'Hepsi treni sallamaktan öteye gitmiyor. Hepsi sınıfsallığı, burjuva niteliği görmezden geliyor. Hepsi uzlaştırmacı.'

Zincirin halkaları… Zincirleri kırmak…



Her gün onlarcasını görüyoruz düzen içi zincir halkalarına destek ve eklemelerin.

Muhalefetteki siyasi partiler bir yandan “başkanlı rejim”in mevcut başkanı gitmeli derken diğer yandan aday tartışmalarının içinde boğuyor halkı. Liderler “ben” sözcüğünü sevdi.

Sermaye sınıfı ve siyasal temsilcileri gericilikle el ele verdi; kanıksatıyorlar ağırlaşan sömürüyü, pahalılığı, işsizliği, açlığı, yoksulluğu, yoksunluğu, işçi cinayetlerini, kadın cinayetlerini, çocuk istismarlarını, dinselliği, milliyetçi kavgaları.    

Eski adalet bakanlarından Prof. Dr. Hikmet Sami Türk’ün 28 Ekim 2022 günlü Cumhuriyet Gazetesindeki, 2017 yılında başkanlı rejimi getiren Anayasa değişikliklerinin bir maddeyle yürürlükten kaldırılması önerisi de bu arada girdi devreye. Hem de CHP’nin laiklik karşıtı yasa önerisi üzerine AKP’nin anayasa değişikliği önerisi gündemdeyken.

Hikmet Sami Türk 2017’de Anayasa değişikliğiyle getirilen başkanlı rejime ilişkin hükümlerin 146 yıllık yazılı anayasa geleneğine ters düştüğünü, parlamenter rejimin yeniden kurulması gerektiğini, bu birikimin 1982 Anayasası’nda 1987-2016 yılları arasında yapılan değişikliklerle ortaya çıkmış metinde bulunduğunu belirtiyor.

Başkanlı rejimle girilen darboğazdan çıkılarak parlamenter rejime dönüş için geniş katılımlı ve toplumsal mutabakata dayalı bir anayasa çalışması vurgusunu yaparak bunun zaman alacağını söylüyor. Önerisi, parlamenter sisteme dönüş için en pratik, kısa zamanda sonuç verebilecek kestirme yolun 2017’de yapılan anayasa değişikliğini -kazanılmış siyasi haklar olarak TBMM üye tam sayısı ve milletvekili seçilme yaşı dışında- tersine çevirecek, daha önce 1987’den itibaren çeşitli kanunlarla yapılan anayasa değişiklikleriyle ulaşılan demokratik hukuk devleti ilkelerine dayalı parlamenter rejime dönülmesini sağlayacak bir anayasa değişikliğine gitmek. Yani 2017’de yapılan değişiklikleri yürürlükten kaldırıp önceki hükümleri yeniden yürürlüğe koyacak anayasa değişikliğini yapmak.

Hikmet Sami Türk bu adımın Türkiye’yi çağdaş bir anlayışla güçlendirilmiş, istikrarlı bir parlamenter rejim içinde daha ileriye götürecek anayasa değişikliklerinin geniş bir toplumsal mutabakatla yapılabileceği yeni bir dönemin başlangıcı da olabileceğini, geriye dönüş niteliğindeki 2017 değişikliğinin önceki duruma getirileceği için, kaybedileni yeniden kazanmak, oradan ileriye doğru yeni bir atılım yapabilecek konuma gelmek anlamını taşıyacağını ileri sürüyor.

Kendi içinde iyiniyetli bir yaklaşım olarak “geriye dönüşten kurtulmak için geriye dönüş” şeklinde özetlenebilecek bu biçimsel öneriyi, Meclisteki anayasa değiştirmek için gerekli 360/400 koltuk tartışmalarını bir yana bırakıp kimi değinmeler yaparak, okuyucuya sunmuş olayım.

146 yıllık anayasal gelenek anlatımıyla hem saltanatla yönetilen Osmanlı ile ilerlemeci, aydınlanmacı Cumhuriyet birleştiriliyor hem de Anayasayı paramparça eden, istediği gibi uygulayan ya da uygulamayan AKP dönemi kapsanıyor. Bu yolculuk sonunda işlevsizleştirilmiş, önemsizleştirilmiş, parmak sayısına hapsedilmiş, sermaye sınıfına bağlı bir parlamento oluşturuldu, ardından başkanlı rejime geçildi.

Parlamento ama hangi parlamento?     

Anayasal gelişme tezleri hangi başlık altında anlatılırsa anlatılsın ekonomik, toplumsal ve siyasal ilişkilerdeki gelişmelerin ürünü ve etkisiyle ortaya çıkacağından, parlamenter rejimi 2017’den önceki durumuyla, “oradan ileriye doğru yeni bir atılım” olarak düşünmenin ilerlemeyle ne kadar uyumlu olduğunu düşünmek gerekir.

Parlamentonun üzerinde sermaye sınıfının ve siyasal temsilcilerinin egemenliği AKP dönemiyle de sınırlı değil. Gelişme derken, ilerleme ile gerilemenin hem yön hem de etken olarak anlam ve içeriklerini sınıfsallıkla okumadan nokta konulamaz.     

Anayasalar herkesin üzerinde istediği gibi oynadığı kalem/kâğıt metinleri yapıldı. Öz söze hapsedildi, söz de çoğu kez kâğıt üzerinde kaldı. AKP başrolde. Başkaları da aynı yöntemle başkanlı rejime yeniden geçişi denerse hangi gelişmeden söz edilecek? 1945 yılında Türkçeleştirilen 1924 Anayasasının 1952’de eski durumuna dönüşü anımsanacaktır.

12 Eylül 1980 darbesinin ürünü olan, demokrasiye geçilecek diye kabul ettirilen, kimi el atmalarla kısmi olumlu değişiklikleri içeren ama AKP döneminde -2010’daki yetmez ama evet desteği de dahil- bambaşka bir duruma geçirilen, uygulanmayan hükümleriyle anayasallıktan uzaklaştırılan 1982 Anayasasının meşruiyetinin tartışılması gerekirken, gerideki tarihlerden birine dönmek düzeni meşrulaştırıyor.

Ne önceki parlamenter rejim ne de güçlendirilmesi öngörülen parlamenter rejim bu düzenin dışında olacak.

Hesaplaşma yerine helalleşme tartışmaları, öldürülen laikliği gömecek hukuksal girişimler, Anayasa Mahkemesi Başkanının “yeni laiklik bakışı” olarak tanımladığı “antilaiklik” üzerine inandırma açıklamaları, tarikat ve cemaatlerin güçlenmesi, vakıflarla yönetim, etnik ayrımcılık, büyülü sandık demokrasisi ve siyaseti, hukukun liberalleştirilmesi, meslek kuruluşlarını tırpanlama girişimleri, pazarlık ve transfere dayalı siyasi partiler… Düzen zincirinin halkalarına eklenecek daha çok örnek var.    

Düzen içi bakışın eleştirisi ne kadar farklı ne kadar sert olursa olsun sonuç değişmiyor: istikrarı sürdürülmesi, reform paketleriyle çatlakların sıvanması, rejim değişikliği üzerine gelgitler, düzenin yıkılmaması… Hepsi treni sallamaktan öteye gitmiyor. Hepsi sınıfsallığı, burjuva niteliği görmezden geliyor. Hepsi uzlaştırmacı.  

Sömürülen çoğunluğun sorunları ve ilgi alanı düzen içindeki biçimsel dokunmalar, sataşmalar, helalleşmeler, uzlaşmalar olamaz. CHP Genel Başkanının da dile getirdiği “Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda” dileği hiç olmaz. Emekçilerin anayasasının yazılıp uygulanması için sömürücü düzenin zaten çürümüş olan zincirlerinin kırılarak gerekli siyasal koşullar oluşturulacak, sömürenlerle de hesaplaşılacak. Başka yolu yok.