Saldırganın son günü

İçki içiliyor diye saldıran şu tuhaf yaratıklar sürüsünü görünce “ötekiler de saygılı olsaymış canım” diyen olmuş mudur acaba? Ramazan’da müzik dinlemek ve bira içmek inananlara ve Tanrıya saygısızlık olarak yorumlanır mı, dersiniz?

Laik veya ateistlerin inananları gözeterek davranışlarını değiştirmeleri belli koşullarda mümkün olabilirdi ve geçmişte yer yer yaşanmıştır da. Ortada saldırgan yobazlar değil, saygın inanç sahibi insanlar varsa, onları rahatsız etmeme kaygısını davranışlarınızın başlı başına bir belirleyicisi derecesine yükseltmeniz yerinde olabilir.

Artık mümkün değildir. Bu yobaz sürüsünün inancı Ramazan’da oruç tutmak değil, İslamcı faşist bir yapının bekçiliğidir. Bununla bir saygı ilişkisi kurulamaz. “Ötekiler de saygılı olsaymış canım” artık bir korkaklık, bir boyun eğme biçimidir.

Karşılıklı saygı ve barış içinde bir arada yaşama bitti. Bunu yobazlık bitirdi. Madem öyle, laiklerin ve ateistlerin oruç tutmadıklarını ille göstermeleri kaçınılmazdır ve insanidir. Bu karşı şov politik bir anlam kazanmış bulunuyor. Bu dik başlılık olmaksızın Türkiye laisizminin can güvenliği yok.

Söz konusu politik anlamın yeterli olmadığıysa çok açık. Faşizm dinsel ibadetten politik araç türetebilir; ilericilik içkiden politik eylem çıkartamaz. Bizim bu böğüren, küfreden yaratıklarda olmayan bir şeye, akla ve vicdana sahip olmamız nedeniyle, istesek de yapamayız. Yapan çıkarsa da bu bir ergen tepkisi olarak geçer gider.

Zaten camiden çıkıp veya iftardan kalkıp etrafa saldıranların betimlendiği bir haber gerçekçi olurken, bunun simetriğini tanımlamak bile güçtür.

Bugün ihtiyaç duyulan, İmam Hatip okullarını “eğitim” işlevine geri kazanmak için mücadeledir. Bugün kimlik bilgilerinden din hanesini çıkartmak için harekete geçilmesi gereken gündür. Yobazlık siyasetten geri püskürtülmelidir. Liselilerin yolundan gidilmeli ve karanlıkta nefes alıp veremez hale gelenler şu veya bu biçimde isyanlarını deklare etmeli, toplumda kendileri gibi olanları bulmalıdırlar.

Bu tür, doğrudan politik adımların atılabilmesi içinse “karşılıklı saygı” ve “barış içinde bir arada yaşama” teorileri çöpe atılmalıdır. Bunlarla birlikte mücadele olmaz. Saygı ilişkisi yeniden, ancak bir zaferin sonrasında kurulabilir. Yobazlığı ezer, dinsel inanç ve pratikleri faşizmin zemini, beslendiği ortam veya aleti olmaktan çıkartır, özgürleştirirsiniz… sonra saygılı ilişki tesis edilmesi mümkün hale gelir.

Tekrar ediyorum, inanmayanların inanmadıklarını gösterme eğilimi toplumsallaşmadan politik olarak milim yol atılamaz.

Bu satırları, dün geceki saldırıdan sonra “yobazları silmemiz lazım, ama nasıl” diyen sorular ortalığı hızla kapladığı için yazma gereği hissettim.

Nasıl’ın ikinci bir yanıtı da, ilerici politik adımların “aslında politik olmadığını” ikide bir araya sıkıştırmayı bırakmaktır. Zorunlu din dersinden muafiyet hakkı elde etmek, politik olmayan bir tercihle açıklanamaz. Kadınların örtünmeme hakkı başka zaman başka yerde politik alana ait olmayan bir konu haline gelebilir. Bugün, Türkiye’de bunlar politiktir.

“Biz siyaset yapmıyoruz, biz evrensel bazı kuralları savunuyoruz” yaklaşımının kendisi politiktir. Bu sade suya bir demokratlık türüdür ve ne zaman karşımıza çıksa, mücadeleciliği sulandırmak ve tasfiye etmekten başka bir etkisi olmayacaktır.

Yani, siyaset kavramından uzak durarak herhangi bir saldırı caydırılamaz, durdurulamaz.

Ve örgüt. Örgütlenme…

Başımıza ne geldiyse yobazlık örgütlü hareket ettiği için geldi. Tersinden ve bir o kadar ağırlıklı bir faktör daha var: Halk örgütsüzleştiği, örgütsüzleştirildiği için dün geceki görüntülere yansıyan çaresizlik ortaya çıktı.

Demem o ki, çözüm bireysel cesarette değil örgütlü ve radikal siyasi mücadelede…

Etrafa böğüren, küfreden, kırıp döken saldırganlara gelince, anlatmaya çalıştığım biricik yolun zorunlu olduğunu göstermiş oluyorlar ve son günlerine doğru dolu dizgin koşuyorlar. Duvara yaklaşıyorlar.