Ne hukuku hukuk, ne yargısı yargı, ne adaleti adalet… Cihatçı katillere cihatçı katil demek suç haliyle. Talimatı var, vesikalık istiyor yargı.

Vesikalı adalet

Vesika, vuѕūḳ, “sağlam olmak” kökünden geliyor. Kanıt, belge anlamı var o nedenle. Vesikalı ise, vesikası bulunan, “belgeli” anlamına kullanılıyor. Yakın zamana kadar genelevde çalışmak için elinde resmi makamlardan verilmiş vesikası bulunan kadın anlamında kullanılıyordu. Sanırım o vesikayı verirken muhatabından bir de “vesikalık” istiyorlardı. “Vesika için gerekli olan, bir vesikada kullanılan belli ölçüdeki fotoğraf” anlamında kullanılıyor o da.

Bizde devletten alınmayan belgelerin bir “vesika” değeri yoktur malum. Haliyle vesika ve vesikalık genellikle devletle ilişkilere, daha iyisi devletin onayına işaret eder. 

Genelev kadınlarına da vesika devlet tarafından verilirdi. Yalnız vesikalıya vesikayı verirken nüfus kağıtlarına el koyarlardı. Böylece vesika vesikalıların tek vesikası olurdu. AKP’nin henüz demokrat görünmekte fayda bulduğu erken döneminde “İnsan Hakları Başkanlığı” kararıyla nüfus kağıdına el koyup vesika verme dönemini sonlandırıldı. Böylece çocuklarını okula kayıt ettiren vesikalıların vesika yüzünden hem kendilerinin hem de çocuklarının damga yemesi önlenecekti. Vesikasını alıp, nüfus kâğıdı vesikalarını verdiler. Böylece nüfus kâğıdı vesika yerine de geçti. AKP usulü demokrasinin en “sağlam” işlerindendir!

***

Eskide, daha doğrusu yakın eskide vesikalıklar sokakta “şipşakçılar” tarafından çekilirdi. Vesikalık, duvara asılı siyah bir örtünün önünde, körüklü makinelerle çekilir, tab edilip vesika ihtiyacı olanın eline tutuşturulurdu.

Tabii o şipşakçılarda vesika vasfı taşımayan, ölçüsü farklı hatıra fotoğrafları da çekilirdi. Bir manzara fonu olanlar revaçtaydı. Sokak fotoğrafçılarının, büyük boyda siyah zemin üzerine işlenmiş hayali resimlerden dekoru vardı. Sütunlar, üzerinde saksılar, çiçekler, çardaklar, fıskiyeli havuzlar, kuşlar, türlü çeşitli manzaralar bulunurdu. Başka bir fon bezi üzerinde “Askerlik Hatırası” yazar; askerlerin elinde tüfek, omuzda fişeklik olurdu. Sonra çarpık çurpuk çizilmiş “İstanbul Hatırası” yazan desenler moda oldu. İstanbul’a yolu düşüp de onlardan bir tane çekilmemek olmazdı. Yeni evliler ve çocuklu aileler de mutlaka bir kere geçerdi kameranın karşısına.

Madem zamanda yolculuğa çıktık, ortaya çıkışına da bakalım biraz. Şipşakçıların ortaya çıkışı Birinci Dünya Savaşı yıllarına rastlıyor. Halk bu sokak fotoğrafçılarını alaminüt, dakikalık, şipşak diye adlandırmış. Hepsi hızlı çekilen fotoğraf anlamına geliyor. Çoğunlukla resmi dairelerin yakınında bulunurlarmış. Makinenin “körüklü” denen kısmı Avrupa’dan gelir, kutu kısmı İstanbul’da yapılırmış. Kutunun içindeki iki küvet karanlık oda yerini tutar, burada fotoğrafın banyosu yapılırmış. Halkın “Arap” dediği -reis duymasın!- negatif antigraf üzerine konur, tekrar fotoğraf çekilir, kâğıda aksettirilirmiş.

1980’li yıllarda, ayakta kalan son şipşakçılar da tezgahını toplayıp çekip gittiler. Cafcaflı fotoğraf stüdyoları aldı yerlerini. Ama vesikalık kuralları hemen hemen aynı kaldı. Bazı vesikalıkları “biyometrik” çektirmek gerekiyor misal. Baktım ne anlama geliyor diye. Kişiyi otomatik tanıma amacıyla insan gözündeki, parmak izindeki, yüzündeki, sesindeki, yürüyüş stilindeki çeşitli kişisel özelliklerinin türlü uygulamalarla sayısal verilere dönüştürülmesiymiş anlamı. Amacı boyutların ölçülmesini sağlamak. Abartısız olma, doğal görünme şartı var. 

Şipşakçılar da poz verenleri sade olmaya-görünmeye zorlarlardı. Çeken, vesikalık çektirmek isteyenin her şeyinden sorumluydu. Boyun bağsız gelenlere boyunbağı takılır, ceketi olmayana ceket, saçı başı dağınık olanlara tarak ve ayna sağlanırdı. Böylece geleceğe vesika bırakmak isteyen herkes az çok bir cumhuriyet yurttaşına dönüştürülürdü. Poz verirken gülünmez, abartılı süslenilmez, samimiyetin dozunun kararında tutulmasına dikkat edilirdi. Biyometrik vesikalıklar da esastır bunlar. Sanırım gülerek verilen pozlar, abartılı haller gerçek kişiliği ve kimliği saklıyor. Dün içgüdüydü bugün bilimsel bir gerçekliktir.

John Berger fotoğrafın yalnızca bir imge olmadığını, aynı zamanda bir iz olduğunu ve bu izin ölünün yüzünden alınan maske gibi gerçeğin kendisinden doğrudan çıkarıldığını söyler. Fotoğrafçının karışamadığı tek şey fotoğrafın bıraktığı o izdir. Fotoğraflar geçmiş zamanın bir anını korur ve olup bitenlerin izlerini taşırlar. Ve bu izler, insanların kendi tarihlerini yaratma sürecine katkıda bulunurlar.

Herkesin olanca ciddiyetiyle şipşakçıya verdiği o pozlar birer hatıra olmanın ötesinde yitip gitmiş bir geçmişin vesikalarıdır şimdi. Rengi solmuş o siyah beyaz vesikalarda gördüğümüz her şey cumhuriyet kokuludur, laiktir, kentlileşme eğilimlidir ve tartışmasız insanidir.

***

Biz “vesika”yı bir de açlık ve kıtlık dönemlerinden hatırlıyoruz. Böyle dönemlerde önce ekmek vesikaya bağlanır. Yoksullukla ekmek arasında güçlü bir bağ vardır çünkü. Eve ekmek götüremiyorsan, açlık kaçınılmazdır. Yani ekmek, yoksulların hayatta kalabilmeleri için son dayanağıdır. 

Birinci Dünya Savaşının ardından tanıştı İstanbul ekmek vesikasıyla. Bu, büyük harple iç içe geçen uzun iç savaşın doğal sonucuydu. Batıdan İstanbul’a gelen ticaret yollarının savaş yüzünden kapanması ve stokların erimesiyle halk ağır bir iaşe sıkıntısı ile karşı karşıya kaldı. Ordunun ve halkın ekmeklik ve yemeklik hububatını temin etmek idarenin en önemli sorunu haline geldi.

Savaş sona erdiğinde ailelerin pek çoğu ihtiyarlardan, çocuklardan ve dullardan ibaret kalmıştı. Terhis edilmiş cılız, sakat askerler şehre doluşmuşlardı. Dönemin gazeteleri bu yoksulluğun yol açtığı perişan halleri haber veriyordu. Muallimlere kumaş vesikası verileceğini müjdeliyordu biri, patiska ve kundura tevzi vesikası yoldaydı. Ekmek ve zeytinyağı da vesika ile dağıtılacaktı bundan böyle. 

Sonra bir de II. Dünya Savaşı yıllarında vesikaya bağlandı ekmek. Emniyet mensupları ve mahalle bekçileri, semtlerindeki fırın, bakkal ve lokantaları tek tek dolaşarak uygulamayı kontrol edecekti. İmal edilecek ekmek satılmayacak, vesikayla dağıtılacaktı. Her fırın sahibi ve bakkal, un stoklarıyla, üretilmiş veya üretilecek mamulleri kaymakamlıklara bildirecekti. Büyüklere 250, küçüklere de 125 gram ekmek verilecekti. Lüks sayılan ünlü mamuller yasaktı. Makarna ile pirinç, mısır ve erişte de ancak hasta olanlara, hastane raporu ile satılabilecekti. 

Birinci savaşta şipşakçılık henüz yeniydi, ekmek vesikalarında vesikalık yoktur. İkinci savaşın ardından dağıtılan vesikalara ise vesikalık eklenmiştir. Vesikalıktır.

***

Son vesika vakası benden. Hafta ortası ifade vermek için karakola çağırıldım. Avukatım Özge Demir’le birlikte söylenen zamanda karakolun yolunu tuttuk. Hoş beş derken, soruşturma konusunun soL haber portalının bir haberini haber veren sosyal medya paylaşımı olduğu ortaya çıktı. Konunun benimle ilgisi dolaylı. Soruşturma makamı portalın künyesine bakmış, soruşturmaya uygun kişi olarak beni seçmişti. 

Dilimiz döndüğünce anlattık. Üstelik olay Suriye topraklarında geçiyordu, orayı düzlemeye çalışan cihatçı katilleri konu ediniyordu. Görevli memur soruşturan makamın ifade yanında bir de vesikalık fotoğraf istediğini söyledi. Özge ile yanlış mı anladık diye birbirimize bakındık. Yoo, doğruydu, talimatta öyle deniyordu.

Kim yanında vesikalık taşır ki? “Maskeyi indireyim çek” dedim. Vesikalık olması şarttı, “yanında yok değil mi” diye çaresiz gözlerle baktı. 

Bunca yıldır yargılanırım, sanıklıkta uzmanlığım var ama buna bir anlam veremedim. Eskiden, tutuklanınca götürüldüğün mahpushanede müşahedeye atmadan önce bir duvar dibine yaslayıp çekerlerdi vesikalığı. Çekerken altına denk gelecek şekilde numaranın ve adının yazılı olduğu bir tabela tutarlardı. Bu tutuklandığının vesikalığı olurdu. Vesika meselesi ondan geldi aklıma, kıtlık işaretidir.  

Dağ taş hukuk fakültesi, dağ taş adalet sarayı ama ne hukuk kaldı ne adalet. Öyle bir boşluk oluştu ki yerlerine ha bire ilahiyatçı imam atayarak doldurmaya çalışıyorlar. Anayasayı rafa kaldıran, hoşuna gitmeyen yüksek mahkeme kararlarını tanımayan bir iktidar dönemindeyiz. Ne hukuku hukuk, ne yargısı yargı, ne adaleti adalet… Cihatçı katillere cihatçı katil demek suç haliyle. Talimatı var, vesikalık istiyor yargı. 

Bizim vesikamız yazıdır oysa. “Pozumuz”, duruşumuz, amacımız yazıda olanca açıklığıyla ortadadır, “biometrik”tir. Demem o ki yazı gibi bir vesika ortada dururken ayrıca bir vesikalığa gerek duyulmaz. 

Yargı yazıya bakmayıp ayrıca vesikalık istiyorsa bu sadece adaletin artık vesika ile dağıtılacağı anlamına gelir.

*** 

“Askıda ekmek” şavalaklığının arkasından geldi vesikalı adalet. Rastlantı sayamayız. Ekmek ile adalet arasında doğru orantı vardır çünkü. Ekmek artarsa adalet artar, ekmek azalınca adalet yola düşer, vesikalı olur.