YÖK’ün piyasacılık ve gericilik bağlamında, darbecilerin en başarılı ürünü olduğunu söylemek mümkündür.

YÖK’e 41 kere … (I)

Az buz değil, 41 yıldır YÖK’le yatıp YÖK’le kalkıyoruz. 

Bilindiği gibi YÖK, Amerikalıların “Bizim oğlanlar başardı” dediği 12 Eylül 1980 darbecilerinin bir ürünüdür. 6 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile kurulmuştur. YÖK’e 1982 Anayasası’nda da yer verilmiştir. Darbeciler YÖK’ü, ağırlıklı olarak üyelerini iktidarın belirleyeceği bir yapıda oluşturmuştur. Yasal olarak başkana verilen yetkiler yanında üyelerinin genelde pasifliği nedeniyle YÖK’ün çalışmalarının niteliğini başkan belirlemiştir. YÖK’ün piyasacılık ve gericilik bağlamında, darbecilerin en başarılı ürünü olduğunu söylemek mümkündür.

41 yıllık YÖK’ün icraatları, AKP öncesi ve AKP’li yıllar üzerinden irdelenebilir. 

Darbe lideri Kenan Evren, 2547 sayılı yasanın mimarlarından Prof. Dr. İhsan Doğramacı’yı 21 Aralık 1981’da ve 1986’da iki kez YÖK başkanlığına atamıştır. 1991’de Cumhurbaşkanı Turgut Özal da İ. Doğramacı’yı üçüncü kez YÖK başkanı yapmıştır. Darbe sonrasında 3’üncü kez rektör atanması zamanı geldiğinde, Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, “Kendi rektör adayımızı kendimiz belirlemek istiyoruz” söylemiyle bir girişim başlatmıştır. Bu girişim üzerine 7 Temmuz 1992’de çıkarılan bir yasayla, üniversitelerin seçimle belirleyeceği 6 adayın, YÖK tarafından üçe indirilip atanmak üzere Cumhurbaşkanı’na gönderilmesi yöntemi getirilmiştir. Bu değişiklik üzerine İ. Doğramacı, 12 Temmuz 1992 YÖK başkanlığından ve üyeliğinden istifa etmiştir. AKP 2007 yılında, YÖK başkanlığındaki hizmetleri nedeniyle İ. Doğramacı’ya TBMM ödülü vermiştir. Çünkü İ. Doğramacı zamanında (bkz. Okçabol 2021),

  • YÖK üyelerinin, rektörlerin ve dekanların genelde Türk-İslam sentezi anlayışında olanlar arasından seçilmesine özen gösterilmiştir. İ. Doğramacı dekanları atamış, gösterdiği dörder adaydan biri rektör yapılmıştır.
  • İ. Doğramacı’nın belirleyici olduğu rektörler, göreve gelir gelmez, akademisyenlerin çoğu YÖK’e karşı çıkarken, YÖK’ün anayasa kapsamına alınması için açıklama yapmıştır. İstanbul Üniversitesi, 2 Aralık 1982’de “haiz olduğu ahlaki faziletler ve meziyetler yanında vatana hizmet ve yurtta ilmin yayılmasında büyük hizmetler ifasıyla temayüz etmiş olduğu gerekçesiyle” darbe lideri Kenan Evren’e onursal hukuk doktorluğu ve onursal üniversite profesörlüğü unvanı vermiştir!
  • YÖK kurulduğunda akademisyenlerin sakal bırakmaları, bazı kitapları ve sözcükleri kullanmaları ve 17:00’den sonra ofislerinde çalışmaları yasaklanmıştır. 
  • Üniversitelere, akademisyenlerin de katılacağı bayrak töreni getirilmiştir. 
  • 95 akademisyen, yargılanmadan ve tüm kazanılmış haklarını kaybederek meslekten atılmış ve onların uzun yıllar mesleklerine geri dönmeleri engellenmiştir. 
  • Yükseköğretim öğrencisinden katkı payı alınmasına başlanmıştır.
  • Üniversiteye türbanla girilmesi yasaklanmış, sonra serbest bırakılmış, sonra yine yasaklanmış ve sonunda da serbest bırakılmıştır. 
  • 2547 sayılı yasa ile ilgili yönetmelikler en çok bu dönemde ve olumsuz yönde değiştirilmiştir.
  • 1984’te İ. Doğramacı’nın vakfı, devlet üniversitelerine rakip olacak Bilkent Üniversitesi’ni kurmuştur. Devlet üniversitelerinde akademisyenlere verilmeyen özgürlükleri neredeyse bu üniversitenin öğrencilerine verilmiştir. 
  • Yükseköğretimde yabancı dille öğretim yaygınlaşmıştır. 
  • Önsözünü İ. Doğramacı’nın yazdığı ve YÖK’ün tüm öğretim elemanlarına gönderdiği ‘Anarşi ve Terör’ adlı kitapla, Nurcuların, Süleymancıların ve Nakşibendilerin laiklik karşıtlığı konusunda akademisyenler uyarılmıştır. Ancak İ. Doğramacı/YÖK bu uyarılara uymamış, 1980’lerin sonuna doğru, birçok üniversitede, kimi öğretim üyelerinin adıyla sanıyla hangi tarikatın ayinlerine katıldığı bilinir hale gelmiştir (Güzel, 1991: 30). 
  • İ. Doğramacı, darbe yönetiminin bir başka ürünü olan Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurulu üyesi olarak, 20 Haziran 1986’da bu kurulda kabul edilen kültür raporunu imzalamıştır. Bu rapor, Türk-İslam sentezini, “… din-devleti; millet, din cemaati; milli kültür, İslam kültürü; milliyet, İslamiyet; milliyetçilik, İslamcılık; Türk milleti, yüzde 99’u Müslüman olan Türkler; laiklik, din düşmanlığı; bilim de Kur’an’daki bilgiler olarak” algılayan  (Güvenç ve diğerleri, 1991: 49) 1983 tarihli Milli Kültür Raporu doğrultusunda olan bir rapordur. 
  • Subayların ve ilahiyatçıların ağırlıkta olduğu onlarca kişinin bir üniversiteden sahte doktora ve yüksek lisans belgesi aldığı ortaya çıkmıştır (Hürriyet Gazetesi, 4 Kasım 1989).
  • “Üniversitede her binanın altında bir mescit vardır. …rektör, rektörlük çıkışlı yazılarla öğretim üyelerini namaza davet etmektedir. …Adı geçen rektör 1989’da YÖK üyesi yapılmıştır” (Hatipoğlu, 1990:114-115).
  • 3 Temmuz 1992’de bir gecede 21 üniversite birden açılmıştır. 
  • Hatipoğlu’na (2015: 280) göre, İ. Doğramacı’nın disiplin anlayışı, “Türbanlı öğrenciler kalkıp da devlet kuracağız demiyorlar. Ama solcu öğrenciler sol yumruklarını kaldırıp bağımsız devlet kuracağız diye bağırıyorlar” diyen K. Evren ile aynıdır.

Cumhurbaşkanı Turgut Özal, İ. Doğramacı’nın yerine muhafazakar kişiliğiyle tanınan Prof. Dr. Mehmet Sağlam’ı YÖK başkanlığına getirmiştir. M. Sağlam milletvekilliğine soyununca Aralık 1995’te başkanlıktan ayrılmıştır. AKP, YÖK başkanlığındaki hizmetleri nedeniyle M. Sağlam’ı, 2004’te Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu başkanlığına getirmiş, 2007 ve 2011 seçimlerinde de milletvekili yapmıştır. Çünkü M. Sağlam zamanında, 

  • 14 Kasım 1992’de, paralı olacak ve derslerin mesai saatleri sonrasında açılacağı ‘ikinci öğretim’ uygulaması başlatılmıştır. 
  • Öğretim üyesi yetiştirilmek amacıyla yurtdışına burslu olarak gönderilen öğrencilerin bir bölümü başarısız olmuş ve 777 öğrencinin de irticai faaliyetlerde bulunduğu ortaya çıkmıştır (Hürriyet Gazetesi, 28 Kasım 1999).
  • 1994 sonunda, Dünya Bankası’nın verdiği krediyle, DB-MEB-YÖK arasında ‘Hizmet Öncesi Öğretmen Yetiştirme Projesi’ başlatılmıştır. Türkiye’den 8 eğitimci ile DB’den 16 yabancı uzmanın çalıştığı bu proje, DB uzmanlarının öncülüğünde sürdürülmüştür (Okçabol, 2005).
  • Sağlam YÖK başkanıyken 8 yıllık kesintisiz eğitimden yana konuşmuştur. 1995 seçimlerinden sonra Erbakan –Çiller hükümetinde eğitim bakanı olunca, karşı çıktığı 8 yıllık kesintisiz eğitimi, 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararları sonrasında savunmaya başlamıştır. 8 yıllık kesintisiz eğitimi zorunlu yapan yasaya karşı ise hayır oyu vermiştir. 
  • Üniversitelerde Fetöcü yapılanma yaygınlaşmıştır.  

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel M. Sağlam yerine, TÜSİAD’a piyasacı yükseköğretim raporu yazan ve İ. Doğramacı’nın veliahttı olduğu söylenen Prof. Dr. Kemal Gürüz’ü 1995 ve 1999’da YÖK başkanlığına atamıştır. K. Gürüz zamanında, 

  • “Din eğitiminin, İslam’ı istemenin bilime aykırı bir yönü yoktur: Çünkü bilim kanunlarını Cenabı Hak Teala koymuştur” (MEB: 1996: 135); “Kadının en iyi muhafazası ancak yuvasında olur. Kadını erkeğe, erkeği kadına sevdiren Allah’tır. … Peygamber efendimiz kadının huysuzluklarına katlanan erkeğe mükâfat verir” (Cumhuriyet Gazetesi, 6 Eylül 1997: 15) ve benzeri görüşleri olan kişiler rektör/dekan olmuştur. Bu nedenle bir dekan, “30 yıldır bu üniversitedeyim. Atatürk Üniversitesi bilim yuvasından çok, medreseye benziyor. Rektör de müderrise. İlan edilen kadrolara önceden belirlenen cemaat üyeleri alınıyor” diyerek 1997’de istifa etmiştir (Gökyüzü Gençlik Dergisi, 3, Şubat 2001: 5). Abbas Güçlü de, K. Gürüz’ün türbanlı öğrencileri üniversiteye sokmazken, yurt yerine devasa camilerin yapılmasını ve cemaatçi kadroların oluşmasını seyrettiğini belirtmiştir (Milliyet Gazetesi, 15 Ocak 2003). 
  • 1997 öncesinde piyasacılığı ve baskıyı artıracak yükseköğretim yasa taslakları hazırlanmış, tepkiler üzerine gündemden düşmüştür. 
  • 1994 yılında başlatılan öğretmen yetiştirme projesi sonunda DB uzmanlarının önerisine göre yapılandırılan ve öğretmeni mesleğine yabancılaştıracak bir model, tüm eleştirilere karşın 6 Kasım 1997’da yürürlüğe girmiştir (bkz. Okçabol, 2005). (AKP, tüm kurumlarda değişikliğe gitmişken bir tek K. Gürüz’ün başlattığı bu öğretmen yetiştirme sistemine dokunmamıştır).
  • İlahiyat fakültelerinde, din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersi öğretmeni yetiştirilmesine başlanmıştır.
  • K. Gürüz, bazı AKP’liler gibi, “Türkçe bilim dili olamaz”  demiştir (Milliyet Gazetesi, 4 Ocak 1997). 
  • “Bir üniversite yönetim kurulu bir rektörün başkanlığında oybirliği ile reddettiği bir yükseltmeyi, rektör değişikliği üzerine aynı bileşimiyle oybirliği ile kabul” etmiştir (Şengör, 1999: 18).
  • Tayhani’ye (2000: 47) göre, “Üniversitelerin birçoğunda ‘Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi’ derslerine ‘Atatürkçü düşünceye’ ve ‘Kemalizme’ düşman, Cumhuriyet’i yadsıyan ama Osmanlı’yı yücelten, Vahdettin yanlısı yeni Osmanlıcı okutmanlar” girmiştir.
  • 1998’de öğretim elemanı disiplin yönetmeliği daha anti-demokratik hale getirilmiştir.
  • A. Necdet Sezer, K. Gürüz’e muhalif olan kişileri YÖK üyesi yapmaya başlamıştır. Gürüz, 2000 yılında rektör adayı belirleme sürecinde, Ege Üniversitesi’nde en çok oy alan adayı Cumhurbaşkanı’na sunulan listeye koymayıp bir tek oy alan adayı listeye koymuştur. A. N. Sezer’in müdahalesi sonunda en çok oy alan aday rektör olmuş, Gürüz-Sezer anlaşmazlığı su yüzüne çıkmıştır. 
  • Pek çok vakıf üniversitesinin açılmasına ve bu üniversitelerde öğretmen yetiştirilmesine izin verilmiştir. 
  • Toplumun gözde üniversitelerini kazanamayanlar için, paralı ve girdikleri Türk üniversitesi ile bir Amerikan üniversitesinden iki diploma almalarını sağlayacak SUNY programını başlatılmıştır.
  • Üniversitelerde ‘paralı yaz okulu’ uygulamasına izin verilmiştir. 
  • Üniversiteler sanayinin hizmetine açılmıştır.
  • Üniversitelerimizin, AB’yi dünyanın ekonomik gücü haline getirme projesi olan Bologna Sürecine katılması desteklenmiştir.
  • Pek çok üniversitede gözlenen keyfi uygulamalarla öğrencilere ve akademisyenlere haksız yere ceza vermelerine ses çıkarılmamıştır.  

Bu icraatları nedeniyle K. Gürüz, AKP’den ödül almayı hak etmiştir. Ancak 28 Şubat 1997 tarihli MGK kararları sonrasında gerçekleştirdiği ve aşağıda özetlenen icraatları nedeniyle bir bakıma Ergenekon ve 28 Şubat davalarıyla cezalandırmıştır.   

  • 28 Şubat’ın ardından bir genelgeyle türbanlı öğrencilerle mücadeleyi akademisyenlerin üstüne yıkmıştır. Onu dinleyen akademisyenlerin katkılarıyla, 1998’de türbanlı öğrencilerden 637’si okuldan atılırken 1.017’sine de uyarı cezası verilmiştir. Pek çok akademisyen irticai faaliyetlerde bulunma gerekçesiyle meslekten çıkarılmıştır. 1998’den itibaren üniversiteye başvuranlardan türbansız fotoğraf kullanmaları istenmiş, 1999’dan itibaren de açıköğretim sınavlarına türbansız girilmesi kararı alınmıştır. 
  • 14. Milli Eğitim Şurası’nın önerisi doğrultusunda, 30 Temmuz 1998’de üniversiteye girişte ek katsayı uygulaması başlatılmıştır. Bu uygulamayla, lisede sağlıklı seçim yapanların önü açılmıştır. Meslek lisesi mezunlarının meslek yüksekokullarına ve imam hatip mezunlarının da ilahiyat fakültelerini kazanma olasılığı artırılmıştır. Bu uygulamayla meslek lisesi mezunu olup da örneğin eğitim fakültesinde okulöncesi ve bilgisayar öğretmenliği programlarını kazananlar da artmıştır. Ancak AKP bu uygulamayı imam hatiplere karşı bir uygulama olarak görmeyi yeğlemiştir.  

2000’li yıllara gelindiğinde, YÖK’ün ‘At sahibine göre kişner’ atasözünü haklı çıkardığı belirginleşmiştir: Yükseköğretim sistemi YÖK başkanının çiftliğine ve üniversiteler de, birkaç üniversite dışında, rektörün tarlasına dönüşmüştür. Üniversite kavramı, akademisyenlik, akademik özgürlük ve Türkçe erozyona uğramıştır. Başbakanlık Takip ve Koordinasyon Kurulu’nun bir raporunda belirtildiğine göre, “Türkiye’deki 71 üniversitede 100’ü profesör olmak üzere 2 bin bilim insanı” irticai faaliyetlere katılmıştır (akt. Adem, 2001: 28). Üniversite ve öğrenci sayısı hızla artarken, akademisyen sayısı yurt kapasitesi bu artışın gerisinde kalmıştır. Vakıf üniversiteleri ve tarikatçı yapılanmalar eğitimde fırsat eşitliğini alt-üst etmiştir. 

Bu arada YÖK’ün/üniversitelerin de katkılarıyla toplumsal yaşamda da değişiklikleri olmuştur. Gençler, sevgiden sonra bağımsızlığa önem verirken, paraya önem vermeye başlamıştır. Kendini öncelikli olarak TC yurttaşı olarak görenler azalırken, ‘Müslüman’ım’ diyenler artmıştır. Tarikatçılık yaygınlaşırken, cinlere, perilere ve depremin yörede işlenen günahlar nedeniyle olduğuna inananlar çoğalmıştır. 1980’de ilerici öğretmen derneklerindeki üye sayısının beşte biri dolayında üyesi olan tutucu sendikaların üye sayısı, diğerleriyle kafa kafaya gelmiştir. Geçmişte düşük oylarla meclise girebilen gerici Milli Selamet Partisi (MSP) 1995’te koalisyon hükümetini kurmuştur. MSP’den ayrılıp piyasacılığı benimseyenlerin kurduğu AKP ise Kasım 2002’de de, K. Gürüz’ün son görev yılında, tek başına iktidar olmuştur.

Kaynakça

Adem, M. (2001). YÖK’ün “medreseleştirdiği” üniversiteler, Yeniden Müdafaa-i Hukuk, Aralık, 39/8, 27-30.
Güzel, M. Ş. (1991).YÖK “dünyası”, Ekin Belleten, Kış, 5-41.
Güvenç, B.; Saylan, G. ve Tekeli, İ. S. (1991). Türk İslam sentezi. İstanbul: Sarmal Yayınevi. 
Hatipoğlu, T. (2015). Üniversite üzerine dertleşi. Ankara. Selvi Yayınevi.
---- (1990). Eylül üniversitesi. Ankara: Selvi Yayınları. 
MEB (1996). 15. Milli Eğitim Şurası. İstanbul. Ankara: Milli Eğitim Basımevi.Okçabol, R. (2021). 12 Eylül Darbesi’nin ürünü YÖK’ün 40. yılında: YÖK, YÖK başkanları ve üniversiteleri. Ankara: Ütopya Yayınevi,
---- (2005). Öğretmen yetiştirme sistemimiz. Ankara: Ütopya Yayınevi.
Tayhani, İ. (2000). Ulus bilinci ve üniversitelerde devrim tarihi dersleri, Y. Müdafaa-i Hukuk, 22, Mayıs, 46-47.

Not: Devamı haftaya.

[email protected]