Çocukları, kadınları öğüten bir karanlık kuyuya çevirdiler vatanı. Devrim insanı yüceltmişti, karşı devrim ezmekte, küçültmektedir.

Zamanımızın bir Müslümanı

“Çuvalın ağzını bağlarken Narin olduğunu anladım. Dere yatağına götürdükten sonra eve dönüp namaz kıldım, aramalara katıldım…” Hepsini unutacağız; vahşet, acımasızlık, vicdansızlık, ahlaksızlık hepsi uçup gidecek, bir küçük kızın katlinden geriye işte sadece bu kalacak. Alnı secdeye varanların düzenindeyiz çünkü. Hukuk yok, kural yok, ahlak yok, vicdan yok, adalet yok, sadece kulluk-kölelik baki. Piyasa ile ittifak yapmış bir inancın vahşi doğasındayız. Haliyle eskiden olduğu gibi kadınları ve çocukları sildiler hayattan. Silemediklerini öldürüyorlar, sonra gidip namaz kılıyorlar… Namaz artık bir ibadet usulü değil, düzenin uzantıları arasında bağ kurmaya yarayan bir şifredir. Birlikte secde ediyorlar, birlikte suç işliyorlar, birlikte çalıyorlar ve birlikte öldürüyorlar.

“Beynamaz”, Farsça “binamaz” sözcüğünün bozuk halidir. Namaz kılmayan, haliyle pis, kimse demek. Temizlik işareti sayılıyordu, tersine döndürülmüştür. Temiz olduğu bir dönem oldu mu, bu artık güncel bir sorudur. 

Oruç, namaz, abdest, İslam'a “Sabiilik’ten” geçen ritüeller. Sabiilik yıldız tapımıdır. Namazı yedi vakittir; yedi-heft-hafta, Güneş, Ay ve o çağda bilinen beş gezegenden türetilmişti. Hepsi tanrıdır ve her tanrının bir günü vardır. Yere kapanarak Güneşin, tanrıdır, ilk ışıklarına yüz sürmek, namazın esası budur. Vaftiz veya abdest ise her inançta var, antik Mısırlılarda yaygındı. Oruç da öyle. İslam’ın buluşları değil, yıldız tapımının bakiyeleridir bunlar. Yenilik, yağma ve kadın köleliğindedir. Maddiyet ruhiyattan öncedir her zaman. İlk Müslümanların çoğu ganimetlerden pay alabilmek için Müslüman olmuşlardır. Yani namaz, başlangıçta da asıl amacı saklayan bir örtüden ibaretti. Döndük başa…

Bir kız çocuğunu dereye attıktan sonra dönüp namaz kılıyor, sonra hiçbir şey olmamış gibi aramalara katılıyor. Zamanımızın Müslümanıdır bu. Böyle bir tipin herhangi bir tanrıya inandığına inanamayız. Varsa bir tanrısı, vicdansız ve ahlaksızdır. Denildiği gibi insanların tanrıları kendisine benzer; çocuk katilinin tanrısı da çocuk katilidir haliyle. Çürürken ve çökerken tanrı ile kulu arasındaki fark ortadan kalkar, birbirlerine yaklaşıp aynılaşırlar. 

***

Çöküşün izinden gidiyoruz. Toplumların çöküşü dinselleşme şeklinde tezahür ediyor. Çöküş ile dinselleşme arasında bir bağ var, artık görüyoruz. 12 Eylül bir çöküşün miladıdır, içinde derin bir dinselleşme var. Osmanlı çökerken, Abdülhamit, dinselleşiyordu. Roma’nın çöküşünde mutlak din var. Dinler tarihi çöküşlerin tarihidir. 

Peygamber Kureyş’in peygamberiydi ama Emevi ailesinden Osman yeni devleti bir Emevi arpalığına dönüştürmüştü. Emevilerin ve Kureyş’in onun zamanında elde ettiği ayrıcalıklarla merkezinde Emevilerin ve Kureyş’in olduğu imtiyazlı bir sınıf oluştu. Son halife Ali’nin müdahalesi çökmekte olan halifeliği ayakta tutmaya yetmeyecekti. Asiler mızraklarının ucuna Kuran takarak Halifeyi durdurdu. Demek ki Ali zamanında kitabın kutsallığına inanan pek az Müslüman vardı. Halife öldürüldü ve İslam tarihi için yeni bir dönemin başlama vuruşu yapılmış oldu. Osman zamanında Şam Valisi yapılan Muaviye halifeliğini ilan etti, seçimi kaldırdı, fiili cumhuriyeti yıktı. Halifelik, onu silah zoruyla ele geçiren Muaviye tarafından 662 yılında fiilen ve hukuken ortadan kaldırılmış oldu.

Halife Muaviye şartların zorlamasıyla imana gelmiş gönülsüz bir Müslümandı. Seçimle gelen ilk halifelerden nefretini saklamıyordu. Bir despottu ve din, üzerine giydiği iktidar kaftanının bir süsünden ibaretti. Halka zulmetti, soydu, bastırdı, zamanın ruhuna uygun bir “devlet” ortaya çıkardı. Emevi devleti görünüşte bir “İslam devleti”ydi ama gerçekte sıradan bir krallıktan farkı kalmamıştı. Emevi tarihinin geri kalanı bir ahlaksızlık, yolsuzluk, gasp, yağma, cinayet, katliam hikâyesidir. 90 yıl ayakta kalabildiler, küçük bir ayaklanmayla yıkıldılar. Dinselliğin eşlik ettiği ilk çöküşlerdendir. 

***

Roma’da, İmparator Konstantin’in tebaası için yeni bir din imal etmesinden 300 yıl önce, bir darbe oldu. Darbeciler Tiberius’u indirdiler ve yerine evlatlık Caligula’yı oturttular. Çaresiz halk aradığı kurtarıcıyı nihayet bulmuştu. Sevinç sokağa taştı, kurbanlar kesildi, çılgın danslar edildi. Cumhuriyetin sakillikleri nihayete eriyordu, öyle umuyorlardı. Ama Caligula Firavun olmak istiyordu. Küçük başarılarını abarttı, kalabalıkları hediyelerle, önemsiz fetihlerle kandırdı. Halkın desteğini arkasında hissettikçe kontrolden çıktı. Yasaklanan İsis inancını serbest bıraktı. Mısır’dan dikilitaş getirtip şehrin ortasına diktirdi. Firavunlar kız kardeşleri ile evleniyordu, o da niyetlendi ama kız kardeşi vakitsiz ölmüştü. Atına özel ve pek lüks bir saray yaptırdı. Zavallı hayvanı konsül seçtirmeyi planladığı da iddia ediliyor ki, biliyorsunuz bugün bizde de seçilmişleri var! Nihayetinde sarayında her türlü sapkınlık olağan bir davranış biçimine dönüşmüştü. Bıçak kemiğe dayanınca, 41 yılında, sarayın karanlık koridorlarından birinde bir uyuz it gibi öldürüldü. 

Bu tuhaf adamların iktidarı altında Roma içten içe çürümekteydi. İnsan aklına güven yitip gitmişti. Fal, büyü, gizem, mistisizm, her türden tuhaf inanç hızla yayılıyordu. Sihirbazlar, büyücüler, müneccimler, kâhinler Roma sokaklarında fink atıyordu. Arada nevzuhur peygamberlere, ahlaki sorumluluğunu çoktan yırtıp atmışların toplandığı tapınaklara da rastlanıyordu. Caligula’nın sofrasından kalkan Roma sosyetesi yeniden canlanan eski dinsel derneklere akın ediyordu. Arkaik dualar vahşi danslara karışıyor, her köşede sapkın tanrılar türüyordu. Tam bir “manevi hazırlık” dönemiydi bu. 

Hıristiyanlık işte bu hayhuy içinde doğdu ve karşısında her türlü doğaüstü zırvayı büyük bir iştahla tüketen büyük kalabalıklar buldu. Romanın milattan sonraki ilk yüzyılı bu açıdan büyük bir laboratuvardır. Ortadoğu’nun bütün dinleri Roma’nın üzerine yığılmış gibiydi. Sanki Caligula sapkınlıklarıyla yeni dinlerin yeşerip büyümesi için doğal bir habitat yaratmıştı. Ahlaksız Caligula’nın peygamber olamaması tamamen tarihin bir cilvesidir. Hikayesinde bu terfiye uygun pek çok malzeme var. Orta çağa işte böyle yuvarlandık, sınırsız bir dinselliktir. 

Din ile toplumların çözülmesi arasında doğrudan bir ilişki saptayabiliyoruz. Din yükseliyorsa toplum çözülüyor, dağılıyor ve bir çöküşe doğru sürükleniyor demektir. Bunlar, Caligulaları ortaya çıkaran zehirli habitattır. Dinler tarihi çöküşlerin tarihidir. 

***

“Çuvalın ağzını bağlarken Narin olduğunu anladım. Dere yatağına götürdükten sonra eve dönüp namaz kıldım, aramalara katıldım.” Burada açık, çıplak bir çürümenin işareti var. Çürüyen her şey düzenin çarpıklığına ve sonunun yaklaştığına işarettir. Tanrısı, iktidarı, inancı, refahı, hukuku, gücü, neyi varsa hepsi koca bir yalandan ibaret artık. Duyduğunuz küçük sarsıntılar yaklaşan korkunç bir fırtınanın habercisidir.

***

Tabii devrimler de çürür. Sovyetlerin çözülüşüne de ağır bir dinsellik eşlik etti. Ortodoks Kilisesi düştüğü yerden kalktı, toplum üzerindeki denetimini yeniden kurdu, günlük hayata yeniden hâkim oldu. Komünizmin başarısızlığı diyebilir miyiz?

Bundan daha fazlası olduğunu biliyoruz. Sovyetlerin çözülüşü aslında 1789 ile başlayan devrimler çağının kapanışıdır. 1789 ile 1917 ve tabii 1923 arasında bir bağ ve süreklilik var. Bunlar aynı devrimin varyasyonlarıdır. Bu durumda Devrim Tarihi 1789’da başladı ve 1991’de sona erdi diyebiliriz. Yıkılan sadece Sovyetler değil bir bütün olarak devrimimizdir. 

Devrimi ise halkla ve işçi sınıfı ile teşhis edebiliyoruz. Halkların ve işçi sınıfının yükselişi devrime delalettir. Devrim yoksa halklar da işçi sınıfı da düşer. Düşmüşlerdir. 

Devrim kapanınca ve halklar-işçiler düşünce cumhuriyetin de ayakta kalamayacağınızı biliyoruz. Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti devrim yetmezliğinden yıkılmışlardır. Şimdi karşı devrim dönemindeyiz, çöküş ve dinselleşme şeklinde tezahür etmektedir. Dinselleşen ve çökenler, halklar ve işçilerdir. 

Dinselleşme bayağılaştırır, öğrenme dürtüsünü ortadan kaldırır ve cahilleştirir. Olgunlaşmış şekline “ümmet” diyoruz. Ümmi, ümmetten türetilmiştir ve okuma-yazması olmayan cahil demektir. Bunlar, ümmete, halklar-işçiler düzleminden çıkıp tarikatlar düzenine geçişe hazırlıktır. Devrim insanı yüceltmişti, karşı devrim ezmekte, küçültmektedir. Serbest düşüş dönemindeyiz. Duyduklarımız düşen, küçülen insanın tüyler ürpertici çağlıklarıdır. 

***

Yalnız, bunları, umutsuzluğu çoğaltmak için yazmıyoruz. Umutsuzluk halini, cahilleşmeden ayrı düşünemeyiz. İnsan umudunu yitirirse, belleğini kaybederse, tarihini silerse dinselleşir. Toplama kampından ödünç alarak söylüyorum, müslümanlaşır. 

Ne diyor zamanımızın Müslümanı? “Çuvalın ağzını bağlarken Narin olduğunu anladım. Dere yatağına götürdükten sonra eve dönüp namaz kıldım, aramalara katıldım…” Böyle insan, böyle köy, böyle din, böyle ibadet, böyle inanç, böyle tanrı mı olur? 

Çocukları, kadınları öğüten bir karanlık kuyuya çevirdiler vatanı. Devrim insanı yüceltmişti, karşı devrim ezmekte, küçültmektedir. Demek ki serbest düşüş dönemindeyiz. Duyduklarımız düşen, küçülen insanın tüyler ürpertici çağlıklarıdır. 

Bizim ise karanlığı yırtan bir bakışımız var, umutla kuşanmış haldeyiz. İnatla direnmemiz bundandır. Umutluyuz ve acelemiz var, bu karşı devrimi parçalayacağız.