Sol ise yenilir. Önemli değil. Sorusu şu; başarı için iddialarımızdan, ilkelerimizden, hedeflerimizden vazgeçecek miyiz?

Yenilgi ile zafer arasında

Aydınımız çöken bir imparatorluğun bağrında doğdu. Devlet sürekli yeniliyordu ve ülke sürekli küçülüyordu. Osmanlı aydını bu kötü gidişi durdurmak için çırpınıyordu. Sultan devirmek bulduğu yollardan biridir, deviriyordu ve her defasında, umutla, yerine bir başkasını oturtuyordu. Aziz’i indirdiler, Murat’ı bindirdiler, sonra Murat’ı indirip yerine Hamit’i oturttular. Hamit kalktı, Mehmet Reşat oturdu. Sonuncusu, Mehmet Vahdettin, korkup kaçmasa, koltuğu boşaltmak kimsenin aklına gelmeyecekti. Sultanları ve saltanatı yıpratmışlardı, her biri aydınların elinde oyuncak olmuştu ama bu halde bile sultansız ve saltanatsız yürünebileceğini hayal edemiyorlardı. İmparatorluğun tarihi ile aydının tarihi özdeşleşmişti haliyle. Hep yeniliyorlardı ve her defasında, yeniden yenilmek üzere, dizlerinin üzerinde doğrulup ayaklanıyorlardı. Demek, aydının ve ülkenin tarihi yenilgide birleşmişti. 

Yalçın Küçük, aydını bu tarihin şekillendirdiği kanısındaydı. Aydınımız “son tahlilde” “yenilgi öğretmen”in öğrencisiydi. Yenilerek biçimlenmişti ve bakışına yenilgi damgasını vurmuştu. Ordusu hep yeniliyordu, bu durumda yenilgilerden destanlar üretmek gerekiyordu. Gazi Osman Paşa kaybetmiş ilk kahramanlarımızdandır. En büyük zaferi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki Plevne Savunmasıydı. 145 günlük direnmeden sonra yaralanmış ve esir düşmüştü. Yenilmişti ama bu yenilgiye pek sevinmiştik. Silistre’de de kaybetmiş ama direnmiştik, artık Vatan yahut Silistre’dir. Çanakkale Zaferi de nihayetinde bir direnme-yenilme hikayesidir, hâlâ kutluyoruz. Yenilgi kokusu aydınımıza sinmiş haldedir. 

Yenile yenile düşünme yetisini kaybetmiş haldedir ancak yine de yürümektedir. Hamit’e şantaj yaparak meşrutiyete ulaşamayınca devirmek zorunda kalmıştır. Ama bu halde bile “saltanatı kaldırmak” aklına gelmemiştir. Devamı da bu tarihle tutarlıdır. Birinci savaşta yenildik ve savaştan çıktığımızda bir ülkemiz yoktu. Vatan ve cumhuriyet o ağır yenilgide el yordamıyla, yürüye yürüye bulunmuştur. Türkiye aydını sonuçta bu öğretmene sevdalanmıştır. Bu çıkmaz yolda debelenmeyi tutkuyla sürdürmektedir. Debelenme de sonuçta bir eylem biçimidir ve aydınımız da “eyleminin hep çocuk kalmış bir çocuğu”dur. 

İmparatorluğu kaybettik ve “misak-ı milli”yi bulduk. Bir tür elde kalanla yetinme halidir. Ancak elde kalanı bir devrimle taçlandırdık. Bu ağır yenilginin tek kazancı belki de budur. 

***

Solu bu tarihin dışında düşünemeyiz. 1960’lı yıllarda kazanmayı öğreniyorduk. Önde Doğan Avcıoğlu yürüyordu, zaferin ordu-millet birleşmesiyle geleceğini umuyordu. Ancak ordu sermayeden yana saf tuttu. 1968’de sol, dünyada, yenildi. Birkaç yıl sonra Yön açılımı dramatik bir biçimde darbe duvarına çarpıp dağıldı. Cumhuriyetten, devrimden, Marksizm’den ve sınıftan ümidini kesişin başlangıcıdır. 12 Eylül 1980’de Türk Devriminin yıkılışı ve bir on yıl sonra Sovyetler Birliğinin çözülüşü üzerine geldi. Bunlar, devrime, sosyalizme ve cumhuriyete karşı bir kuşku doğurdu. Yenilmişlerdi, öyleyse başarı için terkedilmeliydi. 

Solun, ülkenin tarihinden kopuşunun arka planıdır bu. Sol, bu nedenle, aydın tarihimizden de kopmuştur. Dönüp geriye baktığında orada sadece yenilmiş ve suça bulaşmış bir çete görmektedir. İttihatçılara derin bir nefret beslemekte, Yeni Osmanlıları görmezden gelmektedir. Batıcı, Avrupacı, işbirlikçi liberal sol böyle ortaya çıktı. Batıcılık, kapitalizmin başarılarına iman etmeden mümkün değildi. “Uygarlık” ve tabii demokrasi onların bulduğu ve yaşattığı bir şeydi çünkü. Bu durumda sınıflar mücadelesi bütünüyle gereksizdi, sosyalizm çoktan miadını doldurmuş başarısız bir fikirden ibaretti. “Demokrasi mücadelesi” mümkün olan tek mücadele biçimiydi artık. 

İddianız yoksa yenilmezsiniz, tutkunuz yoksa üzülmezsiniz. Başkalarının kuyruğuna takılmışsanız hep kazanmış görünürsünüz. Solumuzun bir kısmı yenilmemek için yenilmeyecek bir yol tutturdu. Şimdi bir dekorasyon unsurundan ibarettir. Dekorun ise yenildiği görülmemiştir. 

***

Yalnız, yenilgi öğretmenin öğrencileri sadece biz değiliz. Perry Anderson’a göre Batı Marksizmi de “yenilgi öğretmen” tarafından şekillendirilmiştir. Lukacs’ın “Tarih ve Sınıf Bilinci” Macar Komünü’nün bastırılmasından sonra Viyana’da sürgünde yazılmıştır. Gramsci’nin “Hapishane Defterleri” İtalyan işçi sınıfı hareketinin yenilgiye uğratılmasının ardından hapishanede kaleme alınmıştır. Adorno’nun “Minima Moralia”sı Alman Komünist Partisi’nin resmi olarak yasaklanması sürecinin başladığı yıl, Marcuse’in “Eros ve Medeniyeti” ise Amerika’da McCarthyizm histerisi esnasında basılmıştır… Teorik yaklaşımları bir yana ruh halleri ile ruh hallerimiz örtüşmektedir. Teorik temellerini Marcuse’in attığı yeni bir sol türemiştir bu ortak ruh halinden. Aydınlar sınıfa arkasını dönmüştür artık. İşçi sınıfı kapitalist sisteme entegre olmuş, düzenin bir uzantısı haline gelmiştir. Sınıfın devrimci olması ihtimali yoktur. Onun yerine azınlıklar, dışlanmış sosyal kimlikler, öğrenciler ve radikal aydınlar sahnededir. Öyleyse pratik, örgütlü mücadele, teori lehine terkedilmelidir. 

***

Peki, başarı nedir? Yenilmemenin bir yolunu, kırılıp dökülmeden, nasıl bulabiliriz? Unutuluyor, bir siyasal hareket için yenilgi, sadece mücadele ettiği güçler tarafından ezilmekten ibaret değildir. Asıl yenilgi siyasal iddialardan vazgeçmek, arınmaktır. Devrimden ve sınıfa bağlılıktan vaz geçmiş bir sol, yenilmiş bir soldur. Denildiği gibi “ihtiras ve bağlılık olmaksızın, tarih sadece ruha değil, akla da sahip değildir.”

Tabii, başarı her durumda baskın bir haldir. Başarının dilini konuşmak, başarıdan yana tutum almak kolaydır. Tarih galipleri yüceltmiştir çoğu zaman. Yenilenler, Spartaküs örnektir, her durumda buruk bir tat bırakır damakta. Bu şu demektir; başarı kazanana kadar, bütün fikirler önemsizdir. 1917’de devrim kapıyı çalana kadar Lenin’e kim dönüp bakmıştı ki? 

“Yenilgi’nin Diyalektiği”nde Rusell Jacoby buna şöyle itiraz ediyor: “Eğer zafer doğruluğun kanıtı değilse, yenilgi de değildir.” Başarı ve yenilgi tanınması gereken olgulardır, daha fazlası değil. Onlar dilsizdir, size gerçeğe değin şeyler söylemez, yorumlama ve analiz gerektirir. 

Bugün hala “yenilgi öğretmen”in öğrencileriyiz. Çok açık, yenilerek öğrendik. Bizim kuşak ilk gençliğinde yakalandı 12 Eylül’e. O günden bu yana hırpalanıp duruyoruz. Birkaç gün önce aldığımız yenilgi de bunlardan biri. Ancak bu yanlış olduğumuza bir kanıt değil. Bakıyoruz, yorumluyoruz; bir kasaba ideolojisine yenildik biz. Bu ideolojinin temsilcileri çok başarılı olduğu için değil bu, ülke büyük bir kasabaya dönüştüğü için. Kasabalılar hesap-kitap yaptılar ve kazanacak eşrafa verdiler oyunu. Ülke kasabaya dönünce sınıf anlamını yitirir, kimin nasıl yönettiğinin bir anlamı kalmaz. Kasabaya laiklik fazladır, kasabada cumhuriyet olmaz. Sosyalizm, kasabanın doğasına uymaz. 

***

İddianız yoksa yenilmezsiniz, tutkunuz yoksa üzülmezsiniz. Başkalarının kuyruğuna takılmışsanız hep kazanmış görünürsünüz. Solumuzun bir kısmı yenilmemek için yenilmeyecek bir yol tutturdu. Şimdi bir dekorasyon unsurundan ibarettir. Dekorun yenildiği görülmemiştir. 

Sol ise yenilir. Önemli değil. Sorusu şu; başarı için iddialarımızdan, ilkelerimizden, hedeflerimizden vazgeçecek miyiz? Laiklik, bağımsızlık, eşitlik için savaşıyoruz. Sosyalizm istiyoruz, yönümüzü sınıfa çeviriyoruz. İktidarı almadan hiçbirini yapamayız. Bunlar, yenilgiden ve başarıdan bağımsız, doğrularımızdır. Ancak, bu doğrularla birlikte kazanmanın, iktidarı almanın, bir yolunu bulmalıyız. 

Wilhelm Reich, hocası Freud için, “o yanlış olduğu yerde dahi doğruydu” diyor. Bazen böyledir, inatçı ve tutkulu yürürsünüz, sendelersiniz, boşa düştüğünüz olur. Yanlış görünür yolunuz ama o halde bile doğrudur. Bazen de tersi doğrudur. Doğru görünürsünüz, yanlıştır. Aslında hep yanlıştır, arada doğru olduğunda da artık çok geçtir. 

Ülkeyi kasabaya çevirdiler ama kentli bir esinti yalıyor yüzümüzü. Önümüz Haziran direnişi, ardı 15-16 Haziran. Bu ülkede boyun eğmeyen bir halk da var, direnen bir işçi sınıfı da. Halkımızın ve sınıfımızın, laikliğe, bağımsızlığa, cumhuriyete ve eşitliğe ihtiyacı var. Buradayız: Ya hep birlikte kurtulacağız ya hep birlikte mahvolacağız.