Bugün ortalama bir kişinin sosyal medya platformlarında kendisi hakkında bile isteye verdiği bilgi, özel yazışmalardakinin kat be kat daha fazlasıdır.

WhatsApp mı, Telegram mı, Signal mi?

Geçtiğimiz hafta, kavimler göçü yaşandı dijital ortamda. Bazı uygulamalara yeni kayıt olan kişilerle ilgili bildirimler yığıldı insanların telefonlarına. Bir uygulama fazla ilgiden çöküverdi, bazı iletileri mektup hızında ulaştırdı gideceği adrese!

Bir önerim olmayacak, ortalıkta bir sürü “uzman” görüşü var zaten, ölçer-biçer kararını verir herkes.

Benim üzerinde durmak istediğim, yaşanan paniğin bizzat kendisi.

Her şey, en yaygın iletişim uygulaması olan WhatsApp’ın bazı verileri Facebook’un kullanımına açacağını ilan etmesiyle başladı. Açıklamada, insanların yazışmalarının paylaşılacağına dair bir bilgi yer almıyordu, zaten sonrasında şirket de “kesinlikle yok böyle bir şey” demek zorunda hissetti.

Özetle, aynı şirkete ait iki marka arasında bir veri paylaşımı söz konusuydu ve bu olasılık şirketin hiç beklemediği anlaşılan bir tepkiye yol açtı.

Buradan çağımız insanının mahremiyete, gizliliğe büyük önem verdiği sonucunu çıkarabiliriz.

Yok, çıkaramayız.

Çünkü sanal kavimler göçüne katılanların büyük bölümü son derece paylaşımcı! Onlar için paylaşılamayan bir şeyin herhangi bir anlamı bulunmuyor. Yemek yedin paylaş, bir göl kenarına gittin paylaş, sevgilinden ayrıldın paylaş, yeni sevgili buldun paylaş, rüya gördün paylaş, aklına fikir geldi paylaş, üç sayfa kitap okudun paylaş, canın sıkıldı paylaş, sigara yaktın paylaş, bira içtin paylaş...

“Paylaşacak şeyim kalmadı” diye paylaşım yapan da var!

Üstelik bu paylaşımların en gözde platformlarından biri Facebook. Yani insanların “aman WhatsApp verilerimi onunla paylaşacak” diye korktuğu mecra.

Sosyal medya bağımlıları için hangi veri kaldı daha fazla paylaşılacak, bunu gerçekten bilmiyorum.

Bugün ortalama bir kişinin sosyal medya platformlarında kendisi hakkında bile isteye verdiği bilgi, özel yazışmalardakinin kat be kat daha fazlasıdır. Ziyaret edilen siteleri, konum bildirimlerini ve benzeri veri kaynaklarını saymıyorum bile...

Fark, birinde inisiyatifin belli oranlarda bizde olması, diğerinde ise rızamız olmadan hakkımızda bilgi toplanmasından ibarettir.

Ama sonuç aynıdır.

Buradan yazışma güvenliğini hafifsediğim sonucu çıkarılmasın. İki kişi arasındaki her tür iletişim özeldir. Ben edebi ve kamusal değeri olmayan, yani yazışan kişilerin “bir gün bunlar yayınlanabilir elbette” diye düşünmedikleri belli olan yazışmaların yıllar sonra marifet gibi kitaplaştırılmasını bile doğru bulmuyorum. Bunları merak edenlere de şaşırıyorum.

İki kişi arasındaki yazışma ya da konuşmaların hukukun ve medyanın konusu haline geldiği andan itibaren insanlık kaybetti.

Peki burada suçlu “güvenlik”çi devletler mi, paraya yönelen şirketler mi?

Bunlar arasındaki geçişkenlik unutulmamalı. Ayrıca sonuçta sermaye sınıfı iktidarda ve bütün dünyada onun çıkarlarına hizmet eden devletlerden söz ediyoruz. Ancak yine de devletin gizli kulağı ve gözü birçok kişiye daha itici geliyor.

Ne özele ne özelin devletine güvenilebilir. Geçtiğimiz yıllarda ABD’deki bir istihbarat örgütünün ünlü bir teknoloji firmasının yöneticilerinden birine 50 bin dolar rüşvet verip başka ülkelere satılacak bilgisayarların tamamına data transferi sağlayacak çipler taktırdığı haberini birçoğunuz okumuşsunuzdur. İstihbarat örgütlerinin iletişim, yazılım ve donanım firmalarına eleman yerleştirdiği ve bir sürü çalışanı sonrada devşirdiği de bir sır değil.

Dijital iletişim platformlarına ilişkin ortalıkta dolanan bilgilere de bu nedenle rezervle yaklaşmak gerekir. Geçmişte, istihbarat örgütlerinin şifrelemenin oluşturduğu duvarı aşamadıkları bazı uygulamalar hakkında “olumsuz” bilgi yaydığı ve güven sarstığı örnekler oldu. Tersi de geçerli; “kıramadık”, “veri paylaşmıyor” diye istihbaratçıların kara listeye aldığı donanım ve yazılımlara da ihtiyatla yaklaşılmalı.

Ama zaten bugünün dünyasında kâr amaçlı bir kurumun yanına yaklaştığı hiçbir uygulamaya fazla güvenmemeli. Yine bugünün dünyasında hayır işi, ücretsiz bir uygulamaya azıcık da olsa kuşkuyla bakmalı.

Bilmeliyiz ki, sermaye egemenliğinin bekası için fetişleştirilen “devlet güvenliği” ile piyasanın “satış” arzusu el ele vermiş, özel yaşamı her an, her saniye yok ediyorlar.

Çözüm?

E madem bu kadar düşkünüz özgürlüğümüze, madem dert ediyoruz özel hayatın gizliliğini, o zaman uğursuz burnunu her yere sokan şu sermaye denen alçaklıkla hesaplaşalım. Yoksa “kardeş vatsap görüşmeleri feyste yayınlanacakmış diyorlar, ne yapsak, ne kullansak” diye daha çok dertlenir, çoğu “genç ve dinamik” girişimcilerin elindeki özel şirketlerin maymunu olmaya daha uzun süre devam ederiz.

Demem odur ki, özel hayatımız gerçekten özelse, özel sektöre savaş açmalı.

Paylaşmak istiyorsak, bize özel olanı değil, toplumsal olanı, eşitliği, doğayı, özgürlüğü, sanatı, bilgiyi paylaşmalı…

Ha, illa başlıktaki soruya dair bir şey demem gerekiyorsa…

Nerede çokluk, orada…