Yok hükmü

Ocak, bir koşuşturma halinde başladı ve bitiyor. 20 Ocak’ta Ankara’da, Türkiye Barolar Birliği salonlarında Hukuk ve Sanat buluştu. Emek verenleri ve katkıda bulunanları, bir de buradan kutlayalım, teşekkür edelim. 24 Ocak, bu ülkenin yetiştirdiği en önemli gazetecilerinden Uğur Mumcu’yu aşağılık bir suikastte yitirmemizin üstünden, 21 yıl geçtiğini, acı ve hüzünle anımsatıyordu. Ülkenin her yerinde olduğu gibi, İzmir’de yerel yönetimlerin ve demokratik kitle örgütlerinin imecesinde, “Demokrasi Şehitleri” anıldı. Tobav İzmir Şubesi ile Bornova Belediyesinin, ÇYDD’nin katkısıyla düzenlediği etkinlik, bu yıl kendine “Demokrasi ve Sanat” temasını seçti. Gerek Ankara’daki buluşmada, gerekse İzmir Bornova’daki etkinlikte, yer almaya ve görüşlerimi paylaşmaya çalıştım. Bu görüşler, genel olarak bir soruyla başlıyordu: “Bunlar, neden sanattan ve sanat emekçisinden hoşlanmayıp, sansüre, yasaklamaya, baskıya sığınıp, sanatı kamu algısından ve hayatından düşürmeye çalışıyorlar?” Bu soruya hamasete sığınmadan, temelsiz kelime sarfiyatından uzak durarak bir yanıt bulmak gerekiyordu. Yanıt arayışım, aşağıdaki görüşleri dillendirmeme yol açtı:

Çünkü tepeden tırnağa antidemokratik olan dünya görüşlerinde hayatı estetik ve düşünsel bir süzgeçten geçirerek, olup bitene dair seçenekler ya da kapı açmalar halinde yeniden hayata armağan etmek işlemi olan sanata ve onun emekçisine dair, en küçük bir yer, fikir, niyet ve anlama çabası yoktur. İdeolojik argümanı, başkaca hiçbir arayışa, sorgulamaya, hatta meraka yer vermeden, yalnızca dinin buyruklarına uymak olan bir dünya görüşünün sanatı ve temelini oluşturan, oluşturması gereken demokrat ruhu ve tavrı anlaması ve kabullenmesi olanaksızdır. Bu genelleme yanında, gözden kaçırılmaması gereken bir nokta daha var.

İster beğenelim, ister beğenmeyelim Cumhuriyet, yaşadığımız bir gerçekliktir. Derdim, Cumhuriyetin ne olduğunu ve ne olmadığını irdelemek, hal-i pür mealini ve alınması gereken tavır ve yöntemleri tartışmaya açmak değil, bu arkadaşların ahvalini, başka bir açıdan de sergileme çabasıdır. Aman baştan belirtelim de, “fikir inzibatları”nın gadrine uğramayalım!

Bu arkadaşların Cumhuriyete bakışlarını, bir de “Temeli kültürdür, sanattır”, “Sanatsız kalan bir ulusun, hayat damarlarından biri kopmuştur” diye çizilmeye çalışılan yol haritası bağlamında değerlendirmek gerekmektedir. Devrimsel nitelikleriyle Cumhuriyetin, en azından kurucu kadrolarının temel almaya çalıştığı “Aydınlanma” ve “Modernite”ye dair, yüz yıllık bir reddediş, öfke ve intikam besleyen bu zihniyetin, rövanş alanlarından biri olarak sanatı seçmesi ve Cumhuriyeti bir de bu açıdan zorlamaya çalışması kadar doğal ne olabilir? Birer “Cumhuriyet Eseri” olan sanat kurumlarını kapatmaya kalkışılmasının, amaç ve çalışma yöntemlerini gözden kaçırarak, her türlü bilgi kirliliği ve itibarsızlaştırma çabasıyla, birer “kamu yükü” olarak tanıtılıp, “kurtulmaya” çalışılmasının gerekçelerinden biri de budur. Elbette bununla yetinmeyen bu zihniyet, ödeneklisi ödeneksizi, profesyoneli özeli, ülkenin topyekun sanat dünyasını da belirlemek istemektedir. Bugün yaşananları özetlerken, düşünce ve eylem üretirken, işin bu yanı da unutulmamalıdır.

Sanat algısı “temaşa, tezyinat, terennüm”den öteye geçmeyen, ne idüğü belirsiz “mufazakar sanat” söylemiyle, bu algısını bile anlatamayan bu zihniyetle, örneğin TÜSAK yasa tasarısı tartışılabilir mi? Sanata ve emekçilerine dair, ağızlarından bir “hayırlı” laf çıkmamışlarla, sansür ve otosansür dayatmalarına sığınanlarla, bırakın kurumların başına ne geleceğini, “ Sanatta özgürlük ve özerklik” konuşulabilir mi?

Bu zihniyet ve tavır, demokratik iletişim ve çözüm yolu arayışını, bizzat kendisi kapatmıştır, bu tavrından vaz geçmeyeceğini yeterince kanıtlamaktadır. O nedenle kusura bakılmasın, sanatı, emekçilerini, kurum ve örgütlerini, kısaca var oluşunu biçimlemeye yönelik her türlü tasarruf, “yok hükmünde” sayılmayı ve demokratik itirazı sonuna dek hak etmektedir.

Bize ayrılan bir köşenin daha sonuna geldik, haftaya sürdüreceğiz. Görüşlerinizi beklerim.