Söndürülememiş yangınların hüzünlü kokusudur şimdi dizelerden geriye kalan. Ve yangın yerindeki birikmiş küldür şair.

Yangın yerine ağıt*

Haziran Temmuz’a dönerken başladı yangın. Çıldırmış bir şehir toplandı ve ateşi körükledi “ülkesine yangın” bir şairi yeniden yakmak için. Yandı Temmuz’da, tutuştu dizeleri. O şair, alev almış başıyla karanlıkta bir meşale şimdi. Ve tutuşan ülkesi, bin yıllık yangın yeri.

Dizeleri kundaklamak kolay, oysa kundakçılara inat insan kalmak zor. 

Söyle, şairinin katili olan bir halk nasıl affedilebilir? 

Anlat, şairsiz bir ülkede kim söndürebilir ansızın patlak veren ahir zaman yangınlarını?

Oysa bilmiyor cahil, bir şair tutuşursa bir ülke yanar. Yaşamak şairlerin görevidir yangın yerinde. Ve tutuşan şair, kundakçısının da sevgilisidir.

O diyor ki bize:

“Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hâlâ  
Sevgiler bekliyor sürekli senden.
İnsanın bir yanı neden hep eksik? 
Ve o eksiği tamamlayalım derken, 
Var olan aşınıyor azar azar zamanla  
Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.”

Küçücük bir çocuktu bir akrep tarafından sokulduğunda. Çevredekiler yetişti, ateşin üzerine koydukları bir kazan suya sokup kaynattılar şairi. Daha o günden öğrenmişti akrebin zehrinden kurtulmak için kaynamak gerektiğini.

Haziran’dan Temmuz’a dönerken ansızın yine akrepler… Yeniden kaynamak ve yanmak gerekiyor belli ki...

Bir daha akrep gibi olmasın diye bir şehir belli ki bir şair yine yanacak. Belli ki “yangın yerinde insan kalacak” her şeye rağmen. Belli ki bir ülke o şairi yaktığı için ahir zamana kadar utanacak.

O diyor ki bize:

“Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar...
Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.
Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.
Omzumda bir kesik el,
Ki durmadan kanar.
Ah kavaklar, kavaklar...
Acı düştü peşime, ardımdan ıslık çalar.”

Dizeleri kundaklamak kolay, kundakçılara inat insan kalmak zor. Söyle; şairinin katili olan bir halk nasıl affedilebilir?

***

Karşıyaka’da bir güzel; ilk bakış, ilk aşk. Şair bu, kendisi gibi sevgisi de zarif, söyleyemez ki anlamayana. Döker kâğıda çaresiz ve atar ummana, Karşıyakalı güzel bulsun diye. Der ki şair kokulu kâğıtta; “Bu ham dünyada zoraki bir söz gibi sevgim / Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin…”

Bir yalnızlık işaretidir şiir, söylenmeyip kelimelere gizlenmiş aşklardır, umarsız âşıklar bulsun, yüreğini soğutsun diye.

O diyor ki bize:

“Bir cam gibi önünde
Yüzümü elinle sil
Hohlayarak üstüne
Seyret boş bir sokağa
Hüzünle yağışını yağmurun.
Sonra kaplasın yavaşça
Ilık buğusu soluğunun
Yüzümü baştanbaşa.

Ve bırakıp gittiğinde
Bir küçük boşluk kalsın
Alnını dayadığın yerde;
Bir yalnızlık işareti
İşleyen ta içime.”

Karşıyaka’da bir güzel, güzel! Ama şaire rastlamasa güzel, güzel olduğunu nereden bileceksiniz? Dizelere dökülmüş ki güzel, hâlâ güzel! Bir ölümsüzlük iksiridir şiir, güzellere çaktırmadan düzülmüş dizelerdir reçetesi.

O diyor ki bize:

“Bekliyorum bir kapının önünde,
Cebimde yazılmamış bir mektupla.
Bana karşı ben vardım
Çaldığım kapıların ardında,
Ben açtım, ben girdim
Selamlaştık ilk defa.”

En çok cebindeki yazılmamış mektupları merak ediyor insan. Belki kendi sonunu kovalayan sonlu aşka dairdir. Hayatın ve şiirin kristalini kırmak için aradığı uçurumun tarifidir belki.

Söyle, yazılmamış mektupları yakan bir halk nasıl affedilebilir?

***

Haziranda fena çocukluğumuzu vurdular, Temmuz’a çıkarken asi aydınlığımızı. Uğurladık ölülerimizi, sonrası tarifsiz bir karanlık…

Söndürülememiş yangınların hüzünlü kokusudur şimdi dizelerden geriye kalan. Ve yangın yerindeki birikmiş küldür şair. 
Dizeleri kundaklamak kolay, kundakçılara inat insan kalmak zor. Söyle; çocuklarının katili olan bir halk nasıl affedilebilir?

*Fena Çocuklar Zamanı’ndan esinlenerek