Emekçiler gayet iyi biliyor ki kendi tarihlerinde “hak kavramı” direnişin adıdır; hak mücadeleleri de direnme hakkıyla başlar.

Yamalar bile tutmazken helalleşme masalı değil, direnme hakkı

Reformlar, anayasa değişiklikleri, helalleşmeler, kul hakkı, tek adam rejimi diyerek seçime sığınılırken; asgari ücret, vergi indirimi, ek gösterge gibi göz boyamalardan medet umulurken kanalizasyon boruları patlayıverdi. Çürümüş yapılarının pahalılık beton blokları emekçi halkın üzerine yağıyor; yağışın sürmesi için de ne gerekiyorsa yapılıyor.

1796’da Baldırıçıplaklar tarafından hazırlanan “Eşitlerin Manifestosu”na gönderme yaparak söylersek: Sömürü tüm baskılarıyla, kötülükleriyle almış başını gidiyor; bütün yeryüzünü kaplıyor. Her gün, günün her anı yoksullaşan, yürekleri kan ağlayan halk dinselliğin soyut araçlarıyla avutulmaya çalışılırken tüm hak mücadelelerinin üstüne oturtulan kul hakkıyla seçime kadar yapay uykuya yatırılmaya zorlanıyor halk.

19 yıldır AKP’ye kazandıran ve bugün de sonucu belirsiz olan seçime kadar ne olacak? Altta kalanın canı çıkacak. Seçimden sonra ne olacak? AKP kaybetse de sermaye sınıfının egemenliği devam edecek, emeğin sömürüldüğü düzen devam edecek.

Emekçiler gayet iyi biliyor ki kendi tarihlerinde “hak kavramı” direnişin adıdır; hak mücadeleleri de direnme hakkıyla başlar.

Geçen haftaki yazımda da değindiğim gibi anayasalara hak ve özgürlükleri yazanlar sömürücülerin hak ve özgürlüklerinin yanında grev hakkını tüm emekçileri kapsayacak biçimde yasalarla güvence altına almaya yanaşmıyor; toplantı ve gösteri yapma, örgütlenme ve propagandayı bütün bireylere ve toplumsal örgütlenmelere açık tutarak yasakları kaldırmıyor. Çünkü emekçi halkın nefesinin mücadele ve eylem olduğunu biliyor. Anayasanın içinde ve özünde var olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından da söylenen direnme hakkının kullanılmasından korkuluyor.    

Anayasada açıkça yazan hak ve özgürlükleri bile uygulamayanlar görmek ve duymak istemede de anımsatalım. Anayasa Mahkemesi, direnme hakkının insan hakları belgeleriyle birlikte 1982 Anayasasının özünde yer aldığını karara bağlarken, Anayasanın Başlangıç Bölümüne, devletin şeklinin cumhuriyet olmasına, cumhuriyetin niteliklerine, egemenliğin kayıtsız koşulsuz ulusun olmasına, temel hak ve özgürlüklerin vazgeçilmez niteliğine, temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmamasına, birey özgürlüğü ve güvenliğine, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına, hak arama özgürlüğüne, temel hak ve özgürlüklerin korunması (Anayasa: Başlangıç ve 1., 2., 6., 12., 14., 19., 34., 46. ve 40. maddeler) hükümlerine dayandı. Bu maddelerle birlikte anayasal bütünselliği ve tarihsel süreç içerisindeki uluslararası insan hakları belgelerini değerlendirerek direnme hakkının anayasal zeminin sözünde olmasa bile özünde olduğunu belirtti.    

Sınıfsız ve sömürüsüz düzenin adını duyduğunda tüyleri diken diken olanlar, sokakta eyleme provokasyon diyenler direnme hakkını da kul hakkının içinde eritmeye, kul hakkını direnme hakkını durduran set olarak kullanmaya giriştiler. Laikliği “din özgürlüğü” olarak tanımlayarak ortadan kaldırırken amaçları çok açıktı: hak mücadelelerini ve başlangıcı olan direnme hakkını silip atmak, mücadelelerle kazanılan hak ve özgürlükleri sömürücülerin yaşam ve üretim alanında tutmak.

Demokrasi masalı ve onun olmazsa olmazı olarak gösterilen ama ağırlıkla sömürücülerin kazandığı seçimler de sömürünün aracı haline getirildi. Kısmi seçim kazalarını da kendileri lehine çevirecek her yol denendi. Yetmediğinde darbe devreye sokuldu.

Hukuk ve yargı aynı göz boyamalarla ama sonuçta kendi amaçlarına uygun durumda, hukuksuzluk ve adaletsizlikle bir arada tutuluyor. Emekçiler, sömürücü sınıfın işgücü ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde gerici soslarla süslenerek kul yapılmaya, alışkanlıkların kölesi yapılmaya çalışılıyor;  nefes alamaz duruma getirilerek ağır ağır ölüme bırakılmaya çalışılıyor.

Sorunların kaynağının “tek adam rejimi” olduğunu söyleyenler de biliyor sorunların gerçek kaynağının sömürü düzeni olduğunu. Ama gerçek düşmanı ve sınıfsal çelişkiyi saklamak için, düzeni sürdürmek için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Evet seçme, seçilme ve siyasi faaliyet önemli hak da siyasi faaliyeti sokaktan kurtarıp (!) düzen içi siyasete sıkıştıranlar genel oy hakkını çalmayı ve adaletsiz seçim düzenini kullanmayı da, sahteciliği ve oyalamayı da iyi biliyor. Hepsinin üstüne örtülen uzlaştırma kılıfı, düzen içi muhalefetin gerçek yüzünün ortaya çıkmasına yarıyor. Sermaye sınıfına toz kondurmuyorlar.

Din işiyle dünya işi, helalleşmeyle hukuk ayrı yolların yolcularıyken buluşturuluyor. Böylece akıl, bilim, aydınlanmanın bir kez daha ihanetin içine doğması sağlanıyor. Hak mücadelelerinin kırılması isteniyor.

Pablo Neruda’nın “Ağır Ölüm” dizelerinde dediği gibi “yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir”. Bu çabanın adı emekçiler için hak mücadeleleridir, bu mücadelelerin başlangıcı olan direnme hakkıdır.

Direnme hakkı ustaca sınırlandırılan ve dayatılan şekliyle bireysel değildir, toplumsaldır, sınıfsaldır, vazgeçilmezdir.

Araya bir spot girersek: Sermaye sınıfı emekçiler olmadan, onları sömürmeden üretemez, yaşayamaz ama emekçiler sermaye sınıfı olmadan üretirler, yaşarlar, eşit haklarla örgütlenerek, toplumun tüm kesimlerini yönetime katarak sosyalist cumhuriyeti yaşama geçirirler.            

Hiç zor değil. TKP açıklamasında öz ve net söylendi: "Emeğimiz sömürülüyor, ülkemiz yağmalanıyor. Her gün değişen etiketler, artan faturalarla hayatımız çalınıyor. Yaşamımız, geleceğimiz için direnmek zorundayız. Şimdi ayağa kalkma zamanı!"