"Tekelci düzenin kuralıdır, pasta küçüldükçe büyük tekellerin ne kadar büyük olduğu daha rahat anlaşılır."
Turkuvaz Medya'nın başvurusu üzerine erişime engellenen köşe yazımızı bir kez daha soL okurlarıyla paylaşıyoruz.
İlk yayın tarihi: 29.07.2024
Büyük şirketlerin vergi vermemek için bin takla attığını biliyorduk. Ama son “dedikoduların” yetkili organlar tarafından doğrulanması yeni bir gelişme oldu.
Vergideki adaletsizliğin başka adaletsizliklere karşı duyarlılığı kaşıması kuşkusuz mümkün ve iyi bir şey. Bu açıdan “sosyal” medyada oluştuğu iddia edilen tepkinin ne kadarının gerçek ne kadarının yaratılmış olduğuyla ilgilenmiyoruz.
Ancak, “adalet” keskin bıçaktır. Adalet arayışının, kendisi adaletsizlik üreten bu düzeni sorgulamaya varması düzenin tepesindekiler için en son istenecek şeydir.
Bunun üstesinden nasıl gelindiğini biliyoruz. Hatırlayalım, Bill Gates “en zenginleri vergilendirmeliyiz” diyenlerden biriydi. Ali Koç ise “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir” diyecek kadar uyanıktı.
Şunun farkındalar: Kapitalist düzenin kimse için bir albenisi kalmadı. Ama kapitalizmin çarklarının çalışması için yağlanmaya ihtiyacı var.
“Ben de biliyorum bütün bunları, ama değişmiyor, en azından…”
Patronlar derslerine iyi çalışıyor. Devrimci bir dönüşümün zehri olan, ortalamacılık ve bitkinlik üreten o kadim ideolojiye başvuruyorlar. Ayrıca bu büyük bir avantaj sağlıyor onlara. Kendilerini gizleyebilme kabiliyetini…
Evet, medyada dolaşıma çıkan büyük şirketlerin listesine bakıldığında özenle seçildiğini görüyorsunuz. İktidar bloğundaki gerilimler, küçülen pastadan kimlere ne pay kalacağı, kimlerin birbirinin ayağına bastığı muhtemel nedenlerdir.
Listede Amazon, Trendyol, Yemeksepeti gibi yeni palazlanan teknoloji/tedarik şirketleri var. Adlarını herkesin ezberlediği inşaat şirketleri ve Demirören, Turkuvaz gibi medya baronları da. Oysa, büyüğün de büyüğü var. Ve listelere baktığımızda asıl büyükleri nedense pek göremiyoruz. Asıl büyükler, TÜSİAD'ın çekirdek aileleri ve holdingleri yok.
Yanlış anlaşılmasın, adı geçsin geçmesin, vergi meselesinde halkın cebinden çıkana konan herkesle derdimiz var. Ama sermayenin güzeli çirkini olmazken bu farklılık nereden ileri geliyor?
Yorumlara bakıldığında nedeni kolayca anlaşılıyor: Bir grup misyon sahibi ekonomist ve gazeteci bu hengamede TÜSİAD'ın, söz konusu vergi reformunun asıl destekleyicisi olduğunu anlatıyor.
Ne diyordu TÜSİAD’ın sözcüleri? “Vergi yükünün adil dağıtıldığı etkin bir vergi sistemine ulaşılmalı, vergi vermeyenden vergi almanın yolu bulunmalı”. Demek istedikleri aslen şuydu: Türkiye ekonomisinin kaynakları bize kadar var. Herkesin bir ısırık aldığı o büyük pasta artık yok. Herkes boyunun ölçüsünü alsın ona göre konuşsun.
Üstelik “vergi reformu” ne Mehmet Şimşek’in ne de diğer TÜSİAD’cıların ilk defa gündeme getirdiği bir şey. Tekelci düzenin kuralıdır, pasta küçüldükçe büyük tekellerin ne kadar büyük olduğu daha rahat anlaşılır.
Nitekim TÜSİAD’ın Görüş dergisi 2011 Aralık’ında çıkan sayısı 2008 kriz dalgasının gecikmeyle gelen bir aksi gibidir. “Verginin kutsallığı”, “kayıt dışılığın önlenmesi” ve hatta sorumlu vatandaşın vergisini vermeyenden hesabını sorması TÜSİAD’ın topluma sunduğu çözüm önerileridir.
Bazı nüanslar dışında TÜSİAD’ın alet çantası o günden bugüne pek değişmedi. Aynı teknik çözümlemeler, aynı hikayeler…
Yani, bizim anladığımız, TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Ömer Aras’ın “Vergi vermeyenlerden vergi almalıyız” derken kastettiği holdinglere TÜSİAD’ınkiler dahil değil.
Neden? Çünkü zaten Koç kadar Sabancı kadar büyükseniz oyunu “vergi kaçırmak” üzerinden kurmazsınız. Vergi kaçırmanın çok ötesinde bir oyun kurarsınız. O oyunda da attığınız adımlar baştan sonra “yasaldır.”
Nitekim, Kamuyu Aydınlatma Platformu’ndan ulaşılması mümkün belgelerde Koç’a, Sabancı’ya ve “oyunu kuralına göre oynayan” diğer büyük holdinglere sunulan cenneti fark etmek hiç de zor değil. Şirket açıklamalarında yazılanlar “vergiden yasal olarak nasıl düşülür?” sorusunun yanıtı gibi.
Tabii bu da yetmez. Yetmeyeceğini bildikleri için “biz yatırım yapıyoruz” argümanına başvururlar.
Asıl mesele de burada. TÜSİAD bir yandan Türkiye ekonomisinin kaynak yönetimini kontrol ederken diğer yandan itinayla inşa ettiği networkü kendi adına konuşturmaktadır.
Bu networkte aile adıyla kurulan üniversiteler, köşe yazarları, “siyaset bilimciler”, fon kavşağına dönüşmüş “sivil toplum kuruluşları”, düzen siyasetinin her kanadından siyasetçiler ve elbette “solcular” bulunuyor.
Yani aslında TÜSİAD’ın konuşmasına ihtiyaç yok. Bunlar konuşsun, tartıştırsın, normalleştirsin. Kimse Koç’un kârını sorgulamasın, sorgulayana da “zamanı mı” denilsin, kimse TÜSİAD’a dokunamasın.
Bu ideolojik kirlenmede gedik açmadan halk adına bir çıkış imkansız.
İnsanın aklına ister istemez Umut Sarıkaya’nın ünlü karikatürü geliyor: “Doğru diyorsunuz da sonuçta işverenler de o kadar kişiye ekmek yediriyo…” Ama bir önemli farkla, karikatürde konuşan “teyze”nin yerini Ali Koç sempatizanları ve holding profesörleri almış durumda.
Buna yanıtı polis saldırırken “biz burada yirmi sene ekmek yedik” diyen, mücadele eden Polonez işçisi veriyor.
Biz ürettik ve biz yedik. Şimdi de hakkımız olana el koyma zamanı.