale etmeye yarıyor.