Gelişmeleri; değişimin yönünü; sermayenin ara tabakalarının isteklerini; aralarındaki güç dengelerini doğru okuyabilme yeteneğini yitirmiş kadroların siyasetteki işleri de bitmiş demektir.

Yeni hikâye yazarları aranıyor

Ülkeyi yöneten ekibin dış dünyada manevra alanının epeyce daraldığı anlaşılıyor. ABD olmazsa Rusya’ya döneriz türündeki fantezilerin işlevselliği kalmadı; inandırıcılığını yitirdi.

Ülkelerin nereye yöneleceğine siyasi figürler karar veremez. Asıl belirleyici olan sermaye sınıfının ilişkileridir. Gelişmeleri; değişimin yönünü; sermayenin ara tabakalarının isteklerini; aralarındaki güç ilişkilerini ve dengelerini, doğru okuyabilme yeteneğini yitirmiş kadroların siyasetteki işleri de bitmiş demektir. “İktidarın” Emperyalizmin ikiye yarılmış ana parçalarından birine olağanüstü ödünler verme vaatleriyle yanaşıp son kullanılma tarihini uzatma şansı da yoktur. Emperyalist ülkeler, güçten düşmüş, geleceği belirsiz bir ekiple uzun erimli ilişkiler kurmanın doğru olmayacağını bilir.

Tayyip Erdoğan’ın, Biden-Putin restleşmesine bu çerçeveden bakmalıyız: güvenilirliği kalmamış bir liderin kaçınılmaz kaderini yaşıyor.

İç politikadan bağımsız bir dış politika düşünülemez; her ikisi bir bütünün parçalarıdır. İçeride de benzer bir süreç gelişiyor. Sermayenin en büyüklerinin kurduğu TÜSİAD birdenbire, laikliğin önemini hatırladı. İstanbul sözleşmesini savunuyor. Taliban’ın peşine takılmanın tehlikesine işaret ediyor. Hukuk devletinin gerekliliğine; yurtiçinde ve yurt dışındaki ilişkilerin kurumlara ve kurallara dayalı güven ortamı içinde geliştirilmesinin önemine vurgu yapıyor. Nitelikli insanları yitirmemek için kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir ülke iklimi sağlanması gerektiğini söylüyor.

Ekonominin yönetilme anlayışına da önemli itirazları var. Faiz politikasını yanlış buluyor. Kısa süreli yüksek büyümelerin değil kalıcı büyümenin önemine işaret ediyor. Sığınmacılar üzerinden yapılan pazarlıkları eleştiriyor; çevre politikasını sürdürülemez buluyor.

Sermayenin TOBB, TİM, DEİK, ATO, ASO gibi örgütleri henüz eleştirmeye girişmeseler de eskisi gibi övgüler düzmüyor.

İnsanın aklına ister istemez başlarına taş mı düştü? Diye bir soru geliyor. Onlar da mı artık; “eskisi gibi yönetilmek istemiyorlar” acaba?

Orta Vadeli Programları hatırlayalım. YEP olarak adlandırılır, televizyonlarda canlı yayımlanan şatafatlı törenlerle sermayenin en tepesinde yer alan temsilcilerine sunulurdu. Gerçeklikten nasibini almamış, tutarsız rakamlar ve beklentilerden oluşan döküntü metinleri, sermaye sınıfının temsilcileri övgüyle karşılar, görüşleri günlerce manşetlerden düşmezdi. Çünkü sermayenin temsilcileri, tutarlılığa değil satır aralarında verilen çıkar vaatlerine odaklanırlardı.

Bu yıl Orta Vadeli Program (2022-2024)  5 Eylül 2021 günlü Resmi Gazetede yayımlandı. Ne tören, ne sunum yapıldı ne de övgüler düzüldü: “gizlice yayımladılar” desek çok yanlış olmaz, biraz ironi yapmış oluruz.

Rüzgâr yön değiştirdi. TÜSİAD’a göre “Sürdürülebilir bir küresel denge arayışı sürerken, Türkiye’nin de yeni bir hikâye yazmaya ihtiyacı var.” Bunu Kaslowski 31 Ağustos günü Dünya gazetesinde yayımlanan söyleşisinde dile getirdi. Yeni hikâye için yeni yazarlara gerek duyulacağından kimse kuşku duymasın.

Kaslowski’yle 31 Ağustos günü yapılan söyleşi ile 24 Ağustos günü BUSİAD toplantısındaki sözlerinden kısa alıntılar yaptığımızda, yeni hikâyecilere uyarılar; beklentiler ve sipariş edilen hikâyenin kurgusunun ana hatları ortaya çıkıyor. Kısaca göz atılsa iyi olur: çok tanıdık gelecektir. 

“Günü kurtarmak amacıyla atılan adımların daha ağır fatura çıkardığını unutmamak gerekli.”

“Faiz indirimlerine aceleci değil sabırlı davranmalıyız. Faizlerin kısa vadede düşmesi ile sağlayacağımız geçici rahatlama yerine, uzun vadede refah getirecek ve faizde kalıcı düşüşe imkân verecek politikalara odaklanmamız şart.”

“Kısa vadeli yüksek büyümelerin değil, kalıcı büyümenin önemine dikkat çekiyoruz. Büyümede, üretimde sürdürülebilirlik sağlamanın birinci koşulunun kalıcı düşük enflasyon olduğunun altını çizmek isterim.”

“AB üyeliği hedefinin korunması, gümrük birliğinin güncellenmesi, demokrasi ve hukuk devleti alanlarında ilerleme kaydedilmesiyle yeniden cazibe merkezi olmamızın önü açılabilir.”

“İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönerek kamu politikalarımızı güçlendirmeliyiz.”

“Laik hukuk devletini, katılımcı demokrasi ve özgürlük anlayışını, kurallı piyasa ekonomisini, kadın-erkek eşitliğini ve sürdürülebilir çevre dengesini güçlü bir şekilde savunmaya (TÜSİAD olarak) devam edeceğiz.”
Afganistan’ı izliyor ve laiklik ilkesinin önemini tekrar görüyoruz.”

“Nitelikli insan kaynağımızı kaybetmemek ve kaybettiklerimizi geri kazanmak için onlara kendilerini özgürce ifade edip potansiyellerini ortaya koyabilecekleri bir ülke iklimi sağlamalıyız.”

“İklim değişikliği bizi orantısız şekilde etkiliyor. Ülkemiz hızlı bir şekilde çölleşiyor, ormanlarımızı ve denizlerimizi kaybediyoruz. …Çok hızlı bir şekilde orman varlıklarımızı ve su kaynaklarımızı koruyacak güçlü adımlar atmalıyız.

“Sorun başka çaresi olmayan mültecilerin kendisi değil, mültecileri pazarlık unsuruna dönüştüren politikadır. Türkiye’nin sığınmacılara insani yükümlülüklerini yerine getirmesi ve mültecilerin sosyal entegrasyonu ayrıdır, “Kale Avrupası”nın sınır bekçisi olması ayrıdır, ikincisi sürdürülemez.”

“… yurt içinde ve uluslararası ilişkilerimizde kurumlara ve kurallara dayalı bir güven ortamı sağlamaya, insan kaynağımızı çağın gerektirdiği becerilerle donatmaya ve bilimsel ve teknolojik gelişmeye odaklanmamız gerekiyor.”

Bu beklentilere yabancılık duymamışsınızdır. Millet İttifakı aylardır bunları savunuyor!