Dünyadaki dev çok uluslu servetlerin çekirdeği vakıflarla oluşturuluyor, korunuyor. Birçok vakıf ulus devlet sınırları dışında başka devletlerde faaliyet gösteriyor.

Vakıflar: Mülkiyetin ve sınıfının gücü

“Vakıf” konusuna 2.6.2022 günlü soL Gazete’de “Para babaları ve vakıflar” başlıklı yazıyla girdik. Türkiye’de de sıkça gündemde olan, özellikli, çok başlıklı ve katılımlı bir dosya çalışmasını gerektiren; tarihsel süreci, hukuku ve işlevleriyle kapsamlı bir analizi gerektiren konuyu köşe yazısı sınırları içinde de olsa devam ettirmekte yarar var.      

Önceki yazıdan kısaca özetlersek; ABD ve Avrupa başta olmak üzere kapitalist/emperyalist dünyadaki zenginliklerin, büyük servetlerin kaynağı ve araçları içinde “vakıf” kurumu vazgeçilmez olarak yer alıyor. Büyük servetler banka, sigorta, fon ve finansman şirketlerinin de katıldığı çoklu şirketlerle ve sınırsız mülkiyetle daha da büyütülerek sürdürülürken hemen hepsinde birden çok vakıf faaliyet gösteriyor. Vakıf varlıkları ve hisselerinin şirket/holding/tröst içindeki oranı hayli yüksek. Vakıfların da şirketleri var.

Hukuksal tanımla vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal toplulukları. Bir malvarlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan haklar vakfedilebiliyor.

Vakfı oluşturan önemli iki unsur, özgülenecek “malvarlığı ve amaç” olarak ortaya çıkıyor. Ancak ekonomik, dinsel, hukuksal, siyasal, sosyal, eğitim, sağlık, araştırma gibi hangi alanda ve amaçta olursa olsun; sosyal politika aracı ve kâr amacı gütmeyen kuruluş olarak tanımlanırsa tanımlansın vakıflar üretim araçlarını elinde bulunduranların, özel mülkiyetin kurumları olarak ortaya çıkıyor, büyüyerek yaygınlaşıyor.

Özgülenme amacındaki çeşitlilik, yardımseverlik, insanseverlik, hatta “bir tür kamusallaştırma” sayılma gibi savlar bu durumu bozmuyor. Amaç ne olursa olsun “ekonomik köken”e bakmak, “sınıfsal” bakmak gerekiyor. Özel mülkiyetin gücünün mülksüzleştirilenler, sömürülenler üzerindeki kandırıcısı da diyebiliriz vakıflara.

Tarihsel süreç, kamusal toprakların özel kişilerce yağmalanmaya başlamasıyla birlikte bu toprakların, mülklerin ve mülk üzerindeki çeşitli hakkın halkı yanılsamaya sevk ederek korunması yollarından biri olarak anlatılabilir.

Yeri gelmişken söylemek gerekir: Sosyalist devlette, toplumsal olarak örgütlenme düzeninde vakıf gibi kuruluşlara gereksinim yok.

Her ne kadar vakıflar aracılığıyla sermaye birikimi ve bu birikimden elde edilen gelirler amaçla sınırlı gözükse de kaynak mülk sahibi olanlarda kalıyor, sermayenin karşılaşacağı olası risklerin karşılanmasına hazır olunuyor. Ek olarak vergisizlik ve devlet desteği gibi yollarla, hayırseverlik altında zenginleşiliyor.

Osmanlı’da “İslami” görüntü ve gereklilikle yer alan vakıflar Cumhuriyet’e hukuksal korumayla devredilirken Cumhuriyetin yasakladığı ama ortadan kaldıramadığı tarikat ve cemaatler hem kendi örgütlenmelerini hem de ekonomik ilişki ve güçlerini yeni hukukla kurdukları vakıflarla hukuksal meşruiyete kazandırıyorlar; hem dinsellik şemsiyesi altında büyük ekonomik güce kavuşuyorlar hem de vergisiz kazanıyorlar.

Dünyadaki dev çok uluslu servetlerin çekirdeği vakıflarla oluşturuluyor, korunuyor. Birçok vakıf ulus devlet sınırları dışında başka devletlerde faaliyet gösteriyor.

Vakıf-şirketler ve vakıf-holdingler olduğu gibi vakıf-tröstler de var. Hukuksal meşruiyeti olan vakıf yoluyla serveti elinde tutanlar, holdinglerinin, şirketlerinin, mülklerinin denetimini de elinde tutuyor. Halk ise sermayenin sömürdüğüne inansa bile sermayedarın sahibi olan vakfın sömürmediğine inandırılıyor. Bu denetim eş zamanlı olarak emekçiler üzerindeki denetim.   Söz ve karar sahipliği sermaye sınıfının güvencesi altında.

Kapitalistler üretim araçlarını ellerinde tutarken siyasi partiler ve sendikalarla birlikte diğer düzen içi örgütlenmeleri de araç olarak kullanıyorlar. Vakıflar bu örgütlenme çeşidi içinde hem üzerindeki hakla mülkiyeti koruma hem üretime ve sermaye birikimine katkı, hem yardımsever ve insansever görünme amacıyla hem de dinsel ağırlıklı hayırseverlikle çalışıyorlar. Burjuva düzeninde en etkin “gelirin yeniden dağılımı” araçlarından olan vergiden kaçınırken halktan da bağış ve yardım toplayabiliyorlar. Yetmiyor merkezi bütçeden ve yerel yönetimlerden, kamu kaynaklarından besleniyorlar.  Halkla yakınlık kurup bireysel insanseverliklerini toplumsal yarar vitrinine yerleştirebiliyorlar.

“Gönüllü çalışma” denilerek halkın vakıflar aracılığıyla yönetime katılmaya çağrılması sermaye sınıfının gericilikle ortak düzenini yayma işlevi görüyor. Bu ortak düzen “Osmanlıcılık” ve “ayni-nakdi birikim araçları” olarak kapitalizmin kurumunu işaret ediyor; halkı düzen içinde tutarak uyumlaştırıyor. Buradaki dinsel ve yardımsever kisveli gönüllülükle seçimden seçime oy kullanma işi özdeş.

Sömürücü düzen-vakıflar ilişkisi işçi sınıfının savaşımını kırmakla kalmıyor, antikomünizm propagandası ve eyleminin de zeminini oluşturuyor. Sosyalist toplumun ideolojik ve örgütsel ilkeleriyse bambaşka.