Çıkış, her alanda olduğu gibi eğitimde de sosyalizmi konuşmaktan, tartışmaktan, anlatmaktan, sosyalizm fikrini halkla buluşturmaktan geçmektedir. 

Yoksullaşan Türkiye, katmerlenen eşitsizlik, çökertilen eğitim

Tarih 29 Eylül 2020, yer Kahramanmaraş. 50 yaşındaki edebiyat öğretmeni Aziz Serin, yaşadığı mahallede internete bağlanamayınca saat 12.00 civarı evinin yakınlarındaki bir tepeye çıktı ve dersini anlatmayı başardı. Dersten sonra evine dönen Aziz öğretmen öğleden sonraki ders için tekrar aynı yere gitti, ancak 16. 40’taki dersini başlatamadı. Çünkü tepeye tırmanırken kalp krizi geçirip ölmüştü. 

Tarih 5 Ekim 2020, yer İstanbul, Esenyurt. 8 yaşındaki Çınar Mert, internet sorunları çözülene kadar komşusundan internet hattı çekmek için çatıya çıkan babasının ardından çocukça bir hevesle çatıya çıktı ve düşerek hayatını kaybetti. Çınar’a daha yeni bilgisayar alan babası şöyle diyordu: 

“EBA başımızı yedi. Günlerdir EBA ile uğraşıyorduk. Olmadı, çocuğumuzun hayatına mal oldu. Oğlum gitti. Eylül’ün 9’unda doğum gününü kutladık. Oğlum cep telefonundan iki üç gün girdi ama interneti yetiştiremediğimiz için giremedi. İnternetimiz bitti. Her şeyden kısarak bilgisayar almıştık. O gün gelmişti. Oğlum o bilgisayarın kapağını bile açamadı. Olan çocuğumuza oldu.”

Bunlar, uzaktan eğitime dair son bir haftada önümüze düşen iki trajik hikâye. Hepsi ölümle sonuçlanmıyorsa da bunun gibi binlerce, yüzbinlerce trajik hikâye yaşanıyor memlekette. Çünkü yoksuluz, çünkü Türkiye toplumu hızla yoksullaşıyor ve her gün milyonlarca kişi bunun trajik sonuçlarıyla yüzleşiyor ülkemizde.  

Salgın ve katmerlenen eşitsizlik

Türkiye’de eğitim sisteminde özellikle son on on beş yılda korkunç bir sınıfsal eşitsizlik durumu ortaya çıktı. 

Pıtrak gibi çoğalan özel okullar, devletten buraya aktarılan kaynaklar, özel okullardaki imkânların artışına mukabil, devlet okullarında pek bir şeyin değişmemesi… 

Bir yanda on-on beş kişilik sınıflarda okuyan, erken yaşta yabancı dil öğrenmeye başlayan, etütlerle, kurslarla, teknolojik araçlarla desteklenen çocuklar, öbür yanda ise kalabalık sınıflarda, hatta bazen öğretmensiz sınıflarda, özel okul öğrencilerinin sahip olduğu imkânların fersah fersah uzağında okula devam eden çocuklar…

Eğitimin de tıpkı diğer kamusal hizmetler gibi piyasalaştırılmasının ve özelleştirilmesinin sonucu, zenginle yoksul arasındaki derinleşen gelir uçurumuna, derinleşen fırsat eşitsizliğinin eklenmesi oldu. Eğitim, maddi imkânlar itibariyle hayata zaten geriden başlayan yoksul çocukları için okuyarak bir yerlere gelebilme umudunun bir aracı olmaktan giderek uzaklaştı, uzaklaşmaya da devam ediyor. 

Salgınla birlikte bu sınıfsal eşitsizlik katmerlenerek arttı, çünkü eğitime uzaktan erişebilmenin yolu da maddi imkânlara sahip olup olmamaktan geçiyordu. 

Teknolojik altyapısı olan okullar, teknolojiye ulaşma imkânı olan öğrencilerine uzaktan da olsa düzenli bir şekilde eğitim vermeye devam ederken, devlet okullarında okuyan çocukların payına fiili bir “eğitimsizlik” düştü. 

Çünkü devletin televizyon ve internet üzerinden verdiği eğitime “eğitim” demek pek mümkün olmadığı gibi, milyonlarca çocuk tablet ya da bilgisayar sahibi olamamaktan tutun da internet bağlantısına sahip olamamaya ya da kısıtlı bir şekilde kullanabilmeye uzanan bir genişlikte, çok ciddi bir yoksunluk çekiyordu ve bunun da gerisinde elbette ki yoksulluk vardı. 

Bu tablo, artık gizlenemez noktaya geldiğinde, yani haftalardır güzellemeleri yapılan uzaktan eğitimin halkın geniş kesimleri için bir müsamereden ibaret olduğu görüldüğünde, salgının yayılma hızında herhangi bir değişiklik olmadığı, hatta vaka sayısı arttığı halde, okulların açılması kararı alındı.

Okulların açılması uzaktan eğitimin derinleştirdiği sınıfsal eşitsizliğe belki bir nebze de olsa iyi gelebilir ama peki ya eşitsizliğin salgın boyutu?

Hijyen kurallarının yerine getirildiği, temizlik personeli sayısının fazla olduğu, az öğrencili özel okullarla, kalabalık ve hijyenden uzak devlet okullarında okuyan öğrenciler ve elbette ki öğretmenler salgın karşısında eşit olacak mı? 

Bu soruların yanıtını ne yazık ki çok yakında hep beraber göreceğiz, toplum da yaşayarak görecek ve hayatın her alanının olduğu gibi eğitimin de sınıfsal olduğu bir kez daha anlaşılacak. 

Ya öğretmenler?

Türkiye’de kapitalizm içinden öyle kolay kolay çıkamayacağı yapısal bir kriz yaşıyor, krizin faturası da eninde sonunda emekçilerin, çalışanların, yoksulların sırtına bindiriliyor. 

Öğrencilerin boğuştuğu yoksullukla elbette ki öğretmenler de boğuşuyor, üstelik özel-devlet ayrımı olmaksızın. Özel okullarda adeta kölelik ücretiyle çalıştırılan öğretmenler, genel olarak bakıldığında da hızla yoksullaşıyor. 

Özel okul sahibi bakan, eğitimdeki asıl yükü öğretmen maaşları olarak görse de, OECD verilerine göre Türkiye öğretmen maaşları söz konusu olduğunda 33 ülke arasında 27. sırada.

2010 yılında ortalama bir öğretmen maaşı 991 dolara tekabül ederken, bugün sadece 570 dolara tekabül ediyor. 2010 yılında ortalama bir öğretmen maaşıyla 13 tane çeyrek altın alınabilirken, bugün neredeyse yarısı kadarı, yani sadece 6 tane çeyrek altın alınabiliyor. 

Peki durum buyken, kölelik ücretiyle çalıştırılan yüz binlerce öğretmen ay sonunu nasıl getireceğini, borçlarını nasıl ödeyeceğini bilmezken, öğrencilerine ne verebilir, buradan sağlıklı bir eğitim sistemi çıkabilir mi? 

Eğitim sisteminin bir yanında öğrenciler,  diğer yanında öğretmenler… 

İki taraf da yoksullaşmanın, piyasalaştırmanın ve özelleştirmenin yıkıcı sonuçlarını yaşıyor, iki taraf da eğitim sürecine maddi imkânsızlıkların damgasını vurduğu hayatlarla katılıyor, iki taraf da geleceksizlikle karşı karşıya. 

Kamucu, halkçı, laik bir eğitim

Eğitim, iktidarın ve inşa ettiği rejimin karakteristiğini anlamak açısından ilk bakmamız gereken yerlerden biri. 

Bunun bir yanında özelleştirme ve piyasalaştırma varsa, diğer yanında dinselleştirme var. 

Nasıl ki toplumsal yaşamın bütün alanları özelleştirme ve piyasalaştırma ile birlikte dinselleşmeye açılmışsa, aynısı eğitim için de geçerli. 

Eğitim bir yandan özelleştiriliyor, öte yandan imam-hatiplerin, cemaat ve tarikat okullarının, dershanelerinin, Kuran kurslarının sayısı artırılıyor. 

Türkiye’de düzen, sınıfsal eşitsizlik arttıkça dinselleşme ipine daha çok sarılıyor; öğretmenler yoksullaşmaya, yoksul çocukları yoksul kalmaya devam etsin ama seslerini çıkarmasın, biat etsin, hakkını, hukukunu aramasın isteniyor. 

Artık bir yasa halinde her yere yazmalıyız: Kapitalizm Türkiye’nin sorunlarını çözemez, kapitalizm Türkiye’yi düştüğü yerden ayağa kaldıramaz, kapitalizm milyonlarca gence bir gelecek sunamaz.

Her alanda olduğu gibi eğitimde de ihtiyacımız olan şey, özelleştirmeye, piyasalaştırmaya, dinselleştirmeye karşı kamucu, halkçı, laik bir perspektifi savunmaktır. 

Çıkış, her alanda olduğu gibi eğitimde de sosyalizmi konuşmaktan, tartışmaktan, anlatmaktan, sosyalizm fikrini halkla buluşturmaktan geçmektedir.