Türkiye Barolar 
Birliği sahnede

Geçen hafta “Şvayk”la başladığımız, bu hafta “Herostratus”la sürdüreceğimizi belirttiğimiz “kahramanlık” mevzusunu, gündemin aciliyeti nedeniyle öteliyoruz. Zaten işin esasını, bizden sonra Renan Bilek dostumuz, 9 Ocak tarihli Leke’de gayet güzel toparladı. Üç hafta üst üste aynı konuyu işlemenin, şimdilik bir anlamı yoktur.

Başlıktan meramımız, TBB başkanı Metin Feyzioğlu’nun, “hukuk ve adalet” konulu girişimleri ve görüşmeleri değil. Kuşkusuz bunlar da bizi yakından ilgilendiriyor ve farklı görüşleri okumaya başladınız. Herşeyin aşureleştirildiği, sulandırıldığı, düzenin hepten perişanları oynadığı günümüzde, bu tür girişimler, sağlam içerik, doğru yöntem ve algıda netlik açısından, hayli çaba gerektirir. Şimdilik dileğimiz, sürecin, yaşadığımız vehametin yaratıcıları ve uzantıları tarafından, sütten çıkmış ak kaşık ferahlığına ve sorumluluktan sıyrılma olanağına döndürülmemesidir. Bu “toptancı” fikir beyanından sonra, gelelim konumuza.

Geçtiğimiz yılın son günlerinde, TBB kültür ve sanat alanında da “buradayız” demeye ve inisiyatif almaya karar verdi. Sayın Feyzioğlu’nun İzmir Tobav’ı ziyaretiyle başlayan süreç, “TBB Kültür ve Sanat Komisyonu” kurulması önerimizin, hayatiyet bulmasıyla ivme kazandı. Başta Tiyatro Platformu ve Sanatçılar Girişimi ile gerçekleştirilen buluşmalarda, konu olgunlaştırıldı. Bu süreçte, bir çok kültür-sanat örgütlenmesinin düşünceleri de, sürece katkıda bulundu ve kesinlikle bulunmalıdır. Genelde ülkemiz, özelde “sanat örgütlenmesi” tarihinde, örneğine sıklıkla rastlamadığımız ortak paydada buluşma iradesini, çok değerli ve anlamlı görüyorum.

Bu girişimlerin ilk verimleri, 20 Ocak’ta Ankara’da gerçekleştirilecek çalıştayda değerlendirilecek ve elbette sonrasının güzergah, eylem ve yöntemine dair bir “yol haritası” çıkacaktır. Çünkü sorun ağırdır, acildir, hayatidir. Dayandığı dünya görüşünün ve yararlandığı argümanın gereğini yerine getirmeye, benimsetmeye ve “kurumsallaştırmaya” çalışan iktidarın, kültür ve sanat alanına dair tavır ve eylemlerini, uzun boylu anlatmaya gerek yoktur. Artık durum saptamalarına yeter diyerek, “çözüm odaklı” davranmak gerekmektedir. Ama!

Doğrusu, yapılanların zihinsel temellerini gözden kaçırmayı anlayamıyoruz. Sürekli dertlenmeyi ve gündelik arklarla yetinmek ne kadar anlamsızsa yakınma konularının ortadan kalkmasıyla, her şeyin güllük gülistanlık olacağını sanmak da, o kadar saçmadır.

Yapmaz ya, diyelim ki maaşları ikramiyeleri yükseltti, ödemeleri düzeltti. Diyelim ki, AKM’yi yıkmaktan, sanat kurumlarını dağıtmaktan, buna yönelik yasa hazırlıklardan vaz geçti. Diyelim ki, devlet desteği almayan topluluklara para verildi. Sorun çözülecek mi? Bu sorunun yanıtı, birer sanat emekçisi olarak, ülkenin ve dünyanın ahvaline karşı aldığımız tavırda, hayata dair gelecek tasarımızda ve kuşkusuz sanattan ne anladığımızda yatmaktadır.

Çünkü başat sorun, “özgürlük ve özerklik” kavramlarının, sistem tarafından yok sayılmasıdır. Bunun kanıtı da, yaratılan bilgi kirliliği, “var, yok, çıkacak, çıkmayacak” oyalaması ve “iki adım geri, bir adım ileri” taktiği içinde dayatılmaya çalışılan yasal düzenleme, TÜSAK adlı tuhaflık ve mevzuatta çoktan yer bulmuş sansür zihniyetidir. 22 Ocakta, bakanlık şemsiyesi altında bir toplantı yapılacağını, Zaman gazetesinden öğrendik. Kimlerin katılacağı, gündemin ne olacağı, haberde açık değil. Her fırsatta, kültür-sanatı “kendince” biçimlemek istediğini dillendiren, itiraz edenleri kolaylıkla muhalefetten “düşmanlığa” terfi ettiren, bu tavrını kelamda ve uygulamada sürekli kanıtlayan zihniyetle, muhatapları arasındaki görüşmeleri de dikkatle izleyeceğiz.

Haftaya ayrıntılar ve öneriler…