Büyük sermayenin seslerinden Ali Koç’un Fenerbahçe Başkanı unvanıyla CHP ve MHP genel başkanlarını ziyareti ve Devlet Bahçeli buluşmasında “17-25” saat görüntüsü farklı yorumlarla gündeme oturdu, düzen içinde bir kesimde heyecan yarattı.
Düzen içi siyasetçilerin sermaye sınıfının örgütü TÜSİAD ziyareti, bu örgütün ya da kimi büyük patronların düzen içi siyasi partileri ziyareti hep manşet olur. Demokrasi, uzlaşma yorumları yapılır. Günümüzde bu yorumlara AKP ve liderinden kurtulma umutları da ekleniyor.
Cumhuriyetin yıkılmasına göz yumanların, NATO’cuların, laikliği yok eden gericilikle ve yurtseverliği yok eden milliyetçilikle işbirliği içinde olanların, iktidarları için emekçilerin genel oy hakkını çalanların, özelleştirmeci ve yağmacıların, işgücünü meta olarak görenlerin, sömürüyü savunanların bir araya gelmesi sömürülen emekçi halk için heyecan olabilir mi?
Konu, 17-25 Aralık 2013’ün başbakanı, günün cumhurbaşkanı, daha önce de gündeme getirilen CHP-MHP koalisyonu gibi alt başlıklara indirilip Yüce Divan’a kadar, seçimlerin yenilenmesine kadar getirildi.
Bahçeli’nin Cumhur İttifakına toz kondurmayan açıklaması durumun hiç de öyle olmadığını gösterdi. Koç Holdingin mal varlığı ve yüksek kâr oranları açıklanınca da Ali Koç’un Fenerbahçe Başkanından öte biri olduğu anımsandı.
İki konuya, Yüce Divan ve seçimlerin yenilenmesine kısaca değinelim ki bunların düzen içinde umut olamayacağı anlaşılsın. Nitekim, Bahçeli’nin küresel ekonomi-politik sisteme gönderme yaparak “iç kargaşa riski en yüksek ülke olarak Türkiye’nin haksız ve hayasızca gösterildiği bir dönemde” “milli güvence ve milletin özgüveni” olarak tanımladığı Cumhur İttifakının büyük ortağı AKP de Yüce Divan ve seçimlerin yenilenmesini gündeme getirmeyi düşünmediğini hep yaptığı gibi “yeni anayasa” söylemine sığınarak gösterdi.
Dört Bakan (Egemen Bağış, Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Erdoğan Bayraktar), aile çevresi, kamu görevlileri ve iş insanlarıyla (popüleri Rıza Sarraf olmak üzere) seksenden fazla ismin içinde olduğu, ayakkabı kutularında paraların bulunduğu, ucu İran ve ABD’ye kadar uzanan, “görevi kötüye kullanma, yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama, ihaleye fesat karıştırma, evrakta sahtecilik” içerikli bir operasyonun unutulması olanaklı değil. Böylesine açık seçik, geniş boyutlu olaylar zincirinde soruşturma takipsizlikle sonuçlandırıldı ve bakanlar için Yüce Divan (YD) yolu açılmadı, 5.1.2015’de TBMM’den YD’ye gönderilmeme kararı çıktı.
Dört bakandan biri (yukardaki sıraya göre ilki) görevden alındı, üçü istifa etti. Dönem R.T. Erdoğan başbakanlığında ve sorumluluğundaki 61. Hükümet dönemiydi. Ve aynı zamanda Erdoğan-Gülen uzun ortaklığının çatırdama dönemiydi.
Olayların yargılama süreci davasızlık ve cezasızlıkla sonuçlanırken ana etken ceza hukuku ve yargılama süreci değil, hükümete karşı paralel devlet operasyonu olarak değerlendirilip algılatıldı. Soruşturmanın içindeki birçok emniyet ve yargı mensubu görevden alındı, meslekten menedildi, görev yeri değiştirildi. Bu olaylardan sonra kimi AKP milletvekilleri partisinden ayrıldı. Hakimler ve Savcılar Kurulunun yapısı değiştirildi. Adalet Bakanına geniş yetkiler verildi. Bu yetkilerin bir bölümü Anayasa Mahkemesince iptal edildi.
Paralel devlet operasyonu birçok konuda devreye sokulurken suçların cezasız kaldığı, siyasal iktidarın isteği ve çıkarına göre cezasızlık iklimi için paralel devlet içindeki kimi yargı mensubunun -bu mensupların cezasızlık ikliminden yaralanması koşuluyla- kullanıldığı, yine siyasal iktidarın isteği ve çıkarına göre aynı yargı mensuplarının suçsuz olduğu halde cezalandırılması istenenler için kullanıldığı, bu yolla halk arasında korku ve panik yaratıldığı çok yazıldı, çizildi.
Sermaye sözcüsüyle siyasi temsilcinin buluşması 17-25 Aralık olaylarını anımsatırken, “acaba suçlular hakkında dava yolu açılır mı, dört bakan, hatta onlardan sorumlu olan başbakan Yüce Divana gönderilir mi” sorularını soranlara siyaseten verilecek yanıt AKP’nin hâlâ iktidarda olduğu.
Başbakan ve bakanlar yönünden Yüce Divan yargılamasına, Meclis süreciyle bakmak gerekiyor. Anayasa’nın 100. maddesinde tanımlanan “Meclis soruşturması” usulünde, soruşturma ve kovuşturma, yargının iddia ayağı olan savcılık yerine, Meclis soruşturma komisyonu ve Genel Kurul tarafından yapılıyor. Kısaca, burada siyaset devrede; her türlü pazarlık ve ilişki devrede.
Daha önce Başbakan Mesut Yılmaz’ın ilk soruşturmada TBMM’ce YD’ye sevk edilmediği halde sonraki yasama döneminde aynı konuda YD’ye sevk örneğinde olduğu gibi, dört bakanın aynı suçlar için YD’ye sevki olanaklı. Ancak mevcut Meclisin sandalye dağılımı, -AKP’nin 266 milletvekili olduğu dikkate alındığında, MHP dahil tüm diğer siyasi partiler ve bağımsız milletvekilleri sevk kararı verse de-, soruşturma açılması istemine (üye tamsayısının salt çoğunluğu 301 milletvekili) yetiyor ama soruşturma açılması kararına (üye tamsayısının 3/5’i 360 milletvekili) yetmiyor. YD’ye sevke (üye tamsayısının 2/3’ü 400 milletvekili) hiç yetmiyor.
Kaldı ki konunun bir de dava zamanaşımı gibi “devletin yargılama hakkının sona ermesi” boyutu var. Bakanların görevleriyle ilgili suçlarında bu konuda hüküm yok ama önceki YD kararları bakanlar için milletvekillerine uygulanan “üyelik süresince zamanaşımı işlemez” kuralının uygulanacağını söylüyor. Zamanaşımı her bir bakan için üzerlerine atılı suçlara göre hesaplanması gereken teknik bir konu ve yazı konumuz dışında.
Görüldüğü gibi AKP içi çelişkilere veya AKP dışındaki düzen içi siyasi partilere bel bağlayarak umutlanmak dipsiz kuyu. Paralel devlet gerekçesiyle yok sayılan suçlar siyasi iktidarın gücüyle cezasız kalıyor. Konu yalnızca suç işleyen bakanların iktidar partisinin çoğunluğuyla YD’ye sevk edilmemesiyle sınırlı değil. Parlamentonun siyasi iktidarı denetleme yollarının tıkanmasıyla ya da yargının siyasi iktidarın güdümüne girmesiyle de sınırlı değil.
Seçimlerin yenilenmesinde de benzer Meclis aritmetiği söz konusu. Ya Cumhurbaşkanı seçimlerin yenilenmesi kararı alacak ya da TBMM üye tamsayısının 3/5’i 360 milletvekili. Birincide CB’nin yeniden adaylığı yolu kapalı, ikincide açık. Tabi bu açıklık son seçimlerdeki Anayasayı yok sayarak aday olma durumunun da yeniden tartışma konusu yapılmasına engel değil. Seçimler hangi yöntemle yenilenirse yenilensin her durumda CB ve TBMM seçimleri birlikte yapılacak.
Yargılama, seçim gibi konular -anayasal olmakla birlikte- uygulanmayan ya da gereksinmeye göre yorumlanarak(!) uygulanan anayasasızlık hallerini yansıtıyor. Buradan umut çıkmaz. Aynı konular egemen sermaye sınıfının ve siyasi temsilcilerinin düzenini sürdürme araçları. Buradan da umut çıkmaz. Umudun düşmanlarından, insanlığın, hayvanların ve doğanın düşmanlarından umut çıkmaz.
Sömürücü düzen yasamasından yargısına, eğitiminden sağlığına tüm devlet organlarını, hukuku, kamusal araçları ve hizmetleri biçimlendiriyor. Buna devletin ve hukukun sınıfsallığı diyoruz. Düzen, özel mülkiyetin saltanatı için emekçi halkı ucuz, esnek, güvencesiz çalışmaya ve gericiliğin karanlığına mahkum ediyor. Buna da sömürü diyoruz. Sınıfların ve sömürünün ortadan kaldırılması, aydınlanma ve sosyalizmin getirilmesi toplumsal seferberliği gerektiriyor.