'Barış' değil, eşitlik ve aydınlanma mücadelesi

Barış vazgeçilmez. Ancak başına gelenler pişmiş tavuğunkine gelmedi.

Yıllarca “çözüm süreci” diye yatıp kalkanlar, bu retoriğe kapılıp kapalı kapılar ardında istihbarat servisleriyle nelerin pazarlığının yapıldığını sorgulamayı akıl etmeyenler, “barış” diye bu kavramı istediği gibi kullananların peşine takılanlar, son yaşananlardan sonra umarım daha rasyonel düşünme gereği hissediyorlardır.

Boş bir süreçti “barış”

Süreçten hiçbir sonuç çıkmayacağı belliydi.

AKP Kürt hareketini oyalamaya, yedeklemeye çalışıyordu.

Aklındaki, Ortadoğu’da, Sünni eksenli bir etki alanı, hegemonya bölgeleri, kontrol ettiği liderler yaratabilmekti.

Suriye iç savaşına yaklaşımı da aynı eksenliydi.

İslam projesi için içerisinin tahkim ve Kürt sorununun “stabilize” edilmesi şarttı.

Kürt sorununda da takiyye.

Kürtlerin istediklerinin, örneğin ana dilde eğitim hakkının verilmesi, yalnızca, önü alınamayacak bir “özerkleşme” ve giderek parçalanma sürecinin tetiklenmesine yarayacaktı.

İçeride “çözüm”ün Kürtlerin istediği biçimde tesis edilmesi ile AKP’nin dışarıya yönelik mezhebi büyüme planları arasında kan uyuşmazlığı vardı.

Bunu en iyi kavrayan AKP’ydi. O nedenle Kürt hareketini oyalamalıydı.

Planlar tutmayınca klasik devlet politikasına döndü: Savaş.

Ya Kürt hareketi tamamen bitirilecek ya da AKP bitecek. Bu ikilem, PKK’nin Kürtlerle olan organik ilişkisi nedeniyle, Kürtlerin bitirilmesi noktasına kilitleniyor.

Yine aynı bağlam nedeniyle Suriye’deki Kürt devletleşmesi AKP’nin büyüme planlarına son noktayı koyuyor. PYD gerçekliği hem AKP’nin Türkiye sınırlarını aşmasını engelliyor, hem de içeride belirleyici etki gösteriyor, AKP’nin elinde kalana da göz diken sonuçlar üretiyor.

AKP’nin saçtığı şiddet, içine düştüğü dehşettendir.

Kürt hareketinin beklentileri gerçek dışıydı

Kürt hareketi “çözüm” sürecinde AKP’den büyük beklentiler içindeydi. Öcalan küçük dağları ben yarattım havasındaydı. AKP’nin gerçek niyetini okuyamıyordu.

Şimdi gerçekliğin ontolojisi acımasız biçimde tecelli ediyor.

“Beni bu şekilde çözemezsiniz, tam tersine ikinizi de kilitlerim” diyor.

“Barış” sözcüğü o nedenle tamamen bir retorik. Kızılay’da patlatılan bomba yüklü bir araç, Kürt yerleşimlerinin yerle bir edilmesi, katliamlar…

Eşitlik ve Aydınlanma Cephesi

Bu kısır döngüden süratle çıkılmalı.

Barış kavramı, tarafların şimdiye kadar kendisine yüklediği anlamıyla bir tarafa bırakılmalı.

Barış genel bağlamından kopartıldığında hiçbir değer taşımıyor. Yalnızca, gündemi belirleyen aktörlerin yarattığı ikilemde kutuplaşmaya hizmet ediyor. Erdoğan’ın en son “ya bendensiniz ya da terörist” derken buradan kuvvet aldığı çok açık.

Hangi düzeni savunuyoruz? Neyi tartışırsak tartışalım bu soru belirleyici derecede önemli. Barış düzen bağlamına oturacak.

Eşitlik ve aydınlanma düzenimizin merkezini inşa edecek ilkeler.

Eşitlik ve aydınlanma, Türkiye’yi bölen, savaşa kilitleyen, katliamların sorumlusu, sosyal hakları yok eden AKP’ye karşı verilecek mücadeleyi anlaşılır, geniş toplum kesimleri tarafından kabul edilebilir hale getiriyor.

Eşitlik kamuculuğu, aydınlanma özgürlüğü davet ediyor.

Bu iki ilke mücadelemizi AKP’ye karşı konumlandırdığı gibi, onun arkasındaki sermaye sınıflarına ve emperyalizme karşı da bir eksen belirliyor.

Burjuvazi yönetebilmek bakımından dine muhtaçtır ve eşitsizlikleri yaratan sınıftır. Elindekileri kamulaştırmadan dini siyasetten ayıramayız, refah seviyesini yükseltemeyiz.

Eşitlik ve aydınlanma AKP’nin dinci militarizminin altında neredeyse konuşamaz hale gelen halk sınıflarını siyasallaştıracak bir doğrultu sunuyor, barışın zeminini inşa ediyor.

Savaşa, katliamlara, bombalara karşıysak AKP’yi, arkasındaki güçlerle birlikte hedefe yerleştirecek, bütün kimlikleri emekçi başlığı altında kapsayacak bir mücadele perspektifini inşa etmeliyiz.