Zor çekmeyince lor yenmiyor ama bizi artık lor doyurmuyor. Zora boyun eğmeyen, zorluğu irade, disiplin ve kolektif bilinçle yenenler kazanıyor, hep böyle oldu yine olacak.

Zor olmazsa lor yenmez

Bir süredir memleketle ilgili bizden saydığımız, gururla, sevinçle izlediğimiz gündem, Türkiye kadın milli voleybol takımının başarıları oldu. Umuyorum ki daha da sürecek ve bizim içimiz serinlemeye devam edecek.

Kadın voleybolcuların performanslarında bizleri bu denli etkileyenin ne olduğunu düşünüyorum, saymakla bitiremiyorum. Sportif başarının, yani sayı almanın, “ace”lerin blokların, smaçların, setlerin, maçların kazanılmasını izlemek ayrı bir keyif doğrudur, ama biz Türkiye takımının maçlarında bu sportif boyutların çok ötesinde bir kazanıma heyecanlanıyoruz.

Kadın sporcuların, giyimlerine, yaşam tarzlarına, ilişki tercihlerine, saçlarına başlarına, kısa yoldan söyleyelim varlıklarına kasteden yobaz saldırılara karşı kazandığımız üstünlüğü, karanlığa karşı aydınlığı da görüyoruz bu maçlarda. Sadece biz izleyenler de değil, o salonda ter döken kadınlar da spor müsabakasının ötesinde bir mücadele içerisinde olduklarını biliyor. Hatta belki de bu yüzden, bu sayede, gericiler üstlerine üstlerine yürüdükçe daha da güçleniyorlar.

Öte yandan bu başarının arkasındaki birikimi, tarihi, deneyimi ve emeği de anmalıyız. Kadın voleybolcuların başarılarının görünür olma tarihi ne ironiktir ki Türkiye’nin AKP’li dönemiyle yaşıt. 

2003 yılı Avrupa şampiyonasında aldıkları ikincilik ile ülkenin voleybol tarihinde öncülüklerini kanıtladılar, yıllar içerisinde çalıştılar, emek verdiler ve bugün hâlâ aynı öncülükle ilerliyorlar. AKP’li Türkiye ile yaşıt sayılırlar demiştim, işte şimdi bu “akran zorbalığı”na karşı dimdik mücadele veriyorlar.

Sportif başarı denilen şey pek nankördür. Hangi branş olursa olsun, günler, aylar, yıllar içerisinde hem bireysel hem de kolektif olarak tüm yaşamları kaplayan, olağandışı disiplin gerektiren, fiziksel ve zihinsel olarak üst düzey odaklanma, çaba, çalışma talep eder atlet olmak. Bunca emeğin ardından sadece tek bir maç, tek bir turnuva, tek bir müsabaka ile sınanırsınız. Kazanırsanız, tüm zorluklar kısa süreli de olsa kitlelerle paylaşılabilir olur. Halbuki, çok daha fazla olasılıkla sadece oynayan, yarışan, mücadele edenlerden biri olarak kalırsanız, sen ben bizim takım başbaşa devam edersiniz kaldığınız yerden. 

“Zor çekmeyince lor yenmiyor” derlermiş. Bu sözü Bakiye Abla’dan öğrendim. Bakiye Duran, 1959 doğumlu, Türkiye’nin ilk kadın ultra maraton koşucusu. Hâlâ aktif sporculuğu sürdürüyor, hatta bu yazıyı hazırladığım saatlerde Alp dağlarında Dünya’nın en geniş kapsamlı ultra maraton ve dağ koşu organizasyonlarından olan UTMB (Ultra-Trail du Mont-Blanc) bünyesinde üç yüz kilometrelik bir dağ koşusundaydı. Bu yazı aracılığıyla, 22-29 Ağustos tarihleri arasında toplamda on bine yakın sporcunun Fransa, İsviçre ve İtalya Alplerindeki 8 ayrı rotada koştuğu bu görkemli organizasyona katılan diğer dostlara da başarılar ve kolaylıklar dilemiş olayım.

Dönelim Bakiye Abla’ya, Samsun’un Havza ilçesinde Hilmiye köyünde Tatar göçmeni bir ailenin 8 çocuğundan biri olarak büyüyor. Çocukluğu köyde tarla bahçe işlerinde çalışmak, küçük kardeşlerine bakmak ile geçiyor. Babasının rahatsızlığı yüzünden çalışamaması ile yoksullaşan ailenin geçimi her yaştan kardeşin köy işlerinde çalışması ile sağlanıyor. 

Köyde ailenin geçimi için, kardeşlerine bakmak için, okula yetişmek için koşuşturmakla geçiyor Bakiye’nin çocukluğu. “Cesaret Yalnızdır: Bir Ultra Maratoncunun Hikayesi” başlığı ile yazdığı kitapta, işte o günleri anlatırken kullanıyor deyişi: “Anadolu’da bir söz vardır: Zor oyunu bozar! ama bir söz daha vardır: zor çekmeyince lor yenmez” diyor.

Bakiye Duran, kendi tanımlamasıyla bir Cumhuriyet çocuğu, “beni okumak hakkına sahip olmak kurtardı” diye bağlılığını vurguluyor her fırsatta. Marmara Üniversitesinde Kimya öğretmenliği okuyor, çeşitli illerde öğretmenlik yapıyor ve sonunda 1989’da İstanbul’a öğretmen atandığında şans eseri yolda Avrasya Maratonu afişini görüp yazdırıyor ismini. O yaşına kadar, gerek geçimini sağlamak, gerek oyun olsun diye, gerek kafasını dinlemek gerekse de okul takımı yarışlarında hep koşmuş olan Bakiye, hayatının bu ilk maratonunda kadınlar birincisi ve genel sıralama onuncusu oluyor!

Sonrasında artık hep uzun daha uzun koşulara katılıyor, uluslararası koşulardan davet alıyor. Nihayet 2000 yılında Hollanda'da yine davetle gittiği bir ultra-maraton mesafesi patika koşusu sayesinde dağlarda tepelerde koşmanın özgürlüğünü keşfediyor. İşte bugün de 62 yaşında yüzlerce kilometrelik, günler süren dağ, tepe, çöl koşularında hayatı keşfetmeye devam ediyor. Çok yaşa, çok koş sen Bakiye Abla.

Yazıyı, yine bizlere zorluklara direnme, mücadele etme ve yaşama bağlanma ilhamı verecek başka bir spor gündemiyle tamamlayayım. 

Tokyo 2020 Yaz Olimpiyat oyunlarının tamamlanmasının ardından, Yaz Paralimpik Oyunları 24 Ağustos’ta Tokyo’da başladı. 5 Eylül’e kadar sürecek organizasyonda yaklaşık 4 bin 400 sporcu 22 dalda yarışacak.

1960 yılından beri düzenlenen Yaz Paralimpik oyunlarında çeşitli sakatlık ve engelli gruplarında sporcular 22 ayrı spor branşında yarışıyorlar. Oyunlara Türkiye’den üç ayrı federasyonla 87 sporcu 13 branşta katılıyor.

Türkiyeli sporcular daha oyunların ilk gününden heyecan yaşattılar. Yüzmede dört Türk sporcu finale kaldı. Kadınlar 100 metre sırtüstü S2 kategorisinde Elif İldem, 200 metre serbest S5 kategorisinde Sümeyye Boyacı ve Sevilay Öztürk finale çıktı. 25 Ağustos’taki finallerde, Elif ve Sevilay dünya sekizincisi, Sümeyye dünya yedincisi oldu. Erkekler 200 metre serbest S5 kategorisinde de Koral Berkin Kutlu finalde yüzdü ve dünya beşincisi oldu.

Paralimpik oyunların tartışmasız efsane ismi ise yine bizim adadan. Görme engelli Kübalı atlet Omara Durand, 2016 Rio Olimpiyatlarında üç sprint dalında, 100, 200 ve 400 metre koşularında iki dünya rekoru ile üç altın alarak tarihe geçti. Omara, katıldığı her yarışı kazanma ünvanıyla bu yıl Tokyo’da koşacak. Küba’lı atlet, T12 kategorisinde koşuyor, 30 Ağustos’ta 400 metre ile başlayıp, sonra 4 Eylül 200 metre finaline kadar her gün koşacak, kaçırmayın!

Ne demişti Bakiye Abla, zor çekmeyince lor yenmiyor, ama işte ne yaparsın ki bizi artık lor doyurmuyor. Görün bakın yakındır, soframızda bir kuş sütü eksik olacak. 

Zora boyun eğmeyen, zorluğu irade, disiplin ve kolektif bilinçle yenenler kazanıyor, hep böyle oldu yine olacak.