Doğa katliamları, tıpkı insanların sömürülmesi gibi, kapitalistlerin vicdansızlıklarından, acımasızlıklarından, kısaca kötülüklerinden değil kapitalist üretim biçiminin kendisinden kaynaklanır.

Yazılalı çok olmuştu

“Edirne’den Ardahan’a kadar/ Bir toprak uzanır/ Boz kanatlı üveyikler üstünden uçar/ Ardahan’dan Edirne’ye/ Edirne’den Ardahan’a kadar.”

Bunlar Cahit Külebi’nin dizeleri. Ancak buradaki “Edirne’den Ardahan’a kadar” sınırlandırması, onun dışında başka birçok şairde, yazarda, onlardan öğrenerek olsa gerek, sokaktaki insanda da vardır. Ülkemizin büyüklüğü, güzelliği anlatılırken kullanılır genellikle.

Oysa, gerçekten büyük ve güzel olan ülkemizin yağmalanması, talan edilmesi anlatılacaksa eğer, bu sınır belirten uçlara kuzeyden ve güneyden de birer ekleme yapmak doğru olur. Örneğin, Rize’den Muğla’ya kadar, denebilir.
Kuzeyden ve güneyden rasgele yerler seçilebilir. Yağmada, doğanın talan edilmesinde, öylesine bir kapsam genişlemesi olmuş durumda. Ama ben Rize’yi bilerek seçtim. İkizdere’deki yağmaya ve onun bana hatırlattığı çok eski bir metne değinmek üzere.

İkizdere’deki yağmayı anlatmak bakımından kolaya kaçmak, daha doğrusu, hazıra konmak niyetindeyim. Kadir Sev iki gün önce burada yazdıklarıyla böyle bir kolaylık sağlamıştı. Şöyle özetliyordu, uzun bir alıntı yapmayı göze alarak aktarıyorum:

“Yağma sırası, UNESCO listesinde Dünyada korunması gereken 254 vadi arasında sayılan Rize İkizdere’ye geldi. Vadiyi denize dökecekler; 30 milyon ton taşla liman genişletilecek. Hedeflerinin Rize’yi ‘lojistik üs’ haline getirmek olduğunu söylüyorlar.

Limanın bitirilmesi, talanın derinleştirilerek sürdürülmesi sürecinde başlangıç olmaktan öte bir anlam taşımıyor. Ardından yeni yollar, köprüler dolgular, yeni yerleşim alanları, doğaya yeni müdahaleler gelecek.

Ulaştırma Bakanına göre en uygun taşın İkizdere vadisinde olduğu saptanmış. Doğrudur! Hem döküm alanına uzak değil, taşıma gideri az olur hem kamulaştırma gerekmiyor. Bakanın bir de müjdesi var. Projeyle 8 bin insana yeni iş olanağı sağlanacak.

Sermaye, insanı körleştiriyor demek ki. Bölgede, en az 100 ton organik çay, 8-10 ton kestane balı, delibal üretiliyor, tarım-hayvancılık yapılıyor. Yıllarca her gün 10 ton patlayıcı kullanacaklar, her bir patlamada 4 ton toz çıkacak, yağdıracaklar köylülerin üzerlerine, yok edecekler bütün güzellikleri. Taşları taşımak için yollar açacaklar; her gün yüzlerce damperli kamyon geçirecekler köylülerin yaşam alanlarından, evlerinin 200 metre yakınından.

Bütün bunlar neye mal olacak? Hesabı yapıldı mı?

Hesap bilinmesin diye olmadık yalana dolana başvuruyorlar. Taşocağı ruhsatını 25 hektar için alsalardı ÇED raporu gerekecekti. 24,9 hektar için başvurdular. ÇED gerekli değildir raporu aldıktan 40 gün sonra, daha işe bile başlamamışlardı, kapasite artışı başvurusu yaptılar. Araştırıldığında Gürdere, Cevizlik ve Şimşirli’de toplam 4 taşocağı için başvuruları çıktı ortaya. İki yılda bitireceklerini söylüyorlar. O da doğru değil; yeni yollar, dolgular için yeni taşocaklarına gerek duyulacak.

İş bittiğinde İkizdere’yi eski durumuna getireceklermiş. Vadi dümdüz olacak, nesini eski hale getirecekler? Söyleseler de öğrensek. Bir de etkilenecek 10 ağacın yerine 100 ağaç dikeceğiz diyorlar. Ağaçları, orman içine hançer gibi otoyollar saplamak için keseceklerini unutmuş olmalılar; otoyolların ortasına mı dikecekler?

Kapitalizm, yalanlardan beslenir.

Derelere dokunmayacağız demişlerdi. Yol açmak için çıkardıkları molozları dere yatağına döktüler, köyün içme suyu şimdiden çamur akıyor, üstelik kurumak üzere. Ocak çalışmaya başladığında kim bilir daha kaç dere kurutulmuş olacak.

Anadolu’nun her parçası dilimlenip ulusal/uluslararası tekellerin hizmetine sunuluyor. Ve buna en çok en yüksek perdeden ‘Vatanı böldürmeyeceğiz’ diyenler destek veriyor.”

Bana kalırsa yeterince aydınlatıcı bir özet bu. 

Dönemler ve kuşaklar boyunca sürüp giden bütün bu doğa katliamının, ilk ortaya çıkışının değil ama, günümüzde bu ölçüde bir gözü dönmüşlükle sürüp gidişinin kaynağına ya da nedenine ilişkin olarak çok eskiden yapılmış bir açıklamaya sıra geldi şimdi. Katliama karşı koymaya çalışırken hiç akıldan çıkartılmaması gerekir.

“Burjuvazinin bilimi olan klasik ekonomi politik, daha çok, yalnız üretime ve değişime (mübadeleye) yönelmiş insan eylemlerinin doğrudan doğruya tasarlanmış toplumsal etkilerini ele alır. Bu durum onun kuramsal dile getirilişi olduğu toplumsal düzene tümüyle uygundur. Kapitalistler doğrudan kâr için üretim ve değişim yaptıkları için ilk planda sadece en yakın, en dolaysız sonuçları hesaba katabilirler. Bir fabrikatör ya da tüccar ürettiği ya da satın aldığı metayı küçük bir kârla sattığında bile, durumdan hoşnuttur; metanın ve alıcısının sonradan ne olacağı onu ilgilendirmez. Bu eylemlerin doğadaki etkileri için de aynı şey geçerlidir. Küba’da dağ yamaçlarındaki ormanları yakarak en verimli bir kahve ağacı kuşağına yetecek gübreyi bunların külünden elde eden İspanyol tarımcılarını, sonradan şiddetli tropikal yağmurların artık korunamayan üst toprak katmanını alıp götürmesi ve geriye yalnız çıplak kayalar bırakması ilgilendirir miydi? Bugünkü üretim biçiminde toplum karşısında olduğu gibi doğa karşısında da, daha çok, her şeyden önceki, ilk ve elle tutulur başarı dikkate alınır.”

Bunlar aslında farklı bir konuyu ele alan, tamamlanamamış bir makalenin son satırları. Yazarı, sosyalizmin iki büyük kurucu düşünüründen biri olan Engels. Yazılış tarihinin Haziran 1876 olduğu sanılıyor; demek, yazarının yaşı 56’ya ulaştığında kaleme alınmış. Almanya’da bir dergideki ilk yayımlanışı ölümünden bir yıl kadar sonraya, 1896 yılına rastlıyor. İçinde yer aldığı, Doğanın Diyalektiği başlıklı ve yine tamamlanamamış kapsamlı çalışmanın ise eldeki tüm bölümleriyle ilk basımının 1925’te Sovyetler Birliği’nde yapıldığını biliyoruz.

“Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü” başlıklı makale, sadece bu satırlarla değil, daha önceki bazı bölümleriyle de bugün doğa ve çevre konularındaki haklı duyarlılıklar ile mücadeleler açısından çözümleyici, uyarıcı, ışık tutucu bir nitelik taşıyor. 

Yukarıya aktarılan satırlardan şöyle bir sonuca ulaşmak mümkün: Doğa katliamları, tıpkı insanların sömürülmesi gibi, kapitalistlerin vicdansızlıklarından, acımasızlıklarından, kısaca kötülüklerinden değil kapitalist üretim biçiminin kendisinden kaynaklanır. Dolayısıyla, kapitalizm karşıtlığını gündemine almayan bir doğaya sahip çıkma mücadelesi, eksikli olmaya, kalıcı sonuçlar elde etmekten uzak kalmaya mahkûmdur. 

Bu arada, az önce yazdıklarımın kişi olarak kapitalistleri aklamak ya da hoşgörmek türünden bir eğilimle ilgisinin bulunmadığını, ayrıca belirtmeye bile gerek yoktur herhalde. Kimi kapitalist bireyler ve onların mülkiyetindeki kuruluşlar, öteki sınıfdaşlarına göre doğa ve çevre konularına daha duyarlı görünebilirler. Bunu göstermek, daha açıkçası, reklam etmek için özel çabalara girişebilirler. Bu yazının ilk bölümünde sözü edilen İkizdere yatırımcısından, aynı anlama gelmek üzere, katliamcısından hem fizyonomik görünüm hem söylem hem de eylem olarak epeyce farklı olabilirler. Ancak, bu farklılık, özdeki aynılığı ortadan kaldırmaz. Onlar, bütün eğilimleriyle birlikte, onsuz var olamayacakları üretim biçiminin doğası gereği, insanın toplumsal ve doğal çevresinin yıkıcılarıdır. Şu farkla ki, kimileri kendilerini frenlemeyi azçok öğrenmişlerdir, kimileriyse gözü doymazlıkta sınır tanımayan bir aşamada bulunmaktadırlar.

Son söylediklerimden, “reel” ve benzeri sıfatlarla anmaktansa daha gerçekçi ve haktanır olduğu düşüncesiyle “kurulabilmiş sosyalizm” demekte ısrar ettiğim yirminci yüzyıl sosyalizminin bu konuda tertemiz olduğu sonucu çıkmasın. Oralarda da doğanın ve çevrenin korunup kollanmasında her zaman düzgün davranıldığını öne sürmek, ne yazık, mümkün görünmüyor. Ama nedenler farklıdır; onlar, sömürücülere özgü bir açgözlülükle değil, örnek olsun, kapitalist-emperyalist batı ile yarışmak ve onları geçmek türünden yönelişlerle o suçları ya da kabahatleri işlemişlerdir. Benzer nedenleri bulup ortadan kaldırmak ve insan soyunun barınabildiği tek gezegeni yaşanabilir kılmak, geri dönüş kanallarını tıkamayı başarabilecek yirmi birinci yüzyıl sosyalizminin işleri arasında yer almaktadır.