Modern kölelik denen zorbalık karşısında bize düşen Nazım ustanın Davet’ini yenilemek bir kez daha, inatla kararlılıkla: '...yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim...'

Yok edin insanın insana kulluğunu…

Bu hafta başında Birleşmiş Milletler bünyesindeki Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün 2021 yılı için hazırladığı ve “Küresel ölçekte modern kölelik tahminleri: Zorla çalıştırma ve zorla evlendirme” başlıklı raporu yayınlandı1. soL portalda da ilgili haber “'Modern köle' sayısı 5 yılda 10 milyon arttı: Yarısından fazlası zengin ülkelerde” manşetiyle yer aldı.

Herhangi bir BM yıllık raporu gibi önce yönetici özeti gözden geçirilip, birkaç infografik alıntısı ile kullanılacak, sonra da dosyalanıp arşivlenebilecek bir rapor değil bu. Öncelikle, herhangi bir araştırmacı ya da gazeteci tarafından objektif gözle ya da serinkanlılıkla analiz edilebilecek bir rapor değil bir kere.

Şuraya satır başlarıyla birkaç maddeyi alıntılayayım siz de hak vereceksiniz:

Rapor, modern kölelik, insanlık tarihi açısından geçmişte kalmış bir bela değildir diye başlıyor. ILO’nun 2021 tahminlerine göre Dünyada günde 49 milyon 600 bin insan, ya zorla çalıştırılarak ya da zorla evlendirilmek suretiyle köleliğe maruz kalıyor.

Bu sayının 22 milyonunu zorla evlendirmeler oluşturuyor. Tahmin edilebileceği gibi bunun üçte ikisini de kadınlar ve kız çocukları oluşturuyor. Zorla evlendirmede çoğunlukla akraba ve yakınların baskı ve zorlaması aracı oluyor. Yine çoğunlukla zorla evlendirilenler, aile içi cinsel taciz ve sömürü, zorla hizmet ettirme, yani kulluk ve zorla çalıştırma mağdurlarına dönüşüyor.

Zorla çalıştırılan 27 milyon 600 bin kişinin, 11 milyon 800 bini kadın ve kız çocuğu. Zorla çalıştırma zorbalığının son beş yılda arttığı, pandemi dönemine denk gelen son iki yılda da daha da ivmelendiği görülüyor. 

Zorla çalıştırma istisnasız her işkolunda ve çoğunlukla özel sektörde yaşanıyor. Kandırma, aldatma, baskı, zor ve taciz ile köleleştirme anlamına gelen bu uygulamaların hedefinde yine tüm sektörlerde, ön sıralarda kadınlar ve göçmenler yer alıyor. Çocuklara dönük ağır emek sömürüsü ve kadınlar ve kız çocuklarına yönelik cinsel çalıştırma da zorla çalıştırma kategorisinin en karanlık başlıklarını oluşturuyor.

Rapora göre hem zorla çalıştırma hem de zorla evlendirmede küresel ölçekte bölgesel ayrım yok. Yani dünyanın her köşesini kaplamış bir karanlıktan söz ediyoruz. Zengin fakir, gelişmiş az gelişmiş, Kuzey Güney, Doğu Batı fark etmiyor.

Korkunç.

Daha önce yine bu köşede, günümüz kapitalizminin kölelik uygulamalarını insan ticareti bağlantısı ile ele alarak yazmıştım. O yazıdan alıntılayarak bazı hatırlatmalar yapayım. 

Uluslararası normlara göre zorla çalıştırma (forced labour): “Kişiye gönüllü olarak istihdam edilmediği bir iş veya hizmetin bir ceza tehdidi altında zorla yaptırılması” anlamına geliyor. Ayrıca bunu kendi çıkarı için uygulayan ya da aracı olanlar açısından da evrensel ölçekte bir suç. TCK’da da karşılığı var.

Tanımı da bir kez daha açayım: İş veya hizmet, formel ya da enformel , tarım, imalat, hizmetler fark etmeden, her sektörde gerçekleşen çalıştırma biçimlerini, ceza tehdidi, bir kişiyi zorla çalıştırma yönünde uygulanan geniş kapsamlı eylemlerin tümünü kapsıyor; “gönüllü olmama hali” ise aldatma, kandırma ve zor kullanarak rızası alınmış olmak anlamına geliyor. 

Tüm bunlar aslında şu demek: herhangi bir sebepten rıza gösteriyor olsa bile bir kişiyi, işten atma, işsiz gelirsiz güvencesiz bırakma tehdidi ile ya da zorlama, aşağılama, şiddet, taciz, mobbing gibi yöntemlerle ayrılma seçeneği ve olanağı olmadan çalıştırmak zorla çalıştırma kapsamına giriyor.

Anlayacağınız, sermaye düzeninin hukukunun bile sınır koymak zorunda kaldığı bir emek sömürüsü düzeyi var ortada. 

Sınır konmasına konuyor ve suç tanımlaması da yapılıyor ancak bu suçun önlenmesi, izlenmesi, denetlenmesi, tespit edilmesi, yakalanması, yargılanması ve cezalandırılması aşamalarında ILO raporundan da anlaşıldığı üzere hemen hiç bir süreç işletilmiyor.

Türkiye örneğine bakalım. ILO’nun küresel raporundan ülke bilgilerine ulaşılamıyor ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu Avrupa ve Orta Asya bölgesi, modern kölelik uygulamalarında Arap ülkelerinin ardından ikinci sırada. Gerçi bu uluslararası raporlara gerçeğin hangi kısmı ne kadar yansıyor emin değilim.

ILO standartlarına göre tanımlanmış zorla çalıştırma göstergelerine göre raporlamaya kalksak bambaşka bir tabloyla karşılaşırız diye düşünüyorum. Dilerseniz sıralayayım o göstergeleri bir de siz görün: Kırılganlığın ve çaresizliğin istismarı; kandırma; ayrılmayı kısıtlama; izolasyon; fiziksel ve/veya cinsel şiddet; aşağılama ve tehdit; ücrete el koyma/geciktirme; borç bağımlılığı yaratma; çalışma ve yaşam koşullarını istismar etme; fazla çalıştırma. 

Bu listeden tek bir başlığın varlığı dahi o iş ilişkisini zorla çalıştırma kapsamına sokmaya yetebiliyor. Bırakın veri toplayıp orana falan vurmayı, Türkiye’deki çalışma rejiminde bu listeden azade iş ilişkilerini arayıp da bulmakta zorlanırsınız. 

Gelelim zorla evlendirme kısmına. Bu başlıkta da yine BM tanımlarına göre ilerleyelim. Buna göre önce ÇEZE kısaltmasından başlayalım, yani Çocuk yaşta, Erken ve Zorla Evlilik kavramları. Çocuk yaşta evlilik, eşlerden en az birinin 15 yaşın altında olduğu evlilik anlamına geliyor. Erken evlilik kavramı, eşlerden en az birinin 18 yaş altı olduğu ya da fiziksel, duygusal, cinsel ve psikolojik gelişim düzeyleri ve yaşam seçenekleri hakkında bilgi eksikliği gibi nedenler ile rıza göstermeye hazır olmadığı evlilikleri anlatıyor. Zorla evlilik ise yine eşlerden en az birinin tam ve özgür rızası ile gerçekleşmeyen evlilikler olarak tanımlanıyor. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun (UNFPA) Türkiye’de 2009-2018 yılları için yürüttüğü araştırmaya göre, yıllar içerisinde azalmakla birlikte ülkenin kadın nüfusu açısından ÇEZE grubunun toplam evliliklere oranı yüzde 20’lere yakın.2 

Zaten bırakın çocuk yaşta, erken ya da rızasız olmayı, ülkedeki yobaz ve gerici düzenin belirleyiciliğinde gerçekleşen evliliklerin kadınlar açısından, zorla çalışma, angarya ve çifte sömürüye dönüşen bir tür modern kulluk ve kölelik biçimine dönüştüğünü de biliyoruz. Bu ülkede, nereden baksanız, TUİK’ten bile baksanız, 20 milyondan fazla 15 yaş üzeri kadın, “ev kadını” statüsü ile işgücünün dışında tanımlanıyor. Bu sayının içerisinde ne işte ne okulda olan genç kadınlar ve evlilik sonrası temel “iş”leri kocalarına, çocuklarına ve aile büyüklerine hizmet sunmak olan evli kadınlar var. Ev kadınlığı bu düzende modern köleliğin kibar adı olarak karşımıza çıkıyor.

Anlayacağınız, durum yazının başında sözünü ettiğim modern kölelik raporunun yansıttığından da beter. Sadece Türkiye açısından da değil, sermaye düzeninin egemen olduğu her yerde, tüm dünyada bu böyle.

Nasıl olmasın? İnsanın insanı kul ettiği, köle ettiği, amele edip sömürdüğü bir düzende, üstelik bunun siyasal, iktisadi ve ideolojik olarak güvenceye alındığı bir düzende, nasıl olmasın?

O zaman modern kölelik denen zorbalık karşısında bize düşen, Nazım ustanın Davet’ini yenilemek bir kez daha, inatla, kararlılıkla:

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
                              bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
                              bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
                              bu davet bizim...

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür 
ve bir orman gibi kardeşçesine,
                              bu hasret bizim...