Taraf(tar) Olmak

(…) “Sorunun cevabını vermeye Simon Kuper’in ‘Futbolun kendisi de, neredeyse taraftar kültürünün doğal bir sonucu gibidir’ sözüyle başlanırsa, sanırım yanlış olmaz. Fakat söz konusu Fenerbahçe ve taraftarı olduğunda, Kuper’i tam olarak doğrulayamamak da, yine kulübün kendi dinamikleriyle doğru orantılıdır. Çünkü en ateşli olduğu zamanlarda sportif başarılar bakımından tarihinin kötü dönemlerini yaşayan taraftarların son 5–6 senedir iyice belirginleşen ve amatör şubeleri de kapsayan sportif başarılara rağmen kendisini tribünlerden çekmeye başlaması, bir çelişki olmakla beraber, tahminen kendi ‘aidiyetliğini’ de sorguladığının doğal bir sonucudur. Futbol özelinde soracak olursak: Son yıllarda Fenerbahçe’nin futbol taraftarları kendilerini kulübe, kulübün değerlerine ait hissetmekte midir?

Bir taraftar olarak futbolun, endüstriyelleşme ve salt başarıyı hedef almasıyla beraber, çocukluğumuzdaki naifliğinden kopması, giderek para basan bir sektöre dönüşmesi, bunun sonucunda da yüklediğimiz anlamını kaybetmeye başladığını gözlüyorum. Fenerbahçe de bu makinenin bir dişlisi olarak ve çağına ayak uydurabilmek adına, isminin arkasına sponsorlar alarak, lisanslı ürünlerin pazarlamasına ağırlık vererek, basından da takip ettiğimiz kadarıyla, spor dışındaki bazı girişimlerle de maddi kaynak yaratmaya çalışmaktadır. Üzücü olan ise, futbolda muasır medeniyetler seviyesi’ne! ulaşabilmek adına yapılan bu çalışmaların, taraftar profilinde yarattığı erozyondur.

Formayla aidiyetini pekiştiren birçok taraftar, artık, bunu futbolculara verilen transfer ücretleriyle değiş-tokuş etmiştir. Neticede, taraftar gözündeki ‘zengin kulüp’ imajının diğer rakip kulüplere karşı bir aşağılama aracı olarak kullanılmaya başlaması, naif ve duygusal bir eski devir taraftarının lisanslı ürün kullanmayanları küçümsemeye başlaması da bu durumun doğal bir sonucudur.

Büyük kulüplerin birer küresel uç beyi olarak ellerinde tuttukları futbol gelirlerinin, ‘taraftar’ olmadan bir anlamı olmayacağı açıktır. Bu gelirleri taraftar-kulüp ilişkisinde sınırlı tutabilmek ne kadar zor olsa da, bunun imkânsız olmadığının da bilinmesi ve bu bilincin açıkça deklare edilebilmesi, hem adı geçen kulübü hem de kendini kulüple anlamlandıran taraftarları yüceltecektir. Taraftarlar tüm dünyada kulüpleri için maddi gelir sağlama, başarı elde etme arasında katalizör görevi görür. Ancak, ülkemizdeki spor kulüplerinin ve taraftarlarının bu durumu algılaması da maalesef farklıdır. Harcadığının karşılığını alamayan kitleler bu süreçte zor ikna olan tüketici rolünü üstlenir. Bahsettiğim erozyonun en üst noktası da budur. Son yıllarda, insanların birçoğu belki bu yaftayı taşımamak için tribünlerden çekilirken aç gözlü, başarı için her yolu mubah gören, rakibini aşağılayan, kısaca sporun ruhuna özgü her şeyi dışta bırakan bir kitle kendisini taraftar olarak adlandırmaktadır. Belki de gerçekten taraftırlar. Yani, insana özgü bir durumun en yalın hali… Ama duydukları aidiyet kulüplerine mi yoksa harcadıkları paranın şımarıklığına mıdır? Ortada bir olgu vardır: ‘Aidiyetlik’. Bunun kulübe içsel olanı tercih edilmelidir yoksa uzun vadede bu süreç etik değerlerin tartışılmaya başlamasına, kısmi bir felaketle sonuçlanmaya mahkûmdur.

Son olarak, Fenerbahçe’nin futbolu, sportif başarıları, maddi gücü ileriye taşınsa da, taraftarının ve taraftarlık anlayışının ileriye gittiğini söylemek -en azından- şu an için gerçekçi değildir. Gramsci’nin söylediklerimi destekleyen bir sözüyle noktalıyorum: ‘Açık havada ortaya konan insan sadakatinin krallığıdır futbol’ Bu kadar çok paranın döndüğü bir sistemde sadakatten çok ihanet bulmak kimseyi şaşırtmamalıdır.”

Bir kısmını aktardığım bu mektubu, 2008 yılında, kapalı bir arkadaş ortamında tartışılması için yazmışım. Üzerinden geçen 4 yıla baktığımızda, hele ki 3 Temmuz’dan beri devam eden ve adına “şike davası” denen süreci gördüğümüzde, bir kısım taraftarın “aidiyetlerini” ne şekilde dönüştürdüğüne tanık olduk… Bir avuç kadar da olsa polis arabalarını ters çeviren, barikat kuran, aylardır yediği biber gazlarına rağmen cemaat karşıtı tezahüratlarına devam eden, geri basmayanlardan bahsediyorum. 4 yıl için bu, “lümpenlik” ile geçiştirilemeyecek bir ilerlemedir. Ancak, bu bir Fenerbahçe yazısı değildir ve tüm kulüplerin yöneticileri için aynı ilerlemenin kazanıldığını söylemek saflık olur. Neyi mi kastediyorum?

En başından beri siyasi tarafı ağır basan bir savunma yapan Aziz Yıldırım’ın her demecinde “Fenerbahçeli Başbakanımız” kayırmalarını Nihat Özdemir’in solcu taraftarları Zaman gazetesinde ve STV’de marjinal olarak yaftalamasını yeni seçilen yönetim kurulunda AKP ağırlıklı isimlere yer verilmesini… Diğer büyük kulüplerde de durum farklı değil. 20 milyon taraftarının AKP’ye oy verdiğini söyleyen kişi Galatasaray’ın başkanlığını yapıyor Yıldırım Demirören, AKP emriyle TFF Başkanı oluyor, ardında mali olarak batmış, UEFA’dan men cezası almış bir Beşiktaş bırakarak… Trabzonspor’u anlatmaya gerek bile yok! Wikileaks belgeleriyle bile sabitlenen para transferlerine, eski başkanı Faruk Özak’ın devletin hangi kademelerinde görev aldığına bakmak yeterli. Peki, farklı renkleri tutan tüm taraftarların bu yaşananlara bir itirazı olmayacak mı? Tek başarı kıstası alınacak kupalar ve rakiplerinin dibe vurması mıdır bu şımarık taraftarlar için?

AKP’nin 4.Olağan İl Kongresi’nin başbakanı ıslıkladıkları statlarında yapılmasını, amigoların kiralanmasını, yöneticilerinin yalakalıklarını, Fatih Terim’in Mehmet Baransu ile bol gülücüklü yemek fotoğraflarını eleştiren kaç Galatasaray taraftarı oldu, söyler misiniz? Hukuksuzluğun başını alıp gittiği davalara karşı çıkan pek çok kişi, iş, şike davasına gelince körleşiyor. Dün akşam, hukuksuzluk tiyatrosunun başka bir perdesini, savcı mütalaalarını izledik. Artık konu takım taraftarlığından çıkıp, bir futbol sever olarak her bireyin AKP’den hesap sormasına dayanmıştır. AKP’nin sınıf kini spora, kadın bedenine, içki satışına kadar hissedilirken ses çıkarmayanlar, sıra, kendi gündelik hayatlarına müdahaleye gelince çok geçmiş kalmış olacaklar. Bunu tarih söylüyor, ben değil.

Fenerbahçe’nin “Sol Açık”, “Vamos Bien” Beşiktaş’ın “Halkın Takımı”, “Çarşı” ve Galatarasay’ın “Tek Yumruk” gibi solcu grupları, Adana Demirspor taraftarları, kısaca vicdanı olan ve yaşananları kabullenmeyen tüm kulüplerin taraftar grupları yeni sezon başlamadan bir araya gelmeli ve ortak karar ve uygulamaların çıkacağı bir Çalıştay oluşturmalıdır. Taraftar halktır, spor da iş adamları ve politikacıların değil, halkındır.

***

“Vajina Monologları” isimli tek kişilik bir gösteri vardır, bilirsiniz. Türkçe’ye de uyarlanıp bir tiyatro oyunu olarak izleyiciyle buluşmuş ve muhafazakârlar tarafından ismine tepki gösterilmişti. Oyunun başrol oyuncularından biri, bir üniversitedeki panel sırasında, öğrencilerden birinin “Türkiye, böyle bir oyuna ve isime hazır mıdır?” sorusuna “Manukyan’ın vergi rekortmeni, Zeki Müren’in sanat güneşi, Bülent Ersoy’un diva olduğu bir ülke, her şeye hazırdır” minvalinde bir cevap vermişti. Türkiye, o yıllarda bile böyle bir başbakana hazır değildi…

Ülkede yaşayan her vatandaş müslümanmış gibi sadece Kuran’ın referans verilmesi, ensest ilişki ve tecavüzlerin bu kadar yoğun yaşandığı bir ülkeden kürtajı, hem de kadınlara söz hakkı vermeden, onların bedenleri üzerinden yapmak alçaklıktır ama bilinçlidir. AKP, kadına düşmandır. Melih Gökçek’in twitter’da bir kadına attığı mesaj sadece ahlaksızlık değil, kadına düşmanlıklarının da tescilidir. “Her kürtaj Uludere’dir” lafı ise devletin, kendi çocuklarına dair ilk ağızdan itirafıdır. Polisin yöntemi ise, hamile göstericinin karnına tekme atarak düşük yapmasını sağlamaktır. Durum ve insanlığın geldiği nokta bu kadar vahimdir. “Ölüsevici” kelimesini siyasette kullanmak ise, neyse…

Futbolla başladık, futbolla bağlayalım. Mikrofonlarımız Galatasaray TT Arena Stadyumu’nda: “Taraftarlar coşkulu, başbakan ataklarını sıklaştırdı, oyun tek kaleye döndü, sayın seyirciler. Tribünler tezahüratlarıyla destek veriyor başbakana ‘1, 2, 3 yetmez 4, 5, 6 olsun…’ Gol için değil, sayın seyirciler, çocuk sayısı için…”

Belki de bu maçta sonucu kabullenmeyip sahaya inenler olur, peşlerindeki polise aldırmadan. “Cemaatin ……. yıldıramaz bizleri” bağırışları arasında. Olur mu, olur… Top yuvarlak, maç da üç ihtimalli değil mi?