Başbakanın hayali

Başbakan İstanbul’da bir özel hastane kompleksinin açılışını yaparken kamu-özel ortaklığı (KÖO) projesinin 40 yıllık hayali olduğunu açıkladı.

Bu hayalin yürütmesi TTB’nin açtığı dava sonucunda Danıştayca Anayasa’ya ve kamu yararına aykırılık görülerek durduruldu. Yargının neredeyse tamamen AKP’nin eline geçtiği bu ortamda böyle bir kararın çıkmış olması, ortada bir tersliğin olduğunu göstermeli.

* * *

Terslik aslında KÖO denilen projenin halk sağlığıyla arasındaki açıda bulunuyor.

KÖO binlerce yataklı dev hastane komplekslerini ifade eder. AKP’nin Amerikancılığı sağlıkta da kendisini gösteriyor: Sağlık denilince hastaneyi, hastane denilince özel sektörü, gösterişi, her şeyin büyüğünü anlıyor.

KÖO’da, kompleksin üzerine inşa edileceği araziyi devlet veriyor ve proje için ihale açılıyor. İhaleyi kazanan şirket arazi üzerine hastane binalarını, otelleri, alış veriş merkezlerini, otoparkları inşa ediyor, bitirince de kiraya veriyor: Hastaneleri Sağlık Bakanlığı’na, diğerlerini de isteyene. İhaleyi alan şirket bu hakkı 25-50 yıllık süre için kazanmış oluyor. Süre bitiminde kiralama ilişkisinin süresi uzatılabiliyor.

Bu haliyle bu iş bir tür yap-işlet-devret modeli oluyor, tam adıyla yap-kirala-devret olarak anılıyor ve bir özelleştirme politikasına denk geliyor. Kamu sektöründeki verimsizliğin özel sektörün desteğiyle aşılacağı yalanıyla gerekçelendiriliyor.

Tamamlanan ihaleler için yapılan hesaplara göre şirketin birkaç yıllık kira geliri, ihale ve inşaat masraflarını amorti etmeye yetiyor. Örneğin Manisa’daki bir KÖO ihalesinin 120 milyon TL ile sonlandırıldığı ve proje bitiminde Sağlık Bakanlığı’nın ihaleyi alan şirkete hastane binaları için 60 milyon TL yıllık kira bedeli ödeyeceği belirtiliyor. Devletin şirkete ödeyeceği bu para ile binlerce yataklı hastaneleri hizmete sokması olanaklı görünüyor. Türkiye’de kimilerinin ihale aşamaları da tamamlanmış 47 tane KÖO projesi bulunuyor. Projeler tamamlandığında Sağlık Bakanlığı’nın bunların tümünün kira bedellerini sınırlı bütçesiyle nasıl ödeyeceği de soru işareti oluşturuyor.

Burada mutlaka sorulması gereken birinci soru şudur: Devlet bu denli kârlı bir işi (onbinlerce yataklı hastane işletmeciliği), yapacaksa bile, neden kendisi yapmıyor ?

İkinci soru ise şudur: Türkiye’de halkın sağlık sorunlarının çözümü hastenecilik sektörünün devasa boyutlara şişirilmesiyle mi olanaklı olacaktır ?

* * *

AKP hükümeti sağlık politikası olarak sağlığı korumayı değil, tedaviyi sağlık bilincini geliştirmeyi değil, ilaç, teknoloji ve hekim tüketimini artırmayı kamucu sağlık hizmetini değil, özelleştirmeyi benimsemiştir.

Bunlara ilişkin verileri daha önce de paylaşmıştım. Bakanlık tarafından yeni yayımlanan 2011 istatistik yıllığı vahametin sürdüğünü gösteriyor:

2002’de 699 milyon kutu olan toplam ilaç tüketimi 2011’de 1700 milyon kutuya çıktı. Toplam ilaç tüketimi ise aynı yıllar için 13490 ve 15958 milyon TL olarak gerçekleşti.

2002’de bir pratisyen hekim 4157 hasta muayene ederken bu sayı 2011’de 10873’e fırladı. Uzman hekimlerde ise sayı 6186’dan, 8029’a çıktı. Sağlık Bakanı hekimlerin üzerindeki bu iş yükünü yüksek performans olarak değerlendiriyor. Oysa, bırakalım hekimlerin üzerindeki iş yükünün katlanılamaz boyutlara ulaştığı gerçeğini bir yana, bu gelişme bir uzman hekimin bile (hiç başka bir iş yapmadan ve her gün sekiz saat kesintisiz yalnızca hasta muayene ederek) bir hastayı muayene etmek için ancak 14 dakika ayırabildiğini gösterir. Performans denilen şey hasta başına ayrılabilen zamanın giderek sınırlanması ve hizmet kalitesinin düşmesidir.

Devam edelim:

2002’de Bakanlık kurumlarındaki taşeron işçilerin toplam sağlık çalışanına oranı %4,5 idi, 2011’de %33,5 oldu.

2005’te hastanelerin %23,4’ü özeldi, oran 2011’de %34,6’ya yükseldi. Özel hastanelerde muayene edilen hasta oranı aynı yıllar için %4,6 ve %15,8 olarak gerçekleşti.

Bugün Sağlık Bakanlığı hastanelerinde bir milyon kişiye düşen MR cihazı sayısı 3,7 iken, özel hastanelerde 5,7’dir ve özel hastane sayısı devlet hastanesi sayısının ancak yarısı kadar.

* * *

Durum böyleyken Başbakanın çok daha ileri boyutlu özelleştirme anlamına gelen KÖO projesinden söz etmesi, Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına ilişkin rahatsızlığını dile getirmesi, özelleştirme politikasının boyutlarının artırılarak sürdürüleceği yönündeki niyet beyanı olarak okunmalıdır: Daha çok gereksiz tedavi, gereksiz ilaç, gereksiz tetkik, daha çok hekim tüketimi.

* * *

Ancak bu gelişmelerin ortaya çıkardığı bir başka gerilim daha mevcut: Bütün bunlar sağlık harcamalarındaki artış ivmesinin yükselmesi anlamına da geliyor. Bugün SGK ile hükümet arasındaki sürtüşmenin temel nedeni budur.

Başbakanın hayali kamu eliyle özel sektöre rant aktarımıdır. Bu mekanizma içinde özel aktörler, ilaç ve teknoloji tekelleri büyük paralar kazanırken, kamu maliyesi karşılayamayacağı bir yükü sırtlanmak zorunda kalıyor.

SGK sürekli olarak bu yükün sürdürülemezliği noktasına işaret ederek, sağlık güvence paketinin küçültülmesi gerekliliğini dile getiriyor, hükümet ise (en azından şimdilik) hem özel sağlık şirketlerine rant aktarmak hem de popülist politikaları sürdürmek adına bu uyarılara kulak vermiyor.

Ancak sağlık harcamalarında ortaya konulan son veriler sıkıntının büyüdüğüne de işaret ediyor:

Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü 2011 yılı toplam sağlık harcamasını 76 milyar TL olarak verdi. Bu miktar 2002’de yalnızca 19 ve 2008’de de 58 milyar TL idi.

Sağlık harcamalarındaki yıllık artış oranı 1995-2002 arasında %17.3 iken, 2002-2011 arasında %33,3’e yükseldi.

AKP’nin iktidarda olduğu dönemde ekonominin yıllık büyüme hızı %4-5 civarındayken bu artış korkunçtur. Kamu kaynaklarıyla finans edilebilirliği yoktur. Zaten bu nedenle kamu sigortasına ek olarak tamamlayıcı sigortadan söz ederek herkesi ikinci bir sigorta primi ödemeye mecbur bırakmaya çalışıyorlar.

Başbakanın hayali özel sektöre çok para kazandırır, ancak halk ve sağlık kaybeder.

Bu kadar anormal tüketim ve harcamanın sağlık göstergelerine ne kadar yansıyabildiği konusu ise Türkiye’nin sağlıktaki makroekonomik verimliliği bahsine girer. Bu konuda da bundan önceki son sağlık yazımda (Halkın Sağlık Hizmetinden Memnuniyeti Ne İfade Eder?) kimi veriler sunmuştum. Ancak durumu yenileriyle bir kez daha analiz etmek gerekiyor.

İleride bunu da yaparız.