"Peki neden, neden dost-düşman ikiliği üzerine kurulu siyaset kendisine yeni bir düşman icat etti ve bunun için de LGBTİ bireyleri seçti?"

Yeni düşman: LGBTİ

Günümüz kapitalizminin temel görüngülerinden biri kimliği sınıfın yerine ikame etmesi ve özgürlükler mücadelesini kimliklerin içine hapsetmeye çalışmasıdır. Öte yandan bu, kimliklerin “yapay ve sahte” olduğu ya da sosyalistlerin kimlikler üzerine verilen mücadeleyi görmezden geleceği anlamına gelmez. Sosyalistler açısından esas mesele kimlik siyaseti yapmamak ama kimlikler üzerine verilen özgürlük mücadelelerini liberalizmin elinden çekip alarak özgürlük mücadelesinin sosyalizm için esas alanı olan sınıf mücadelesine eklemleyebilmek, o mücadeleleri kapitalizme karşı verilen mücadeleyle birleştirebilmektir.

Sosyalizmin ve etkili sınıf hareketlerinin geriye çekildiği günümüz dünyasında, bunların yokluğunun ortaya çıkarttığı boşluk sağ popülist ve neo-faşist akımlar tarafından doldurulmakta, bu akımlar kitlelerin düzene yönelik öfkelerinin üzerinde yükselmektedirler. Sağ popülist ve neo-faşist akımlar sözde düzen karşıtı bir söylemi kitlelere empoze eder ve onları böyle etkilerler. Bu düzen karşıtlığı sözdedir, çünkü kapitalizmi ilga edip yerine daha eşitlikçi bir sistem koymayı, sermaye sınıfını ve sınıfları ortadan kaldırmayı hedeflemez; onun yerine kitlelerin öfkesini manipüle ederek “elitlere”, “dünyayı yöneten beş aile”ye, “küresel Yahudiliğe”, göçmenlere, mültecilere ya da farklı kimliklere, örneğin LGBTİ’lere yöneltir, bunları yaparken de komplocu zihniyeti güçlendirir.

Sağ popülizmin/neo-faşizmin bakış açısına göre, dünya bizim anlayamadığımız gizli güçler tarafından yönetilmektedir ve bu gizli güçler özellikle kimlik siyaseti aracılığıyla dinleri, ulusları, milli ve manevi değerleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Bunu yaparken de özgürlük, demokrasi, hoşgörü söylemine başvurmakta, örneğin mültecileri dini ya da ırksal saflığı bozmak ve beyazların üstünlüğüne dayalı batı medeniyetini ortadan kaldırmak için, LGBTİ’yi de aileyi ve maneviyatı tahrip etmek için kullanmaktadırlar.

Komploculuktan beslenen sağ popülist/neo-faşist akımlar nasıl ki pandeminin ve aşının dünyadaki nüfusu azaltmak için masonik karakterli ve gizli “küresel elitler” tarafından hayata geçirilen bir proje olduğuna inanıyorlarsa, aynı şekilde LGBTİ’yi de aile kurumunu yok etmeyi ve üremeyi azaltmayı ya da ortadan kaldırmayı böylece de dünya nüfusunu aşağı çekmeyi hedefleyen bir proje olarak görürler.

Demek ki bir tarafta kimlikler siyasetinin kapitalizmin çıkarları adına sınıf mücadelelerini etkisizleştirmek için kapitalizmin bir kanadı (güncel adlandırmayla küreselciler) tarafından biricik özgürlükler alanı olarak tarif edilmesi vardır. Kapitalizmin diğer kanadı ise kimlikler siyasetinin küreselci güçlerin toplumların milli ve dini değerlerini yok etmek için kullanıldığını öne sürmekte, ideolojik cephaneliğini bunun üzerine kurmaktadır.

Küresel burjuvazinin iki farklı fraksiyonuna ve iki farklı küresel birikim rejimi tahayyülünün somutlaşmasına tekabül eden bu iki yaklaşım biçimi, hem birbirinin varlığından ve birbirlerine yönelik sözde düşmanlıktan güç almakta hem de günün sonunda kapitalizmin devamına hizmet etmektedir.

Peki bu düşman kardeşliği üzerine kurulu sahte ikilik nasıl kısa devreye uğratılabilir?

Dünyayı komplocu tezlerin ötesinde, küresel kapitalist sistemin somut işleyiş mekanizmaları üzerinden okuyan, sözde düzen karşıtı sağ popülizmin toplumun önüne sahte düşmanlar atmasını teşhir eden ama küreselciliğin kimlikler siyasetinin yegâne özgürlük mücadelesi alanı olduğu yönündeki ideolojik söylemini de reddeden ve insanlığın temel çelişkisini, yani emek-sermaye çelişkisini merkeze alan bir siyaset, yani sınıf siyaseti, tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şeydir.

Sağın sözde düzen karşıtlığının kitleler üzerindeki manipüle edici etkisi ve kapitalizmin iki kanadı arasındaki mücadelenin sonucunda ortaya çıkan sahte ikilikler ancak sınıf siyasetiyle bertaraf edilebilir ve aşılabilir özetle.

***

Buradan gelelim bize ve pazar günkü LGBTİ düşmanı mitinge. Miting elbette ki başından sonuna kadar gerici bir karakter taşımaktaydı ama basitçe Kuran’daki Lût kavmi anlatısının belirleyiciliğinde yola çıkmıyor, yani sadece dini karakter taşımıyordu. Tıpkı batıdaki muadilleri gibi burada da LGBTİ düşmanlığının kodları, emperyalizmin ahlaki yozlaşmayı desteklediği, aile kurumunu ortadan kaldırmayı, cinsiyetsiz bir toplum yaratmayı ve üremeyi durdurmayı, böylece de dünya nüfusunu azaltmayı istediği gibi argümanlar üzerine inşa edilmişti.

Dahası, mitingin tanıtım videosu RTÜK tarafından “kamu spotu” olarak kabul edilmiş, gerek Soylu’nun uzun süredir devam eden açıklamalarıyla gerek yandaş medyadaki haberler aracılığıyla, LGBTİ düşmanlığı adım adım bir devlet politikası haline getirilmiş ve oradan mitinge ulaşılmıştı.

Peki neden, neden dost-düşman ikiliği üzerine kurulu siyaset kendisine yeni bir düşman icat etti ve bunun için de LGBTİ bireyleri seçti?

Bunun ilk nedeni elbette ki gericiliğin dozunun giderek artması ve “fiili şeriat rejimi”nin inşasının ivme kazanması. Son birkaç senedir engellenen onur yürüyüşlerinden, İstanbul sözleşmesinden çıkılmasından, yaz boyu konuştuğumuz festival ve konser yasaklarından, Gülşen’e tutukluluk üzerinden tüm topluma verilen gözdağından, tarikat ve cemaat mensuplarının ardı ardına yaptığı açıklamalardan ayrı değerlendirilebilecek bir süreç değil bu. İslamcılık rıza üretmede zorlandıkça çubuğu zora doğru büküyor, anlatacak yeni bir hikâye bulamadıkça yeni düşmanlar icat ediyor, o düşmanlar üzerinden muhalif kesimlere sopa gösterirken kendi tabanını tahkim etmeye çalışıyor.

İkincisi, iktidar partisinin içeride ve dışarıda sıkıştıkça tipik bir sağ popülist parti gibi “düzen karşıtı” bir retoriğe daha fazla sarılması, sözde bir düzen karşıtlığını daha da yükseltmesi gerekiyor. Özellikle ekonomik kriz derinleştikçe, krizin gerisinde Türkiye’nin yükselişini durdurmaya çalışan, Türkiye’ye tuzaklar kuran, Türkiye’yi batırmak isteyen dış güçlerin ve onların içerideki uzantılarının olduğu yönündeki safsatanın daha çok dile getirilmesi bir zorunluluk haline geliyor. Böylece krizin sorumluluğundan ve bundan kaynaklı toplumsal öfkenin muhatabı olmaktan kurtulma hesapları yapılıyor. İşte LGBTi’nin Batı tarafından, aileyi, maneviyatı, milli değerleri yok etmek için kullanıldığı yönündeki söylem buraya “cuk” diye oturuyor.

Ve elbette ki üçüncüsü, eğer bir yerlerde Türkiye’nin seçimlere “normal” olmayan yollardan götürülmesi, “serbest” seçimlerden başka her şeye benzeyen bir seçim yapılması planlanıyorsa, yeni sahte kutuplaştırmaların yaratılması ve bunun sokak ayağına dair kimi mesajların şimdiden verilmesi gerekiyor. Pazar günü o meydanda toplanan faşist-şeriatçı kırması kitle rejimin potansiyel sokak kuvveti olarak karşımıza çıkıyor, oradan sadece LGBTİ bireylere mesaj verilmiyor, seçim konjonktürüne giren Türkiye’de bir güç gösterisi yapılıyor.

Söz konusu mitinge düzen muhalefetinden tek bir ses dahi çıkmaması ise durumun vahametini gösteriyor. Altılı masanın en az beş üyesi LGBTİ meselesi örneğinde olduğu gibi sosyal meselelerin hemen hepsine iktidar partisiyle ve o meydandaki güruhla aynı pencereden bakıyorlar zaten. “Aman muhafazakâr seçmeni ürkütmeyelim” diye düşünen altıncı parti ise bırakın laikliği savunmayı, bir grup yurttaşın nefret objesi haline getirilerek doğrudan varoluşlarının tehdit edilmesine, düşmanlaştırılarak toplumun önüne atılmasına bile karşı çıkamıyor, refleks gösteremiyor.

Sözde düzen karşıtlığı, kitlelerin öfkesinin manipülasyonu, sahte kutuplaşmalar, fiili şeriat rejimi inşasının vites artırması, düşmanlaştırılıp her türlü şiddete açık hale getirilen insanlar ve düzen muhalefetinin derin sessizliği…

Tüm bunlar bize sosyalistlerin kamuculuk, laiklik, bağımsızlık başlıklarında buluşmasının ve sınıf siyasetinin güçlü bir aktör olarak sahneye çıkmasının hem zorunlu hem de çok önemli olduğunu gösteriyor. Gericiliğin sözde düzen karşıtlığına karşı sahici bir düzen karşıtlığı, kitlelerin öfkesinin doğrudan düzene, yani kapitalizme yöneltilmesi, farklı özgürlük mücadelelerinin sınıf mücadelesiyle birleştirilmesi, asıl kutuplaşmanın yani emekçilerle sermaye sınıfı arasındaki kutuplaşmanın siyasetin merkezine yerleştirilmesi, emperyalizme komplo teorilerinin ötesinde gerçek bir itiraz ve sınıfsal bağlamına oturtulmuş, emeğin sömürüsüyle din istismarının birlikteliğini topluma anlatan sahici bir laiklik mücadelesi…

Elimizdeki yol haritası bu ve o harita sahici bir çıkışın yönünün neresi olduğunu net bir şekilde hepimize gösteriyor.