"Bugünün Türkiye’sinde ihtiyacımız olan şey bu yüzleşmeyi göze alabilecek öznelerin siyaset sahnesine çıkmasıdır. Yeni kurulan Sosyalist Güç Birliği buna aday olduğunu halka göstermekle mükelleftir"

'Virtu' ve 'fortuna': İktidarın yirmi yılı üzerine notlar

Modern siyaset biliminin kurucusu olarak kabul edilen İtalyan filozof Machiavelli, “Prens” adlı ünlü eserinde yeni prensliklerin, yani Avrupa’da onun döneminde ortaya çıkmaya başlayan mutlakıyetçi krallıkların tahlilini yaparken, “virtu” ve “fortuna” adlı Latince iki kavrama başvurur.

Buna göre fortuna, “şans, talih, yazgı” gibi bir anlam içerirken, virtunun ise “beceri, yetenek, güç” gibi bir anlamı vardır. Yeni prenslikleri eskisinden ayıran şey ise bir kişinin kendi beceri, yetenek ve gücü, yani “virtu”su ile eylemlere girişmesi ve yazgısını, talihini, şansını, yani “fortuna”sını doğru kullanarak iktidarı ele geçirmesi ve orada kalmayı başarmasıdır.

İşte geride kalan yirmi yıl, bir “politik survivor” olarak Erdoğan’ın ve AKP iktidarının, yakın zamanlara kadar “virtu”su ile “fortuna”sını yani beceri ve şansını doğru bir şekilde bir araya getirebilmesinin ve iktidarını sürdürerek kendi rejimini inşa etmesinin tarihi olarak okunabilir.

Erdoğan’ın/AKP iktidarının en büyük şansı, Türkiye’nin 90’lı yıllarda yaşadığı çoklu kriz konjonktürünün düzen açısından yarattığı büyük meşruiyet krizidir. Düzen kendi meşruiyetini yeniden tesis edecek yeni bir siyasi aktör/özne ararken Erdoğan/AKP buna aday olmuş, düzenin sahipleri de, yani TÜSİAD sermayesi ve asker de, elbette ki perdenin arkasındaki ABD ve AB ile birlikte aradıklarını bulduklarını anında fark etmişlerdir. Erdoğan’ın/AKP’nin öncelikli görevi Türkiye’nin sermaye düzeninin yitirdiği meşruiyeti yeniden tesis olmuş ve bunu da başarmıştır.

Erdoğan ve AKP’nin iktidar olduktan sonraki en büyük şansı, 2000 ve 2001 krizlerinin halkta yarattığı tahribatın ardından, iktidarlarının dünyadaki yeni bir parasal genişleme dalgasına denk gelmiş olmalarıdır. Erdoğan/AKP bu dönemde ABD’yle, AB’yle, IMF’yle iyi geçinerek, “demokrasi” söylemini ön plana çıkararak ve reformcu bir parti gibi görünerek dünyadaki sıcak paranın bir bölümünü Türkiye’ye çekmeyi başarmış, bu sayede de döviz kurunu, faizi ve enflasyonu belli bir seviyede tutmuş, böylece de yeni bir krizi uzunca bir süre önleyebilmiştir. Bu ise halkın önemli bir bölümü açısından kısmi de olsa bir ekonomik rahatlama anlamına gelmiş, karşılığı da sandıkta alınmıştır.

Erdoğan’ın/AKP iktidarının başka bir büyük şansı, karşısındaki rakipler/muhalefet olmuştur ve bunlardan ilki olan Baykal, kendi küçük hesaplarıyla Erdoğan’a başbakanlık yolunu açmıştır. AKP 2002 seçimlerini kazandığında siyasi yasaklı olduğu için başbakanlık koltuğuna oturamayan Erdoğan’ın yasağı, kendisini seçimlerden iki gün sonra ziyaret eden Baykal’ın yasağın kalkması için yapılacak kanun değişikliğine destek vereceklerini açıklamasının ardından başlayan süreçle son bulmuş, Erdoğan’ın iktidar yolculuğunun önündeki en büyük engel Baykal CHP’si eliyle kalkmıştır.

Kılıçdaroğlu CHP’si için de sayısız örnek verilebilir elbette: 2014 seçimlerinde Erdoğan’ın karşısına Ekmeleddin vakasıyla çıkılması, 2018’deki İnce tercihi, 7 Haziran-1 Kasım arası yaşananları uzaktan izleme, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Yenikapı Mitingi’ne verilen destek, 2017’deki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumuna OHAL kaldırılmadan gidilmesini kabul edip mühürsüz oylarla kazanılan seçime itiraz etmemek, dokunulmazlıkların kaldırılması meselesinde takınılan tutum ve kriz ortamında halkın bilinçli bir şekilde sokaktan uzak tutulup pasifize edilmesi bunlardan ilk akla gelenler olarak yazılabilir.

Elbette ki MHP de Erdoğan/AKP için en büyük şanslardan biridir. Rejim inşasının en kritik uğraklarında Bahçeli ve MHP hep Erdoğan’ın arkasında durmuştur. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı seçilmesi ve türban serbestisi gibi iki büyük kriz başlığının Meclis’te AKP lehine aşılması MHP milletvekillerinin oyları sayesinde mümkün olabilmiştir. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, bir süredir rafa kaldırılan partili cumhurbaşkanlığı tartışmalarını açan da anayasa değişikliğine evet diyen de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ı destekleyerek kazanmasını sağlayan da yine Bahçeli ve MHP’dir.

Sonradan düşman olsalar da Gülen Cemaati de Erdoğan ve AKP’nin büyük şansıdır. İktidara geldiğinde devlet içerisinde kadrosu olmayan AKP, ilk başta burada kendisini ancak Cemaat’in 40 yıllık örgütlenmesiyle var edebilmiş, sonrasında da kumpas davalar aracığıyla gerçekleştirilen tasfiyelerde Gülenci emniyet-yargı kadrolarından yararlanmıştır. Dolayısıyla rejim inşasının en önemli ayaklarından biri, sonradan kendisi de tasfiye edilen Fethullahçı çete sayesinde geçilebilmiştir.

Burada kendilerine ayrı bir başlık açmazsak olmayacak kesimlerden biri elbette ki liberallerdir. Liberal entelijansiya, AKP’nin vesayetle hesaplaşacağından tutun da Kürt sorununu çözeceğine dair geniş bir yelpazede kamuoyunun AKP’ye ikna edilmesi misyonunu üstlenmiş, “yetmez ama evet” sloganında somutlaşan bu kullanışlı ahmaklık uzun yıllar boyu iktidarın değirmenine su taşımış ve rejim inşasının ideolojik hegemonyası bu sayede kurulmuştur.

Bir diğer kullanışlı ahmaklık madalyası ise elbette ki ulusalcılara verilmelidir. Daha düne kadar, savcısının kim olduğu belli kumpas davalarla Silivri’de yatırılanlar, çıktıktan sonra “devletin bekası” ya da sözde bir “anti-emperyalizm” adına Erdoğan’ın/AKP’nin arkasında hizalanıp hazır ola geçmişler, bugünün “yetmez ama evetçileri” olarak iktidarın yeni emir erleri olma rolünü iştahla üstlenmişlerdir.

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu kriz de AKP’nin en büyük şanslarından biri olmuştur. Tam da bu nedenle Erdoğan, demokrat Obama’yla Ortadoğu’daki eski rejimlere örnek olma üzerinden anlaşabildiği gibi cumhuriyetçi Trump’la da sağ popülizm noktasında buluşabilmiş, her iki ismi de tabiri caizse idare edebilmiştir. Benzer şekilde, bir yandan NATO’da aktif bir üye olarak yer alıp diğer yandan Rusya’yla ilişkileri iyi tutabilmek, bir NATO üyesi olduğu halde S-400’leri satın alıp F-35 programından çıkarılmak dışında gerçek bir yaptırıma maruz kalmamak, aynı anda Ukrayna’ya SİHA satıp ayda bir Putin’le dostluk pozları verebilmek vs. de yine emperyalist sistemin kriziyle ilgilidir ve Erdoğan/AKP çoğu başlıkta şans ve becerisini birlikte kullanarak bu krizi lehine çevirmeyi bilmiştir.

Son yirmi yılda sayısız kere ağzımızdan “ne olsa adama yarıyor” sözünün çıkmasının gerisinde de tam olarak yukarıda saydıklarım vardır aslında; konjonktürü kendi lehine çevirebilme becerisi ve şans daimi olarak bize birçok hadisede bu cümleyi kurdurmuştur.

Peki bugün geldiğimiz noktada durum nedir, Erdoğan’ın/AKP’nin “virtu” ve “fortuna”yı birlikte kullanma potansiyeli devam etmekte midir?

Bu potansiyel bütünüyle ortadan kalkmamıştır belki ama eskisiyle kıyaslandığında son derece zayıflamıştır, bunun gerisindeki esas neden ise küresel ekonomik konjonktürdür. Dünyadaki parasal genişleme dalgasının 2013’ten itibaren sona ermesi ve buna bağlı olarak Türkiye’ye giren sıcak para miktarının azalması, krizin adım adım geri dönüşü anlamına gelmiştir. 2018’deki Rahip Brunson hadisesinden geçen yıl başlayan faiz indirimlerine ve “yeni ekonomik program”a uzanan süreç ise krizi kaçınılmaz kılmış, dövizi ve enflasyonu patlatıp halkı hızlı bir yoksullaşmaya itmiştir.

Dünya ekonomisinin bugünkü hali ise malumdur, yani dünya kapitalizminin merkez ülkelerinde de enflasyonist bir durum söz konusudur ve o durum buradaki enflasyonu daha da tetiklemektedir. Bu nedenle de Erdoğan ve AKP’nin bu krizden dünya konjonktüründen yararlanarak çıkması gibi bir ihtimal bulunmamaktadır. En basitinden, enflasyonla mücadele adına FED’in faiz artırımlarına gitmeye devam edecek olması, Türk Lirası’nın daha da değer yitireceği ve enflasyonun daha da artacağı anlamına gelmektedir.

Erdoğan’ın/AKP’nin halen devam eden şansı ise muhalefetin yirmi yıldır olduğu gibi iktidarla cepheden bir yüzleşmeyi kriz bu kadar derinleşmişken bile göze alamıyor oluşudur. Bu göze alınamadığı için de Erdoğan/AKP, Ukrayna’dan Suriye’ye, yitirdiği “virtu” ve “fortuna”yı birlikte kullanma potansiyelini yeniden artırmak için çabalamakta, yeni bir oyun kurmaya çalışmaktadır.

O halde söyleyebiliriz ki bugünün Türkiye’sinde ihtiyacımız olan şey bu yüzleşmeyi göze alabilecek öznelerin/aktörlerin siyaset sahnesine çıkmasıdır. Yeni kurulan Sosyalist Güç Birliği, buna aday olduğunu, bunu istediğini ve yapabileceğini halka göstermekle, halkı siyasete, siyaseti halka taşımakla mükelleftir. Bunun için de “virtu”su ile “fortuna”sını nasıl buluşturacağının yollarını aramalı ve hızlı bir şekilde bulmalıdır.