'Yıllar önce Avrupa’da bir gösteri sırasında duvara yazılmıştı o söz; 'Ekmek bulamıyorsanız zenginleri yiyin' diyordu. Tükendi ekmek, açlıktan hastalıktan kırılıyoruz. Zenginleri yiyeceğiz mecburen!'

Zenginleri neden yemeliyiz?

Forbes, aynı adlı aileye ait bir Amerikan “iş dünyası” dergisiydi. 2014 yılında Hong Kong merkezli bir yatırım grubuna satıldı. Dergi, düzenli olarak en zengin Amerikalıların, dünyanın en güçlü insanlarının ve milyarderlerinin listelerini yayınlıyor. Hepi-topu bir avuç insandır. Geçen yıla ait listede 2 bin 755 milyarder vardı mesela. Bu bir avuç unsurun serveti bir yıl içerisinde yüzde 60'tan fazla artarak 8 trilyon dolardan 13,1 trilyon dolara yükselmişti. Ölçek olsun, aynı yıl ABD’nin bütçesi 4,8 trilyon dolardı. 

Listede ilk beşi sırasıyla 177 milyar dolar servetiyle Jeff Bezos, 151 milyar dolarla Elon Musk, 150 milyar dolarla Bernard Arnault, 124 milyar dolarla Bill Gates ve 97 milyar dolarla Mark Zuckerberg paylaşıyordu. Bu ilk beşin toplam serveti yaklaşık 700 milyar dolardır.

Bizdeki ilk beş ve servetleri şöyledir: Murat Ülker-6,3 milyar dolar, Ferit ve Filiz Şahenk-5,3 milyar dolar, Rahmi Koç ve Semahat Arsel-4,6 milyar dolar, Sezai Bacaksız ve Nihat Özdemir-4,6 milyar dolar ve Erman Ilıcak-4,4 milyar dolar… Bu da yaklaşık 26 milyar dolardır. Türkiye’nin aynı yıl bütçesi 1 trilyon liranın biraz üzerindeydi. Beş kişinin servetinin toplamı bu bütçenin yarısına yakındır. 

Yakından bakarsanız göreceksiniz; listenin başında İslamcı bir aile vardır. Çoğu iktidarın ayrıcalıklı müteahhitleri arasındadır, özelleştirmeden yok pahasına kapattıklarıyla ve ballı ihalelerle semirmişlerdir. Cumhuriyetin rantını yiyerek semiren Sabancı ve Koç Ailesi’nin listelerde birden fazla üyesi bulunmaktadır. Bu isimler “Forbes Listesi” ortaya çıktığından bu yana listenin demirbaşlarıdır. Öte yandan özellikle son 10 yılda listede basamakları üçer beşer atlayarak tırmanan bazı aileler vardır. Bunların başında Limak, Cengiz ve Demirören aileleri gelmektedir. En zengin ilk 100 Türk listesini oluşturanlar birbiriyle akrabalık ilişkileri de olan saf bir sınıf görünümündedir.

Bu yüz kişinin serveti krizlere, salgınlara, afetlere, savaşlara rağmen düzenli olarak artmaktadır. Salgınla sarsılan 2020 yılında en zengin 100 kişinin serveti bir önceki yıla göre 5 milyar 225 milyon dolar artarak 100 milyar 400 milyon dolara çıkmıştı. 2021’de salgına rağmen servetlerinin üzerine bir yüzde 50 daha eklediler, daha bir zenginleştiler. Toplayın çıkarın, en zengin yüz asalak, ülkenin geri kalanına bedeldir. 85 milyonluk ülke bu yüz kişiyi beslemek için çalışmaktadır. 85 milyon yurttaşımız, bu 100 kişi servetlerini büyütsün diye açtır, açıktadır.  

***

Daha bunun bankası şusu busu var. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) Şubat ayı verilerine göre bankaların kârı ilk iki ayda geçen yıl ilk iki aya göre yüzde 323 artarak 38 milyar 999 milyon liraya yükseldi. Kamu mevduat bankalarının kârı yüzde 1.682 artarken yerli özel mevduat bankalarının kârı yüzde 358, yabancı mevduat bankalarının kârı ise yüzde 179 yükseldi. 

“Ekonomist Reis”in mucizelerinden biridir bu da. Politika faizinin yüzde 14’e düşmesinin ardından mevduata düşük faiz uygulayan bankalar bu paraları yüzde 28 ila yüzde 40 arasındaki oranlarla tüketicilere, esnafa ve üreticilere sattılar. Ortaya böyle dev bir kâr çıktı. İnanılmaz bir soygun düzeni kurduklarının en somut delilidir. 

***

Son 20 yılda dünya ekonomisi 2009’da yaşanan durgunluğa rağmen yaklaşık yüzde 69 oranında büyüdü. Fakat bu büyümenin yoksullara hiçbir faydası olmadı. Dünya nüfusunun yüzde 84’ü halen günlük 20 dolar ve altında bir gelirle yaşıyor.

Peki büyüyen ne? 2016’da dünyada varlığı 1 milyar doları aşan 1.810 kişi vardı. Bir yıl sonra bu sayıyı 2 bin 43’e yükseldi. Geçen yıl 2 bin 755 kişi olmuşlardı. 2000’de Forbes’un milyarderler listesindeki ilk on zenginin toplam varlığı 270 milyar dolar iken, 2017’de 612,5 milyar dolar oldu. Dünya ekonomisinin yüzde 70 bile büyümediği bir zaman aralığında ilk on zenginin varlığı 2,2 katına çıktı.

Dünya Eşitsizlik Raporu'nun 2021 sonuçlarına göre en tepedeki yüzde 1, 1990'ların ortasından bu yana biriken tüm servetin yüzde 38'ini; en alttaki yüzde 50 ise bu servetin sadece yüzde 2'sini aldı. 

Bizdeki rakamlar da dünyadakine paraleldir. Aynı dönemde serveti 1 milyar doları aşıp Forbes’un listesine giren zengin sayısı 4’ten 29’a çıktı. Bu listede olanların toplam serveti 2000 yılında 21 milyar dolar iken 2017’de 48,5 milyar dolara ulaştı. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2015 yılı itibariyle Türkiye’de en zengin yüzde 20’nin geliri, en düşük gelirli yüzde 20’nin gelirinin 7,6 katıdır. Dünya Eşitsizlik Raporu'na göre Türkiye'de en zengin yüzde 10 tüm gelirin yüzde 67'sini alıyor. Geriye kalanın yüzde 4’ünü en yoksul yüzde 50, yüzde 29’unu ortadaki yüzde 40 paylaşıyor.

İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam, dünyanın en zengin 2 bin 153 kişinin elinde bulunan servetin 4,6 milyar kişinin toplam servetinden fazla olduğunu açıkladı. Yani bir avuç asalak dünyanın yarısının kanını emerek beslenmektedir. Yoksulluk varsa, açlık varsa, susuzluk, cahillik, kıtlık, savaş varsa bu iki bin küsur asalak yüzündendir. Adı geçen kuruluş da diyor ki, “aşırı servet, işlemeyen bir ekonomik sistemin emaresidir.” Ortada bir sistem de yoktur aslında, çürümüş, kokuşmuş bir yapı vardır. Bu tekelci düzen her şeyiyle büyük bir iktisadi çöküşün ve tabii dehşetli bir insani dramın müsebbibidir. 

***

“Kapital”inde Marx, kapitalist üretimin üç temel olgusunu şöyle sıralıyor:

1) Üretim araçlarının az sayıda elde toplanması ve böylece bunların, doğrudan kullanan işçilerin mülkiyetinden çıkıp, toplumsal üretim güçleri halini alması,

2) Emeğin kendisinin toplumsal emek halinde örgütlenmesi,

3) Dünya pazarının yaratılması.

Emekçinin üretim araçlarına erişmesi imkânsız hale getirilecek ve bu yolla özgürleşmiş emekçi, emek gücünü ücreti karşılığında kiralamaya, üretici yeteneğini başkasına devretmeye razı edilecek. Böylece emek emekçiden ayrılacak, bir toplumsal ilişki biçimi olmaktan çıkıp nesneleşecek. Bu özgürleşmenin ardından ücretli emekçiler büyük sayılar halinde fabrikalarda toplanacak ve üretimin ihtiyaçlarına göre yeniden organize edilecek. Üretim arttıkça, ulusal sınırlar aşılacak ve dünyanın kendisi bir pazar haline getirilecek. Piyasa toplumuna giriştir. 

Bu kehanet bugün en aşırı biçimlerine bürünmüştür. Büyük sermaye sadece emekçileri değil, küçük sermayedarları da mülksüzleştirerek ilerledi. Dünya pazarını ele geçirerek ilerlerken dünyanın büyük bir bölümünü de Sanayi Devrimi’nin başında köylüleri düşürdüğü o vahşet durumuna geri döndürdü. Dünya artık sayısı belli bir avuç zenginden ve onların sürekli açlık sınırına doğru ittiği milyarlarca yoksuldan oluşuyor. Mülkiyet tekelleşti, serbest rekabet sizlere ömür. 

“Emperyalizm”inde Lenin ekliyor; “Serbest rekabet genel olarak kapitalizmin ve meta üretiminin temel özelliğidir. Tekel, serbest rekabetin tam karşıtıdır. Fakat serbest rekabet gözlerimizin önünde tekele dönüştü; küçük sanayinin yerine büyük çaplı sanayi ortaya çıktı; büyük çaplı olanın yerine daha büyük çaplı olan geçti; üretim ve sermayenin yoğunlaşması, içinden tekelin çıktığı ve halen çıkmakta olduğu noktaya kadar ilerledi: karteller, sendikalar, tröstler; bunlarla birleşen ve milyarları manipüle eden bir düzine civarında bankanın sermayesi. Serbest rekabetten doğmuş olan tekeller aynı zamanda serbest rekabeti ortadan kaldırmakta, onun üzerinde ve onunla yan yana varlıklarına devam etmektedirler; ve buradan bir dizi, gayet şiddetli, yoğun çelişki, sürtüşme ve çatışma doğmaktadır. Tekel, kapitalizmden daha üst bir düzene geçiştir.” Güzel, meta ihracından sermaye ihracına ve böylece serbest rekabetten tekelciliğe geçmiş oluyoruz. İngiltere dünyanın atölyesi olarak ortaya çıkmıştı, ABD dünyanın bankasına dönüşerek süreci mantıki sonucuna erdirmiştir. Özel mülkiyete dayalı bir düzen, özel mülkiyeti ortadan kaldırarak ilerledi. Tekelci aşamada mülkiyeti bütünüyle ortadan kaldırdı. Mülkiyet bir avuç süper zenginin, sayısı üç bini bulmamaktadır, ayrıcalığıdır artık. 

Ara sonuçları da var bu gelişmenin. Esinini serbest rekabetten alan parlamenter sistem ve ona dayalı demokratik yönetimler de ortadan kalktı bir bir. Tekelcilik kendine doğrudan bağlı diktatoryal iktidarlar istiyor çoktan beridir. Ve bir bütün olarak dünyayı ve insanlığı çürüterek ilerliyor.

***

İşte düzen, işte sonucu. Yeryüzü bir avuç asalak semirsin diye açlık ve yoksulluk içinde kıvranıyor. Bu yaygın acı karşısında dinin ve düzen siyasetinin söyleyebilecek sözü kalmadı. Eşitlikçi bir toplum kurmak, bu acılara son vermenin biricik yoludur artık. 

Yıllar önce Avrupa’da bir gösteri sırasında duvara yazılmıştı o söz; “Ekmek bulamıyorsanız zenginleri yiyin” diyordu. Tükendi ekmek, açlıktan hastalıktan kırılıyoruz. Zenginleri yiyeceğiz mecburen!