Suriye’de şeytan ayrıntıda saklı değil

Hani bir söz var, “şeytan ayrıntıda saklıdır” diye… Hafta sonu Şam’a yaptığımız ziyarette bir kez daha anladık ki Suriye’de şeytanı görmek için ayrıntılara bakmaya dahi gerek yok. O apaçık ortada koca boynuzu, sivri dişleri kanlı ellerinde tuttuğu Amerikan silahı, sarığı ve cüppesiyle bize bakıyor.

Şam dönüşü sabah erken bir saatte bir Amerikan gazetesinde Humus hakkında yazılan bir “haberi” okuyorum. Genç bir mühendisin ağzından, “Artık protesto aşamasını geçtik, daha önemli bir evreye girdik” cümlesini aktarıyor. İsterseniz ayrıntı deyin ve şeytanı orada arayın. Bir Amerikalı gazeteci Müslüman Kardeşlerin, Selefi katillerin, Vahabi sürüsünün arasına girmiş “haber” yapıyor. Genç mühendisin “biz” dediği işte onlar…

Evet, yeni bir evreye girdiler bunu görüştüğümüz Suriyeli, Filistinli yoldaşlar da anlattı. İlk aşamada Libya’yı Suriye’ye taşımayı denemişlerdi. Önce Deraa’yı, Banyas’ı, sonra Douma’yı, Cisr el-Şuğur’u Bingazi’ye çevirmek için çok uğraştılar. Bu bahsettiğim kentlere haritadan şöyle bir bakacak olursanız ülkenin güney ucundan kuzey ucuna doğru, saat yönünün tersine döndüklerini görürsünüz.

Niye?

İsteyen bunu da “ayrıntı” olarak görebilir ve şeytanı orada arayabilir. Ama hiç gerek yok. Güney ucundaydılar, çünkü para Katar’dan, Suudi Arabistan’dan gelirken, silah Lübnan ve Ürdün'den akıyordu. Burada “devrim”in dayanağı Hariri’nin Gelecek Hareketi’ydi. Ardından kuzeye geçtiler AKP hükümeti Antakya’daki mülteci kampını Cisr el-Şuğur’daki olaylar patlamadan hazır etmişti bile! Sonra doğuya kaydılar çalışmak için Körfez ülkelerine göçenlerin en yoğun yaşadığı ve Irak’tan El Kaide militanlarının yavaş yavaş sızmaya başladığı bölgeye…

Tutmadı. Çünkü piyasacı politikaların bitap düşürmesine, çaresizleştirmesine rağmen Suriye halkı “mezhep çatışmasına”, cinayete, sarıklı ve cüppeli Amerikancılara “haklısınız” demedi. Güneyden kuzeye, kuzeyden doğuya döndüler ama Halep’e ve Şam’a yürümelerine olanak sağlayacak bir “kurtarılmış bölge” yaratamadılar.

Ve geldik son bir aya… Suriyeli ve Filistinli yoldaşlar aktarıyor: “Bilim adamlarını, akademisyenleri, sendika başkanlarını öldürüyorlar sokak ortasında Cuma namazlarında ‘bunları öldüren cennete gider’ vaazları veriliyor”. İşte o Amerikan gazetesindeki mühendisin bahsettiği “çok önemli yeni evre”… Öldürecek, kargaşayı sürekli kılacak ve “insani yardım” diye bağırmayı sürdürecekler. Biz Şam’da dostlarımızı dinlerken, bu çığlıklar İstanbul’dan yükseliyordu.

Aynı Amerikan gazetesi Humus’u anlatmaya devam ediyor. “Humus, Suriye’nin bir mikrokozmosu Sünni çoğunluk ve Hıristiyan ve Alevi azınlıklar… Aleviler, Cumhurbaşkanı Beşar el Esad’ın liderliğinin dayanağı olan heterodoks bir Müslüman mezhebi…”

Aklıma Nagehan Alçı namlı modern görünüşlü gericinin, Suriye’deki şeytanı anlatan Enver Aysever’e “sen Nusayri’sin, ondan Esad’ı destekliyorsun” demesi geliyor. Amerikan gazetelerinden çıkıyor bu tipler demek ki… Eğitimlerini orada alıyor, Doğu’ya baktıklarında hep mezhepleri ve azınlıkları görüyorlar.

Toplantılarımızın arasında eski Şam’ın sokaklarında dolanırken Hıristiyan mahallesinden geçiyoruz. Az ötede Yahudiler yaşıyor, biraz arkasında Alevi mahallesi var. Mithat Paşa Çarşısı’ndan aşağı doğru yürüdüğünüzde ortak vakit geçirilen kafeler, restoranların çokluğuna şaşırıyorsunuz. Eski Şam’ın sokaklarını İstanbul’da ne kadar görebiliyoruz diye düşünmeden edemiyorum.

Bunları düşünürken Suriyeli yoldaşım “Suriye’deki olaylar patlak verdiğinde Sarkozy, buradaki Hıristiyanlardan Fransa’ya gelmelerini istedi” diyor. Oturma izni sözü vermiş mösyö… ABD Büyükelçisinin “Hıristiyanlar İslamcıların iktidara gelmesinden korkuyor” sözlerini hatırlatıyor ve soruyorum, “peki, Hıristiyanlar ne dedi?” “Biz Suriyeliyiz dediler” diyor. Malula’da dünyanın en eski kilisesinden birinin olduğunu, dünyanın en eski dillerinden biri olan Aramicenin halen kullanıldığı bu kilisenin halen faal olduğunu hatırlatıyor. Evet, buna tanıklık etmiştim. Herhalde o kilisenin pek renkli ve ilginç papazı da Sarkozy’nin bu sözlerini duyduysa onun hakkında Aramice bir şeyler söylemiştir.

Yine Şam dönüşü okuduğum o Amerikan gazetesindeki şu cümleler takılıyor gözüme: “Alevi köylerinde yalnızca hükümet televizyonu izleniyor. Sünni mahallelerinde ise bu ihanet sayılıyor. Oradaki seçenek El Cezire ve El Arabiya…”

Bu defa solcu gazeteci Thierry Meyssan’ı anımsıyorum. Meyssan’ın El Cezire’nin dönüşümünü anlattığı o makaleyi*… Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mahmud Cibril’in, Suudi monarşisi ve Katar Emiri’nin ve Amerika’nın Sesi’nden El Cezire’nin başına geçen Vadah Hanfar’ın el birliğiyle bir savaş makinesine dönüştürdükleri bu kanalın öyküsü H.G. Wells’in ünlü eseri Dr. Moreau’nun Adası’ndan bile daha fantastik. El Cezire’nin ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden kardeşi El Arabiya’nın bölgeyi Dr. Moreau’nun Adası’na dönüştürmenin en önemli araçları olduğunu görmek için “ayrıntıya” bakmak mı gerek?

İşte o “yaratık”lardan birinin sözlerini aktarıyor aynı Amerikan gazetesi: “Bana yakaladığınız Alevilerin bedenini getirin de etlerini doğrayıp, satayım” diyor bu kadın kasap… El Arabiya ve El Cezire işte bunları “yaratıyor”.

Toplantıların arasında kısaca Türkiye’deki gazetelere göz gezdirme olanağımız oluyor. Abdullah Gül’ün meclis açılışındaki konuşması manşetlerde… “En büyük desteği verdiğimiz ve yatırım yaptığımız Suriye'nin bölgedeki gelişmeleri okuyamadığını gözlemledik. Gelişmeleri tahlil etmekte geç kaldılar. Suriye yönetimine güvenmiyoruz. Ancak Türkiye her şeye rağmen kadim dostu Suriye halkının yanındadır” diyor Cumhurbaşkanı.

Suriyeli yoldaşlara aktarıyor ve şeytanın o iğrenç yüzünü bu kadar çıplak görmekten ötürü utanıyoruz.

* Meyssan'ın makalesini okumak için tıklayınız.