Bu topraklara bir cüretin lazım olduğunu düşünüyoruz ve bu cüretin beklendiğini görebiliyoruz.

Yeniden heyecanlanabilmek için

İnsan, canını kurtarmak derdinin ötesine geçebildiğinde yaşam ile kurduğu bağ da değişmişti.

Kör dürtülerin yönlendirdiği bir bağla bağlanmıyordu artık yaşama. Onu enerjik ve istekli kılan, her yeni güne uyandıran başka bir şey ortaya çıkmıştı.

Her yeni günde keşfedeceği, yaratacağı ve tatmin olacağı bir şey olmadan uygarlık denilen büyük inşayı yaratacak cüreti de kendinde bulamazdı.

Sosyalizm insanlığın büyük cüreti ve heyecanıydı. Kapitalizmin ötesinde nelerin olduğunu, nelerin mümkün olabileceğini gösterdi. Sosyalizm uygarlığa kendi imzasını attı. İnsanlığın büyük umudu ve heyecanı oldu. 

İnsanın neler başarabileceğini, kendi yaratısından nasıl heyecan duyabileceğini gösterdi. Sosyalizm aç bırakmadı, yaşattı ve güldürdü ama bir de aklın ufkunun önündeki engelleri ortadan kaldırdı, sınır tanımayan insanın parıltısını gösterdi.

Halbuki yeninin, heyecanın, cüretin hissedilmediği ama can derdinin de olmadığı bir dünyada insan kendi yarattığı tuzağa düşmeye başlardı. 

Kapitalizm sosyalizmin büyük yaratısıyla boy ölçüşebilecek bir düzen asla değildi. Ama işte bu tuzağa düştüğünde, kapitalizmle kavgayı bir cüret konusu olmaktan çıkardığında kaybetti sosyalizm. En güçlü olabileceği noktada en zayıf noktasını göstermişti.

Kapitalizm insanlığın sosyalizm sayesinde elde ettiği büyük kazanımlarına saldırırken yalanın, kötülüğün en sofistike biçimlerine başvurmuştu ama aslen tek bir kaynaktan alıyordu enerjisini. Yanılsama ve gerçek… Ama kapitalizm insanlığı her yeni güne uyandırabilmenin, bir şeylerin peşinden koşmasını sağlayabilmenin bir yolunu bulmuştu.

Kör dürtülerin üstesinden gelerek dünyaya gelen insan kendini bu sefer kendi yarattığı kör yasalara ve onun kör dürtülerine hapsetti. Kâr hırsı kapitalistlerde başlayıp biten bir şey değildi. Kötülüğün binbir çeşidine dönüşebilen, milyonları peşinde sürükleyebilen bir enerjiye sahipti.

Ve bunun da sınırı yoktu.

İnsanın bugünkü gelişkinliğinde hâlâ aç kalabilmesi, canının derdine uyanabilmesi, nükleer yok oluşu ciddi ciddi tartışabilmesi komedi olmalıydı. Ama dediğimiz gibi, kapitalizm bir büyük keşif ve bir büyük tuzaktı, kâr hırsı insanı her yeni güne bağlayan şeyi bir şekilde üretiyordu.

İyi de hangi bağlanmadan söz ediyoruz? Bugün bizi yaşama ve ortak hikayemize bağlayan bir heyecan gerçekten var mı?

Burası tam bir paradoks. Çünkü kapitalizm heyecanı öldürürerek “heyecan” yaratan, kitleleri buna mahkum edebilen bir sistem.

Ve düzenin ideologlarına burada büyük görev düşüyor. Ama düzenin ideologları bile sosyalizmin yokluğundan muzdarip. Kapitalizmin bir alternatifinin olduğuna gözleri kapamak öyle büyük zarara neden olmuş ki ideologlarının akli melekeleri de bundan etkilenmiş.

“Sanki kâr etmek kötü bir şeymiş gibi algı var” diyor Nevşin Mengü. Mengü ve “1984’çü” arkadaşlarının “kâr” denilen şeyin ne olduğu hakkında hiçbir fikirleri yok. Ama olması da gerekmiyor, hatta olmasa daha iyi. Bugün düzen böyle ikinci sınıf ideologların konuşmasına ihtiyaç duyuyor.

Bugün esip gürlerler, yarın el sıkışırlar. Böyle muhalif olurlar. Kârın erdemlerinden bahsedecek kadar alçalırlar.

Bu bir takım… Takımın başka bir üyesi “kim Cumhurbaşkanı olsun diye değil, muhtemelen kim olmasın diye oy kullanacaksınız” der, ertesi gün de Millet İttifakı’nın nasıl heyecan yaratabileceği üzerine analizlerine devam eder.

Böyle takıma da böyle siyasetçi yakışır. Kılıçdaroğlu gibi bugün Gezi Davası hakkında esip gürler, yarın bir başka konuda Erdoğan’a arka çıkar. Çünkü bunların her şeyi yarımdır. Haziran’da sokaklara dökülen halkın cüretini unutturmak, öfkesini seçimlere hapsetmek için çalışır.

Burada cüret yok, burada heyecan yok. 

Geçmişte halkın öfkesiyle oyun oynayabileceklerini düşünenler nasıl faşizmin sorumlusu oldularsa bugün de aynısı gerçekleşiyor. Fransa’daki seçimleri Macron’un kazandığını mı düşüneceğiz? Mülteci düşmanlığının “doğal” olduğuna kendimizi inandıracak mıyız? Halkın öfkesinin bir seçimle yatıştırabileceğine gerçekten inanacak mıyız?

Meydanı taklitçiler takımına bırakmayacaksak eğer cüretle hareket etmek zorundayız. 

Tarihte, düşüncede, bilimde, sporda ve sanatta heyecan veren her dönemeç, her karakter bir meydan okumanın ve bir cüretin enerjisini arkasına aldı. Bu sayede ilham kaynağı oldu, heyecan verdi. Bu kuralı hatırlamanın zamanıdır. 

Biz yeni bir ülke kuracağız. Biz “bugün de bir şeyler yapmış olmak” için çabalamayacağız. Bu ülkeyi vasatlıktan kurtaracağız. İkinci sınıf siyasetçilerin, ideologların, şovmenlerin ülkesi olmaktan çıkaracağız.

Sanatta, bilimde, sporda, düşüncede sınırları zorlayanların izinden gidiyoruz. Köhnemiş olanı yıkmaktan ve yeniyi yaratmaktan, bu cüretten heyecan duyuyoruz. 

Kralları, çarları, padişahları iktidardan indirenlerden, milyonların emeğiyle zenginleşenleri tarihin çöplüğüne yollayanlardan ilham alıyoruz.

Bu topraklara bir cüretin lazım olduğunu düşünüyoruz ve bu cüretin beklendiğini görebiliyoruz.