Bu YÖK’ten yükseköğretimin niteliğini artırmasını ve üniversitelerin ulusal sorunlara çözüm üretmesini beklemek, abesle iştigal etmekten başka bir şey olmuyor.
Bilindiği gibi tarikatçı olduğu söylenen ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin genel sekreterliğini yapacak kadar da piyasacı olan Prof. Dr. Mehmet Sağlam’ın YÖK başkanlığında (1992-1995), Kasım 1992’de 2. öğretim programları başlatılmıştı. Bu program üniversite sınavını kazanma şansı olmayıp bir vakıf üniversitesinin bedelini karşılayamayacak olan orta sınıf aile çocuklarına verilen bir fırsat olmuştu. Bu programlar paralı idi ve dersler mesai saatleri dışında açılıyordu. Bu programın ücretini ödeyebilecekler diploma sahibi olacakları için ve programda görev alan akademisyenler de gündüz programlarına göre çok daha yüksek ders ücreti alacakları için pek memnunlardı. Bu programlar yeni kurulan taşra üniversitelerinde hızla yayılmıştı ve ciddi üniversiteler ise bu programlara pek yüz vermemişti.
2. öğretimin niteliksiz olacağı, bu programlar açıldığında olduğu gibi geçmiş yıllarda da çok kez dile getirilmişti. Prof. Dr. Erol Özvar, 30 Temmuz 2021’de YÖK başkanlığına getirildiğinde, bu programların niteliksiz olduğunu biliyordu. Üç yıldır bu programları uygulamakta bir sakınca görmeyen Erol Özvar, nedense 2024 Temmuz başında, devlet üniversitelerinde 2. öğretim programlarının kapatıldığını, mimarlık, eczacılık, psikoloji, beslenme-diyetetik ve temel bilimlerle ilgili bazı programlarda kontenjanın azaltıldığını açıklıyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır deyişini haklı çıkarırcasına Erol Özvar, “Bu dönem üniversitelerimizdeki program kalitesini artırmaya yönelik belki de en önemli çalışmamız devlet üniversitelerimizdeki ikinci öğretim programlarının kapatılması olmuştur” diyor. Açıklamasının devamında da, “Vakıf üniversitelerinde, devlette olduğu gibi, ikinci öğretim programları yerine istihdama duyarlı ve geleceğin mesleklerine uygun programlara dönüştürülmesi temin edilecektir” diyerek tek açıklamada toplumu iki kez kandırmaya yelteniyor.
Yükseköğretim konularıyla ilgilenenlerin ya da çocukları yükseköğretimde okuyanların en iyi bildikleri sorunlardan ikisi, yükseköğretimin giderek niteliksizleştiği ile iş bulamayan yükseköğretim mezunlarının çoğunluğu oluyor.
Yükseköğretime kayıtlı öğrencilerin büyük çoğunluğunun 2 yıllık ön lisans programlarında, açıköğretimde ya da uzaktanöğretimde okuması, yükseköğretimin nitelikli olmadığının temel bir göstergesi oluyor. Ayrıca ağırlıklı olarak üniversitenin özerkliğine aldırmayıp laik ve bilimsel eğitim karşıtı oldukları için atanan rektörler ve dekanlar yanında gerici sendikaların çöreklendiği yükseköğretimin nitelikli olması söz konusu olmuyor. YÖK ise gerçekte niteliğe önem vermediğini, 2. öğretimin kapatıldığını duyurduğu açıklamada, “… gelecek akademik yıldan itibaren Çocuk Gelişimi, Felsefe, Sosyoloji, Tarih ve Türk Dili Edebiyatı açık öğretim programlarına 'ikinci üniversite' kapsamında sadece 35 yaş üstündeki öğrenciler kayıt yaptırabilecek” kararıyla gösteriyor. YÖK kafasına göre, 15 yıl kadar okuldan uzak kalmış kişi, açıköğretim programında örneğin çocuk gelişimcisi olacak! Olacak iş mi?
Son yıllarda 2. öğretim programlarına kayıt yaptıranların sayısının önemli ölçülerde azaldığı görülüyor. Az sayıda öğrenci olduğunda, onlardan alınan ücret, 2. öğretim programlarında ders verenlere ödenecek ücreti karşılayamıyor. Ayrıca normal 4 yıllık lisans programlarını kazanma şansı olmayanlar, paralı 2. öğretim yerine devam zorunluluğu olmayan açıköğretim ya da uzaktanöğretim programlarını yeğliyor. YÖK herhalde nitelik konusunu bahane edip bu gerçekler nedeniyle 2. öğretim programlarını kapatıyor.
Bilindiği gibi YÖK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay gibi, anayasal bir kuruluştur. Bu kuruluşlar, yasal olarak özerk kuruluşlardır. YÖK’ün 14 üyesini Cumhurbaşkanı ve 7 üyesini de Üniversitelerarası Kurul seçiyor. Cumhurbaşkanı’nın bu üyeler ve üyelerden birini de başkan olarak ataması dışında yasal olarak YÖK’ün iç işlerine karışma yetkisi bulunmuyor. Ancak YÖK başkanları ve üyelerinin, 2008’den beri özerk bir kurulun üyesi olduklarını yadsıyıp YÖK’ü Cumhurbaşkanlığına bağlı bir kurula dönüştürdüğü görülüyor. Bu nedenle YÖK’ün kararları, genelde yükseköğretimin laik, bilimsel, ulusal ve evrensel değerini yükseltmek amacına değil Cumhurbaşkanlığının istek ve beklentilerini karşılamak amacına dönük oluyor. Bu YÖK’ten yükseköğretimin niteliğini artırmasını ve üniversitelerin ulusal sorunlara çözüm üretmesini beklemek, abesle iştigal etmekten başka bir şey olmuyor.