Düzen muhalefeti son dakikada gol yemiş halı saha takımı gibi 'saymeyoz, saymeyoz!' diye çığırsa da Erdoğan oyunda bir süre daha kalmak için ihtiyaç duyduğu golü buldu. 

Zirveler ve insanlar

2004 yılının Aralık ayı. Brüksel’deki AB Zirvesi. Türkiye için öncekilerden farklı olmaya aday. 2002 yılının sonunda iktidara taşınan Akepe bütün “ezberleri bozuyor”. Reformlar, daha çok da reform vaatleri. Avrupa’ya ve o zamanki Türkiye’ye hâkim olan zihniyete göre “tarihin bir kazası" sonucu doğan Cumhuriyet’e “reset” atılmakta nihayet. Salt Türkiye’de değil, AB Komisyonu tarafında da müthiş bir heyecan var. Muhatap olduğum Komisyon yetkililerinin Akepe’nin “ilericiliği” konusundaki coşkusunu dizginlemekte güçlük çekiyorum. O zaman sanıyorum ki, bu Avrupalı arkadaşlar biraz saf ve bilgisiz. Türkiye’nin siyasal İslamcılarını iyi tanımadıkları için böyle “çocukça” davranıyorlar. Sivas’ta aydınları diri diri yakanların, onlara alkış tutanların kim olduklarını bilmedikleri için böylesine istekli ve coşkulular.  

Zirve 16-17 Aralık tarihlerinde ama Türkiye-AB arasındaki görüşmeler daha 14 Aralık günü başlıyor. Orada görünmüyor olsa da görüşmelerin bir tarafı ABD. 15 Aralık’ta Strazburg’da toplanan Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’nin müzakerelere başlamasına yeşil ışık yakan bir tavsiye kararı çıkıyor. Parlamenterler ellerinde Türkçe yazılı “Evet” pankartlarıyla poz veriyorlar Genel Kurul’da. Parlamentoyu izleyen meslektaşım ve dostum Cem’in yanı sıra gazeteci arkadaşlarımız da sevinçten neredeyse ağlayacaklar bu haberi aktarırken.

Brüksel’deki Türk heyeti öylesine kalabalık ki, toplantıların yapıldığı AB Konseyi binasına ancak çöp asansörüyle girebiliyoruz. Çöp asansörü deyince aklınıza kötü bir şey gelmesin. Büyük çöp konteynerlerinin ve gerektiğinde bir cankurtaranın bile girebileceği taşıma kapasitesine sahip dev bir asansörden söz ediyorum. Geceleri geç saatlere kadar sürüyor görüşmeler. Olağan koşullarda desturla girilen Konsey binasına durmaksızın ısmarlanan “Metin Pide” kutuları her yerde. İsteyene peynirli, isteyen helâl kıymalı. AB’ne giriyoruz diye onların yedikleri mundar şeyleri yiyecek değiliz her halde! Görüşmeler kesiliyor, yeniden başlıyor, sonra yeniden kesiliyor, yeniden başlıyor. Çöp asansörü bir iniyor, bir çıkıyor. Kıbrıs meselesi, Ek Protokol vs. üzerine bitmek bilmeyen pazarlıklar.  Her ne ise, ayrıntıları bir gün mutlaka yazılması gereken kitaba bırakayım.

Neticede Zirve’den Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yeterince karşılamış olduğu ve koşulları yerine getirmesi halinde AB’ne üyelik müzakerelerine başlayabileceğine dair bir karar çıkıyor. Heyetin otele dönüşünde alkışlar, Zirve için geldiği söylenen ve lobide bekleşen yüzlerce kişinin muzaffer Akepe Genel Başkanı’yla aynı fotoğraf karesine girebilmek için verdiği canhıraş ve göz yaşartıcı mücadele. Ankara’ya dönüşte gündüz vakti patlatılan havai fişekler. Herkes emin artık: Şaka değil, birkaç yıl içerisinde AB üyesiyiz!

Geçen haftanın önemli bir bölümünde meşgul olduğumuz Madrid’de yapılan NATO Zirvesi’ni ve sonrasında yapılan değerlendirmeleri izlerken bunları anımsadım. Bugün bulunduğumuz noktayı da. Zirve’de imzalanan muhtıranın içeriği. Uygulanıp uygulanmayacağı? Bağlayıcı olup olmadığı? Kimin kazandığı, kimin kaybettiği?

Yandaş ve “muhalif” televizyonlarda boşanma avukatları ve üroloji mütehassısları da dahil çok sayıda “uzman” NATO  Zirvesi üzerine saatlerce konuştular. Büyük başarı olarak niteleyenler de oldu, geri adım diyenler de. Meselenin başka olduğunu dile getirenler ise azınlıkta kaldılar. Bu çerçevede, mutlaka okumuşsunuzdur ama yine de Aydemir Güler’in önceki gün yayınlanan yazısını hatırlatmış olayım. 

Hani hep deniyor ya “Akepe güç kaybediyor”, “Liyakat kalmadı”, “Eski Akepe daha iyiydi” filan diye. Madrid Zirvesi sonrasında aklıma gelenlerden biri de bu yargılarda doğruluk payı bulunabileceği oldu. Akepe Genel Başkanı’nın Türkiye’ye dönüşünde havai fişek patlatmak kimsenin aklına gelmedi örneğin. Açıkçası Melih Gökçek gibi bir siyasi dehanın eksikliği hissedildi. Kesekağıdı yapmak dışında pek az işe yarayan basılı kağıt parçalarının tek elden çıkma başlıkları pek de coşku yaratmadı. Dolar düştü veya asgari ücret açlık seviyesine doğru iki gıdım daha yol aldı diye çekilen halaylar, asrın liderinin kutlu Madrid gazasından esirgendi. Kutlama için uygun vesile teşkil edebilecek Bursa “temel atma” şovu sağlık sorunu gerekçesiyle iptal edildi ve çoğunluğu alana çeşitli yollarla “ikna edilerek” getirtilen kitleler gönüllerin seçim galibi Binali Yıldırım’ın ölüyü dirilten (!) eşsiz konuşma  üslubuna maruz kaldılar. 

Evet, NATO Zirvesi bitti. Çeşitli vesilelerle dünyaya “ahlak ve demokrasi” dersi veren İsveç ve Finlandiya’nın bir savaş ve dehşet örgütüne kabulüne dair süreç başlatıldı. Bu sürecin ana unsuru iki ülkenin katılımının mevcut üyeler tarafından onaylanması. Her ülkenin mevzuatını bilmiyorum ama bu onay süreci de genellikle parlamentolarda gerçekleşir. Olası bir yanlış anlamayı düzeltmek için şunu da not düşelim: Bu onay sürecinin Madrid’de imzalanan dörtlü muhtırayla bir ilgisi yoktur. Kuzey Atlantik İttifakı Anlaşması’nın iki yeni üyeyle genişletilmesidir onaylanacak olan. NATO Genel Sekreteri, yeni üyelerin katılımının normal koşullarda bir yıl kadar sürebileceğini ancak konjonktür dikkate alınarak üye ülkelerden onay sürecini hızlandırmalarını beklediğini belirtti. Bu hızlandırmanın somut sonucunu önümüzdeki aylarda göreceğiz. Benim tahminim, üyeliklerin yeni yıldan önce gerçekleşmeyeceği. 

Akepe Genel Başkanı ise İsveç ve Finlandiya’nın imzalanan muhtıraya uymamaları halinde Türkiye’nin onay sürecini başlatmayabileceğini söyledi. Önceki gün TBMM’nin 1 Ekim’e kadar tatile girdiğini de öğrendik. Bunun anlamı konunun önümüzdeki üç ay Akepe’nin gündeminde olmayacağı. Elbette Karayel’den esen rüzgârın şiddetlenmesi planları değiştirebilir. Bu arada Türkiye’nin ulusal çıkarıyla da güvenliğiyle de hiçbir ilgisi bulunmayan pazarlıklar sürecektir. Yine de ikinci veto girişiminin ömrünün de ilki kadar uzun olabileceği tahmine müsaittir.

Zirvenin içeriği bağlamında neredeyse her şey yazıldı, söylendi. Asıl mesele Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu tehditler olmadığı gibi Türkiye ile İsveç ve Finlandiya arasında “terör örgütlerine yaklaşım farkı” filan da değildi. Akepe Genel Başkanının isteği başından beri ABD Başkanı Biden ile bir araya gelmek ve “sıcak bir fotoğraf” vermekti. Bunlar oldu. Düzen muhalefeti son dakikada gol yemiş halı saha takımı gibi “saymeyoz, saymeyoz!” diye çığırsa da Erdoğan oyunda bir süre daha kalmak için ihtiyaç duyduğu golü buldu. 

Yazıyı uzatmamak için ayrıntıya girmiyorum ama bunları geçen Cuma gecesi değerli gazeteci Musa Özuğurlu’yla  Sınırsız TV’de uzun uzun konuştuk. Zaman bulursanız, izlemenizi (https://youtu.be/iOmES23sYdg) öneririm.

Zirveler ve insanlara dair masalımız burada sona erdi.  NATO’suz, savaşsız, patronsuz ve sömürüsüz bir dünya kararlılığıyla biz çıkalım kerevetine!