“Açılım”ın Yarattığı Üçüncü Soru: “Siyasal Çözüm”…

Bu süreçte üçüncü bir soru ortaya çıktı ve buna kendi tezleriyle yanıt veren sol çevreler de oldu: “Siyasal çözüm” yani “demokratikleşme” Türkiye işçi sınıfının lehinedir, sınıf mücadelesinin gelişmesi, sınıf kimliğinin oluşması açısından, etnik sorunun belirleyiciliğinin arka plana itilmesine bağlı olarak, uygun ortamı da yaratır.

Burada “siyasal çözüm” derken kastedilen, silahların sustuğu ve Kürtlerin kültürel haklarının tanındığı bir ortamdır.

* * *

Bu görüşü ele alırken yine bütünlük kavramına dikkat çekmek zorundayız. Şöyle ki: Kürt hareketinin önce bir kriz başlığı haline gelmesi, sonrasında imha edilmeye çalışılması, nihayetinde de bir kriz dinamiği olarak kullanılması, bütün bunlar düzen cephesinin gereksinim ve açılımlarıyla uyumludur.

1920 sonrasında, genç burjuva cumhuriyeti Kürtlere verdiği sözleri tutmayınca ortaya çıkan Kürt isyanları, düzende bölünme hezeyanının gelişmesine neden olmuştu. Bu hezeyan giderek kendisini politik bir strateji olarak ortaya koydu: Kürt illerinin kalkındırılmaması, geri ve yatırımsız bırakılması, feodal yapının kapitalist düzeni besleyecek oy deposu olarak kullanılması. Türkiye kapitalizminin giderek gericileşmesi Kürt illerinde aşiret düzeninin devamlılığıyla ilişkilidir. Anlayış şuydu: Geliştirirsek, istemeyi, talep etmeyi öğrenirler. Bunu engellemenin yolu baskılamak ve geri bırakmaktır. Bu, rejim açısından Kürt gerçekliğinin yeniden bir kriz başlığı haline gelmesini engelleme aşamasıydı.

İşe yaramadığını 1984'ten sonra yaşananlar herkese gösterdi. Bunun üzerine, Kürt dinamiğinin 1990'ların ikinci yarısında kendisini uluslar arası düzleme yerleştirmesiyle birlikte, bu kez, savaşı ve çatışmayı, Kürt gerçekliğini bir kriz başlığı olarak yeniden üretmek ve yönetmek üzere kullanmaya başladılar.

Bugün, işçi sınıfı hareketinin engellenmesi, bölünmesi açısından savaşın süreklileştirilmesi, egemen güçlerin en önemli silahıdır. Kürt hareketinin göremediği nokta da budur. Maalesef gelinen aşamada, sorunun ele alınmasında, tanımlanmasında, çözüm önerilerinin geliştirilmesinde inisiyatif çok daha önemli oranda emperyalist odakların elindedir. Bu inisiyatifin aklında siyasal bir çözümün bulunduğunu düşünmek, Türkiye'yi artık kendi haline bırakmaya karar verdiklerini kabul etmek olur.

Üstelik, hezeyan olarak tanımladığım korkunun belli ölçülerde doğru bir yanı da vardır: Türkiye kapitalizminin dışa bağımlılığı o derecede bölgesel eşitsizlikler, kalkınma sorunları yaratmıştır ki, bu sorunların mevcut sistem içinde çözümlenmesi olanağı bulunmamaktadır. O nedenle, Kürtlerin, “siyasal çözümle” elde edecekleri kimi kültürel hakların bir adım ötesinde, daha da ötesini istemeleri ve spekturumun ayrılma talebine kadar uzanması muhtemeldir. Bu düzende Kürtlere haklarını vermek demek Türkiye'nin bölünmesi demektir ve egemenler iyi görmektedir.

Kısacası Türkiye kapitalizminin sorunu çözecek gücü yoktur ve üstelik mevcut çatışma, gerilim ortamı Türkiye'yi yönetmek açısından uygun ve gereklidir. Tamam: ABD, bölgedeki çıkarlarının gereği olarak, gerilimi belli derecede düşürmek istemektedir. Ancak Kürtlere bahşedilecek hakların onları memnun etmeme, bu haklar verildikten sonra kontrolün yitirilmesi olasılıkları yüksektir.

* * *

Ve üstelik, bu tezin, kendimizi kültürel-siyasal haklar düzleminde sınırlasak bile, hiç yanıtlayamayacağı nokta, “siyasal çözüm” konusunun kendisidir. Nedir, gerçekten de, düzenin de kabulleneceği “siyasal çözüm” derken anlamamız gereken şey?

Ordunun operasyonları durdurması mı, seçim barajının kaldırılması mı, Kürtlere pozitif siyasal ayrımcılık yapılması mı, her düzeydeki okulda anadilde eğitim mi, özerklik mi, federasyon mu? Ötesini yazmayalım, çünkü iyice saçma olacak. Bunların tek başına birisi bir solcu için “siyasal çözüm” anlamına gelir mi ve bu düzen hangi birkaçını aynı anda kabullenebilir?

Ancak şu olur: Kapitalist bir desantralizasyon denenebilir. Ama adı üzerinde sistem yönünden bir çözümdür bu. Ya da bu soru başlıkları, Türkiye kapitalizminin bu sorundaki çözümsüzlüğünü gayet iyi bilen emperyalistler tarafından, Türkiye'de halk sınıfları lehine ne varsa, tümünü çözmek, dağıtmak ve yok etmek amacıyla speküle edilebilirler.

Şimdi olan şey de budur. PKK ve DTP yöneticilerinin sürecin her bir aşamasında ABD'nin değişik makamlarıyla görüşmeleri, yazışmaları kendi siyasi hatalarına bağlı olmayıp, bu sürecin ABD'nin inisiyatifiyle kurulup-kullanıldığını görmelerinden ve zaten Türkiye emekçi sınıflarına yönelik herhangi bir umutlarının, beklentilerinin olmamasındandır. “Siyasal çözüm” denilen şey ABD'ye yamanmak mıdır?

O nedenle, bu operasyonu bozmanın tek yolu bir an önce işçi sınıfını birleştirmektir. Hem Türk ve Kürt egemenlerine hem de emperyalizme karşı. “Siyasal çözüm”den de önce… Kürtlerin bütün haklarını bir an önce tanımak için. Aksi taktirde birleştirecek sınıf ve halk da bulamayacağız.