Son CHP Kurultayını iyi niyetle yorumlayanların bir bölümü, adaylık sürecinin bu denli baskılanmasına karşı eleştirilerini yöneltmişlerdir. Bu, haklı bir eleştiridir. Ama bu haklı eleştirinin bu kurultaya özgü bir şey olmadığının da altı hep çizilmeli.

Yeni ne var?

CHP, bir kurultayı daha geride bıraktı. Koronavirüs döneminin getirdiği katılım (nicelik) kısıtları dışında 37. Olağan Kurultayı nitelik bakımından önceki kurultaylardan çok farklı bir yerde konumlandıramıyoruz. Bu bağlamda, "eskiden CHP kurultayları günlerce sürer, ciddi tartışmalar olur, başkanlık yarışı da heyecan katardı" tarzı genellemelerinin doğru bir bilgi zemininde yapıldığını düşünmüyoruz.

Eğer 1980 öncesinin kurultayları kastediliyor olsaydı, bugünkü(ler) ile belirgin farklılıklar olduğu söylenebilirdi. Ama 1992'de yeniden açıldıktan sonra başlayan ikinci CHP döneminin kurultayları genelde hep iki güne sıkıştırılmış ve ciddi tartışmalara pek yer açılamayan toplantılar olmuştur. Eğer seçimli (olağan veya olağanüstü) kurultaylar söz konusu ama tek adayla seçime gidiliyorsa, birinci gün genel başkan konuşmasından hemen sonra delegelerin ilgisi ertesi günün Parti Meclisi (PM) seçimlerine kayacaktır; dolayısıyla, kurultay salonu boşalır, arada bir yapılan içerikli konuşmalar da güme gider. Dolayısıyla, "boş salona konuşma yapmak" sadece 37. Kurultay'a özgü bir durum değildir; bunu eleştirmek haklıdır ama eski kurultayları bu bakımdan yüceltmenin temeli yoktur. 

Eğer başkanlık yarışı yoksa, ki çoğunlukla yoktur, herkesin dikkati Parti Meclisi'ne veya Yüksek Disiplin Kurulu'na aday olmak ve seçilmek üzerine yoğunlaşır. Seçimler eğer blok listeler üzerinden yapılıyorsa, genel merkezin listesini delmek oldukça zordur. Ama çarşaf usulü yapılıyorsa, genel merkez anahtar liste (veya listeler) hazırlasa bile bunu delme olanakları görece daha fazladır. Son birkaç kurultaydır CHP liderliği de 52 kişilik ana liste için 70-80 kişilik anahtar listeler hazırlayarak hem yoğun başvuruların üzerinde yarattığı baskıyı hafifletmekte hem de Bilim Kültür Yönetim Platformu'nda üçte iki oranında olan seçilme şansını (12 adaydan 8'i işaretlenir) ana listeye de taşımış olmaktadır. 

Eğer başkanlık yarışı varsa CHP kurultaylarının birinci günü de hareketli olabilir. Yeni CHP döneminde başkanlık yarışı 2000 yılı Olağanüstü Kurultayında Altan Öymen'e karşı Deniz Baykal'ın adaylığı, 2005 Olağanüstü Kurultayında Deniz Baykal'a karşı Mustafa Sarıgül'ün adaylığı ve 2014 Olağanüstü Kurultayında Kemal Kılıçdaroğlu'na karşı Muharrem İnce'nin adaylığıdır. Görüldüğü gibi çok adaylı kurultaylar hep bir erken hesaplaşma olarak olağanüstü toplanmıştır. Birinci örnek dışındakilerin hepsinde iktidarı elinde tutanlar kazanmıştır. Eğer adaylık için eski tüzüğe göre delegenin yüzde 20'sinin imzası gerekli olmasaydı, Haluk Koç'un Deniz Baykal'a karşı aday adayı olduğu 2008 Olağan Kurultayı da bir yarışmaya sahne olabilirdi (Koç, yaklaşık 160 imzaya rağmen aday olamamıştı). Buna rağmen 2008 Kurultayı oldukça hareketli kurultaylar arasına girebilmiştir (1985-95 arasındaki SHP dönemini, özellikle de Deniz Baykal'ın Erdal İnönü'ye karşı başkanlık yarışına girdiği 1990, 1991 ve 1992 Kurultaylarını da buna eklemek gerekebilir).

Bu genel başkanlık yarışlarını da çok farklı ideolojik/programatik anlayışların yarışması olarak görmemek gerekir. Buna rağmen, eğer 2005'te M. Sarıgül kazanmış olsaydı herhalde Parti hızlı bir siyasi lümpenleşme çizgisine savrulabilirdi. 1999-2000 dönemi Altan Öymen/Tarhan Erdem (Gn. Skr.) iktidarı sürseydi, muhtemelen CHP'nin liberalizme yönelişinin hız kazanması daha erkene alınmış olurdu. Ama bu hızlanma zaten 10 yıl "gecikmeyle" ortaya çıkacaktır.  

Açık imza, gizli oy!

CHP merkez yönetimi, 2000'li yıllarda artma eğilimi gösteren başkanlık adaylıklarını kısıtlamak için tüzükte üç önlem almıştır. Bunlardan biri, delegenin yüzde 5'inin imzasıyla aday olunabilmeyi zorlaştırmak için 2001 Olağan Kurultayında bu oranı yüzde 20'ye çıkarmak olmuştur. İkincisi, birden fazla adaya destek (imza) vermek imkansızlaştırılmıştır. Üçüncüsü, aday adayına verilecek imzaların Divan Başkanlığı veya onun denetimindeki komisyonun önünde açık bir biçimde atılması zorunluluğu getirilmiştir. Bunlardan birincisi yakın zamanda tekrar yüzde 5'e düşürülerek görünürde adaylık süreci demokratikleştirilmiştir. Ama sadece görünürde çünkü açık imza konusu, imza vericilerin önceden veya sonradan caydırılması baskılarını da beraberinde getirmiş, dolayısıyla adaylık sürecini tıkayan ana etkene dönüşmüştür. O nedenle yüzde 5 (bu Kurultayda 68 imza) bile toplanamaz duruma gelinmiştir. 

Son CHP Kurultayını iyi niyetle yorumlayanların bir bölümü, bu arada CHP'ye destek veren medya mensuplarının bazıları, adaylık sürecinin bu denli baskılanmasına karşı eleştirilerini yöneltmişlerdir. Bu, haklı bir eleştiridir. Keşke örneğin İlhan Cihaner'in kendi programını açıklayabileceği bir adaylık konuşması yapması ve delegenin bu programa onayını istemesi mümkün olabilseydi. Ama bu haklı eleştirinin bu kurultaya özgü bir şey olmadığının da altı hep çizilmeli. CHP'nin mevcut genel başkanları, kendilerine karşı aday çıkmasından genelde hoşlanmamışlardır. Bunun, kişisel karizmalarını çizdiren bir yönü olduğunu düşünürler. Öte yandan, imzaların baskılanabilmesi, ama başkanlık oylamasının gizli yapılabilmesi sonucunda, bazı tuhaflıkların ortaya çıkması engellenememektedir: Parti iktidarındaki genel başkan, adaylığı için aldığı destek imzasından daha az oy alma durumuyla karşılaşabilmektedir. Geçmiş kurultaylarda görülen budur. Bu nedenle CHP Genel Başkanı bu Kurultayda sadece il başkanlarının imzalarıyla aday olarak bundan sakınmak istemiştir. Başka bir örnek Cihaner aday olabilseydi ortaya çıkardı: Kimin genel başkan seçileceğine dair sonuç değişmezdi ama muhalif aday topladığı imzanın belki üç katı oy toplayabilirdi.

2019 seçimlerinin başarısına bu kurultayda gölge düşmesini istemeyen ve önümüzdeki genel ve Cumhurbaşkanlığı seçim süreçlerine tartışılmaz lider imgesiyle girmek isteyen bugünkü Genel Başkan açısından rakipsiz bir Kurultay süreci herhalde en arzulanır durumdu.

Kurultayın mesajı nedir?

Bu Kurultay'dan çıkarılacak mesaj veya mesajlar var mıdır? Her zaman olduğu gibi Parti Meclisi listesinde bazı sürprizler olmuş; anahtar listede olduğu halde seçilemeyenler olduğu gibi anahtar liste dışından seçilebilenler de olmuştur. Bunların bir bölümü -kuşkusuz çeşitli delege örgütlenmelerini ve dıştan etkilenmelerini de içerecek şekilde- delegenin sağduyusunun eseri olmuş olabilir. Ancak unutmayalım, belediye başkanlarının rolü de 2019 seçimlerinin etkisiyle çok artmış görünmektedir. Cinsiyet ve gençlik kotaları da artık nihai kazananlar listesini önemli ölçüde belirler hale gelmiştir. Delegeyle kurulan kişisel ilişkiler ve medya tanınmışlığı da önemli etkenler arasındadır. Dolayısıyla bunlardan çabuk ve genel sonuçlar çıkarmaktan sakınılmalıdır. Örneğin K. Derviş çizgisindeki bir aday rahatlıkla PM'ye girerken, diğeri -kadın kotasının da azizliğiyle- dışarıda kalabilmektedir. Görece daha solda sayılabilecek olanlar açısından da benzer asimetriler yaşanabilmektedir. 

Eğer Kurultay'da mevcut Genel Başkan tüm delegenin yüzde 90'ının, geçerli oyların da tamamının desteğini alabilmişse, 19 Temmuz (Cumhuriyet Gazetesi yazısı) ve 25 Temmuz (Kurultay) açıklamalarına tam destek almış sayılacaktır (Ki Kurultay konuşması metni zaten imzaya açılıp Kurultay Beyannamesine dönüştürülmüştür). Dolayısıyla bu Kurultayın mesajlarını bu metinlerin içerik analizleri üzerinden sürdürmek gerekecektir.

Ama somut siyasi ilişkiler ve ittifaklar bağlamında bakılırsa, CHP Genel Başkanı şimdiye kadar izlediği siyasi çizgiye onay almış ve bu bakımdan kendisini daha da güçlenmiş olarak hissedecektir. Biz bu edilgen ve seçimci siyaset tarzının çıkar yol olmadığına dair görüşlerimizi daha önce defalarca ifade etmiştik. Bundan sonra da etmeye devam edeceğiz.

***

CHP liderinin 19 Temmuz ve 25 Temmuz açıklamaları üzerine bir içerik analizini bu hafta sonunda yayınlanacak Birgün Pazar yazıma bırakıyorum. Ama bunun marjında yer alabilecek bir konuya da değinmeden geçemeyeceğim: Kılıçdaroğlu'nun 19 Temmuz'da Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan ve Gazete'nin "'Devlet Ana' vakti" başlığıyla manşete taşıdığı yazısı, Kemal Tahir ve "Devlet Ana" romanı üzerinden CHP'nin yeni devletçiliğine gönderme yapılması bakımından -Kemal Tahir'in Türkiye siyaseti üzerindeki bu "bitmeyen" etkisini de içerecek şekilde- özel bir ilgi ve eleştiriyi haketmektedir.