AKP'yi Yemlemeyi Daha Ne Kadar Sürdürürler?

Dışarıdan giren her kalemdeki finans kaynağını yemleme kavramı ile karşılıyorum. Bunun içinde net hata noksan payı da, borsadaki hisse alışları da, vb vardır.

Yukarıdaki soru şunun için önemlidir: Hangi nedenden kaynaklandığından bağımsız olarak dışarıdan kaynak girişleri AKP'ye yönelik toplumsal teveccühün dozunu belirlemektedir.

AKP 2002 yılında, hemen öncesindeki büyük mali kriz diye bildiğimiz kaynak kaçışı ortamında, üçlü koalisyonun çöküşünün sonrasında iktidar olmuştur.

2007 yılındaki genel seçim başarısını dış kaynak girişlerinin hızla ve kesintisiz sürdüğü dönemde elde etmiştir.

2009 yerel yönetim seçimlerindeki oy düşüşü (%40'ın altına) 2008 yılındaki dünya ölçekli mali krizle ilişkili olarak yine kaynak kaçışı ortamına denk düşmüştür.

2011 genel seçim başarısı ise yeniden dışarıdan büyük ölçekli kaynak girişiyle eş zamanlıdır. Bu yıl Ağustos'a kadar her ay net hata noksan payından ortalama olarak 2 milyar dolarlık giriş olduğu bilinmektedir.

AKP açısından istikrar kaynak girişi demektir. Aslında her mali kriz döneminde dışarıya kaynak kaçışı, cari açık ve dış ticaret açığında iyileşmeyi sağlamaktadır. Ancak Türkiye'nin mali açıklarının düzelmesi AKP istikrarının bozulması anlamına gelmektedir.

AKP, dış açık göstergelerinin bozulmasına ve borç verenlerin şüpheye düşmelerini gerektiren bir iktisadi belirsizlik içinde sürüklenmesine rağmen dışarıdan yemlenmektedir.

* * *

Demek ki yemleyenlerin, verdikleri borcun batmasını bile göze almalarını sağlayan büyük emelleri vardır.

Aslında bu nokta çok da tartışmalı değildir.

Türkiye, mali açıdan batak konumda olmasına rağmen yemlenmektedir. Türkiye'nin yemlenmesi dışarıya endeksli bir siyasal “istikrar” ortamının şekillendirilmesi açısından zorunluluk göstermektedir.

Siyasi “istikrar” mali krizlerin önünü kesecek bir set işlevi görmektedir.

Siyasi “istikrarın” kesintiye uğraması mali krizi tetikleyecek en önemli unsur halini almıştır. Süreklileştirilmiş borçluluk üzerinden sağlanan ve dışarıdan yönlendirilen siyasal istikrar, artık borçluluğun sürdürülebilirliğinin koşuludur.

Siyasal istikrar öncelikle içeride sınıf dinamiklerinin çökertilmesini zorunlu kılmaktadır. İstikrarın bu gerekli unsuru hem din hem de şiddet üzerinden oluşturulmaktadır.

* * *

Buraya kadar olanlar nettir.

Net olmayan konu siyasal istikrarın koşulu olan süreklileştirilmiş borçlanma stratejisinin sürdürülebilirliği noktasıdır.

Yani, Türkiye daha ne kadar süre yemlenmeye devam edilecektir ? Tabi ki krizdeki kapitalist sistemin nesnel olanakları izin verdiği ölçüde.

Bu soruya verilebilecek en kaba ölçekli yanıt emperyalizmin bu coğrafyadaki acil işi bitinceye kadar şeklinde olabilir.

Bu operasyonun nihai hedefinin İran olduğu bilinmektedir. Ancak şimdi araya “Arap baharı” ve Suriye meseleleri girmiştir. Öte yandan Rusya Suriye planlarından duyduğu rahatsızlığı açıkça belli etmeye başlamıştır. Suriye, İran derken denkleme istenmese de başka aktörler dahil olmaktadır.
Arap ülkelerindeki gelişmeler belki ABD tarafından da öngörülmekteydi ve bu gelişmelere yönelik özel masa çalışmaları da vardı. Ancak kitlesel patlamalar ABD'nin işini kendisinin bile beklemediği ölçüde kolaylaştırdı.

Suriye operasyonunun rölantiye alınmasının nedeni, biraz Suriye rejiminin arkasındaki kitlesel destek, biraz ABD'nin rejim değişikliğinin gerçekleştiği Arap ülkelerini konsolide etme zorunluluğu, biraz Rusya'nın rahatsızlığı ise, biraz da Türkiye'yi aktif biçimde senaryoya dahil etme planıdır.

Türkiye'nin senaryodaki rolü, Suriye ve İran operasyonlarında yer almasıyla ve emperyalizmin bölgedeki işini bir ara olgunluk düzeyine ulaştırmasıyla önemli derecede bitecektir.

Türkiye'nin bu operasyonlarda kendisini en başarılı hissettiği ve zevkten zangır zangır titrediği an, esasen kendi ipini çektiği an olacaktır.

İşte o anda ABD'nin Türkiye ile işi başlayacaktır.

Bölgesel bütün operasyonlarda gözü dönmüş biçimde pozisyon almış Türkiye'ye o anda “uluslar arası kamuoyu”ndan herhangi bir destek gelmesi de beklenemeyecektir.