Yazı yazmak gerekiyor ya, orada cayır cayır yanarken memleket ne yazsam boş, ne yazsam tatsız, ne yazsam çiğ kalacak, bilmez miyim? Bilirim ama susmakta olmaz, olmuyor, olamıyor.

Ya Herro Ya Merro!

Bu yaz da ağır geçiyor. Geçen mevsimler, geçen yıllar gibi ama giderek daha ağır. Tahammül eşiğim mi düştü yoksa sabrımın sonuna mı geldim. Nereye dönsem yangın yeri. Ama sanki acılardan acı beğenir olduk. Her yeni günde başka başka felaket haberleriyle yüreğim sıkışmada. Dört bir yandan saldırıyor zebani. Serseme döndüm.

Tek ben miyim serseme dönen?

Zannetmiyorum. Görüyorum. Dostlar, iyi insanlar, vicdanlı, merhametli yığınlar, soranlar, sorgulayanlar, kanıksamayanlar, yanlışı görenler, şaşakalanlar, kabul etmeyenler, boyun eğmeyenler, hakkaniyete inananlar, doğmamış yetimin hakkını düşünenler, üç kuruşun hesabını yapa yapa çoluk çocuk besleyenler, doğayı, hayvanı sevenler, yolda giderken gördüğü her kediye öpücük atanlar, yediği içtiği zehir olup da memleket sevdasına kuytularda kalamayanlar, öfkeden gözleri yananlar, gözyaşlarını içine akıtanlar, her yanan ağacı, kuşu, kamlumbağayı göğsüne sarıp da özsu olmak isteyenler, yavrusunu severken aç yatan bebeleri düşünenler, geceler boyu uyku tutmayanlar, memleket belasına ne olacak hallerimiz diye dertlenenler… Öyle çoğuz ki aslında. Yüreği acıdan ve öfkeden göz göz olmuş, ülkemin memleket sevdalıları, öyle çoğuz ki.

Yazı yazmak gerekiyor ya, orada cayır cayır yanarken memleket ne yazsam boş, ne yazsam tatsız, ne yazsam çiğ kalacak, bilmez miyim? Bilirim ama susmakta olmaz, olmuyor, olamıyor.

Genco Erkal’ın Dostlar Tiyatrosu tarafından sahneye konan, güzelim “Şahdamarım” oyununu izledik salgın günlerinden sonra ilk defa Açıkhava’da. Ahmet Arif’in 30. Ölüm Yıldönümü anısına sahneye konuyor oyun. Nasıl bir Genco Erkal’dır ki Ahmet Arif’e can oluyor, yoldaş oluyor, soluk olup ses oluyor. Sahnede devleşiyor.

Ah işte! Diyorum, benimle birlikte bütün herkes diyor.

Ah işte! İyilik Şam’da değil ki a dostlar. İyilik kanatlanan bir dizenin tenime dokunuşunda, iyilik dostun buğulanan gözlerini kaçırmasında, iyilik sanatta, iyilik müzikte, iyilik dayanışmada, iyilik öyle bedavadan değil mangal gibi yürekte, soru sormakta, güçsüze arka çıkmakta, hastaya şifa vermekte, komşun aç yatarken dertlenmekte bir çorbayı paylaşmakta, iyilik öyle kestirmeden nutuk atıp göz boyamakta değil, iyilik talana dur demekte kimi kez mırıldanarak kimi kez haykırarak ama illa taa derinlerde acısını duyarak direnmekte. İyilik Kaf Dağı’nın arkasında değil. İyilik insan ayrımı yapmamakta, öyle kolayına varıp mağduru suçlamakta değil dibine erip sebebini sormakta, muhtaca, ezilmişe, sahipsize sahip çıkmakta, hak aramakta… bir olmakta, çok olmakta, bitmeden usanmadan, yorulmadan anlamakta,anlatmakta, göstermekte, vazgeçmemekte.

İşte bu yüzden “Bugünleri yalnız başıma geçirecek kudrette değilim.”

İşte bu yüzden Ahmet Arif, işte bu yüzden “Anadolu”

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne cellâdın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?”

(Anadolu adlı şiirinden)

Ahmet Arif hücreye atıldığında kan revan içinde neredeyse ölümün eşiğindedir. Hücresinin duvarında Şekspir’in “to be or not to be” (olmak ya da olmamak) deyişiyle benzer anlamı taşıyan on dokuz farklı dildeki (rakamla da yazmak isterim 19) deyişi görür. Altına Türkçesini eklemek ister “ya herro ya merro” yazar. Can Yücel anımsadım, onun çevirilerini… Şimdilik mi, şimdilik söyleyeceklerim bu kadar.