Türkiye Sanat Kumpası

Gündem, saatlere bağlı değişiyormuş bu ülkede. Katılıyorum, elbette gülmekten. Gelişmeleri dikkatle izlemek gerekiyormuş. Olur, kombine bilet alıp, hatta loca ayarlayalım mı, sahi bahis oranları ne kadar? Şaka yapmanın alemi yok. Ne gündem değişiyor bu ülkede, ne her hangi bir gelişme var. Her şey, “normal” seyrinde ilerliyor, durdu mu itekleniyor, yoldan saptı mı, hizaya getirmek için her türlü taktiğe başvuruluyor. Bizi “günaydın!” demeye zorlayansa, bunu bir türlü göremeyenlerdir. Sıranın bir gün kendisine geleceğini ıskalayanlardır. Sanki tarih, benzeri kişi, olay, sonuç deposu değilmiş gibi davrananlardır. Hayata ve ülkeye karşı, yabancılığın ve yabancılaşmanın rekortmenleridir. Öyle ya, Cevat Fehmi Başkut, “Harput’ta Bir Amerikalı”yı boşuna mı yazdı? Hayattan bu kadar uzak olursanız, babaannemin deyimiyle, hayatın içinde bu kadar “kopuk” yaşarsınız. Evet, bir de arazi olanlar, gelişmelere göre “pozisyon” alanlar, “viran olası hanede evlad-ü- iyal var” sızlanmasıyla yetinenler vardır ki, onlara değinmeye gerek bile yoktur.

TÜSAK adlı ve bizce yok hükmünde bir taslak için, 3 Mart’ta bir toplaşma daha gerçekleştirildi. Neresinden bakılırsa bakılsın, bir skandallar zinciri olarak yaşandı. Sanat örgütlerine ayrımcılık uygulandı. Sanat emekçileri “İçerde kırılacak sanat eserleri var” gibisinden kaygılarla (!) içeri sokulmadı. Muammer Sun gibi bir ustaya, birinci görevi “tanımak” olanlarca, “kim?” olduğu soruldu. Her şeyi bir yana bırakalım, “Bu yasayı nasıl hazırladınız, neden çıkarmak istiyorsunuz?” mealinde bir soruya, yanıt bile verilemedi. Kırık dökük savunma mekanizmaları, örneğin “Bu taslağı hazırlarken, şu kurumlardan, şu örgütlerden yararlandık” gerekçeleri, bizzat kurum ya da örgüt yöneticilerince çökertildi. Nihayet, “Yok hükmündedir!” diyenler, “oldu bitti” tezgahını ve yangından mal kaçırma operasyonunu terk edip, durumu kamuoyuyla paylaştı. İçerde kalanların kimler olduğuna, neler konuştuklarına, ne yaptıklarına gelince, bir de burada yineleyemeyiz. Örneğin, internet marifetiyle kolayca ulaşılabilir.

Unutmadan, başta “soL” olmak üzere, konuya duyarlık gösteren, olup bitenden haberdar olmamızı sağlayan yayın organlarına teşekkür borçluyuz. Öte yandan, sanat kurumları üstünden, kazanılmış ve uğruna bedeller ödenmiş değerlere saldırmak için, cehaletten bilgi kirliliğine, her türlü acınası tavrı gösterenleri ve aymaz işbirlikçilerini kınamaya bile değmez.

Bu taslak teşebbüsünün ve sorumlularının, her alanda olduğu gibi, kültür ve sanat alanında da derin bir yarılmayı, ayrışmayı körükledikleri için üzgün, ama bir turnusol görevi yaptıkları için huzurluyuz. Tarih, hepimizi layık olduğumuz yere koyacaktır.

Peki şimdi ne olacak? Yapılacak iş bellidir. Bu kumpas tasarısı, acilen ortadan kaldırılmalıdır. Kazanılmış haklara, eğitim, deneyim ve birikim toplamı olan, kişisel ve kurumsal onurlara saygı gösterilmelidir. Özgürlük ve özerklik olmadan, sanatın olamayacağı bilinmelidir. Sanatı, hükümetlerin boyunduruğuna sokacak her türlü girişim, terk edilmelidir. Halka, sanat, sanat emekçileri ve sanat kurumları üstünden yalan söylenmemelidir. Olur mu, yapılır mı? Söylemleri ve hayatın pratiğinde görülen uygulamalarıyla, kendini yeterince tanımlamış bir ideolojinin, bütün bu taleplere ne diyeceğini de, hep birlikte göreceğiz. Elbette sanat örgütlerinin soluğunu, çözüm odaklı itirazlarını, olması gerekene dair tekliflerini ve bunları kamuyla paylaşma kalibrelerini de birlikte yaşayacağız.

Yalnızca bir tasarının ve niyetlerin teşhiriyle yetinilemez. Yakınmalarla ve sakız edilmiş sloganlarla, takvim tüketilemez. Yaşadığımız günlerin, kültür ve sanata dair algısı mahvedilmeye çalışılan bir coğrafyada, sanatın hayatın içindeki konumunu sorgulamasına ve halkla birlikte, yeni bir silkinişe evrilmesi gerekmektedir. Rol çalmak değil, rol almak! Bu ilkeyi anımsamakla işe başlanabilir.