Ortadoğu’da yıllardır süren emperyalist işgal belirli zamanlarda medyanın gündemine geldikçe eli çubuklu bu “uzman” toplamının işgal ettiği ekranlardan yalan dalgaları saçılıyor halkın üstüne.
Emperyalizme karşı verilen uzun ve kanlı bir savaş sonrası kurulan Cumhuriyetin en güzel sayfalarından biridir Dil Devrimi. Cumhuriyetin gerçekleştirdiği yenilikler içerisinde kimilerini azımsamak, yetersiz ya da yersiz bulmak mümkündür ama Dil Devrimi, devrim gibi devrimdir.
Dilin yaşayan bir varlık olduğu, yüzyıllar içinde doğal bir evrime tabi bulunduğu doğrudur elbette. Yine de bu doğru, o evrime zaman zaman iradi bir müdahale gerektiği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Dil devrimi öylesi bir müdahaledir. Sıradan siyaset tacirlerinin yapabileceği şey değildir. Sıra dışı bir lider gerektirir. Cumhuriyeti kuran kadronun lideri Mustafa Kemal gibi ayrıksı bir birey olduğu için yapılabilmiştir. İyi ki de yapılmıştır.
Uzman sözcüğü işte o devrimin kazanımlarından biridir. 12 Eylül’ün dinamitlediği sayısız Cumhuriyet kurumundan biri olan TDK’nın sözlüğünde karşılığı “belli bir işte, belli bir konuda bilgi, görüş ve becerisi çok olan (kimse)” olarak verilmiştir. Usta anlamındaki Türkçe “uz” sözcüğünden türetilmiştir. Cumhuriyet ve devrimlerinin karşıtıysanız, uydurulmuştur da diyebilirsiniz. Bunun zerrece önemi yoktur zira dil böyle oluşur. Gericilik ne kadar tepinirse tepisin, “uzman” sözcüğü gelmiş, Türkçe’nin orta yerine yerleşmiştir. Bir yere gitmesi söz konusu değildir. Eski dildeki karşılığı olan Arapça kökenli “mütehassıs” sağlık alanına kadar geri çekilmiş, Fransızca karşılığı “eksper” ise tütün alanında çalışmaya mecbur bırakılmıştır.
Sözcükler ve simgeledikleri kavramlar zamana ve içinde bulunan toplumsal ortama göre değişkenlik gösterebilirler. Bir dönem çok ciddiye alınırken, bir süre sonra alay konusu haline gelebilirler. Tüm değerlerin vasat altına doğru yönlendiği ortamlarda sözcük ve kavramların içlerinin boşaltılması şaşırtıcı sayılamaz. Ne var ki bu o kavramların suçu değildir. Sorumluluk pespaye düzene aittir.
Yazıya, çok sevmek ve ilgilenmekle birlikte hiçbir şekilde “uzmanı” olmadığım dil konusuna girmemin sebebi son dönemde yaşadığım ve gözlemlediğim kimi olaylar.
Bir televizyon veya YT kanalına çağırıyorlar dış politik gelişmelerle ilgili görüş almak için. Çok önemsediğim bir şey. O yüzden de mümkün mertebe olumlu yanıt vermeye çalışıyorum. Dış politikanın bir özelliği ilk bakışta gündelik hayatımızı doğrudan etkilemeyen bir alan gibi görünmesi. Bir yandan öyle gerçekten. Örneğin göçmenler, enflasyon oranı, asgari ücretin belirlenmesi, ya da memur/emekli maaşlarındaki artış oranı kadar ilgilendirmiyor halkı. Sıkça karşımıza çıkan bir söz kalıbını doğruluyor bir anlamda: “Dış politika seçim kazandırmaz ama kaybettirebilir.”
Bu programların sunucuları, çıkardıkları konuklarını izleyicilerine tanıtırken ister istemez “... uzmanı” benzeri ifadeler kullanıyorlar. “Ortadoğu uzmanı bilmem kim” gibi. Piyasacılığın hüküm sürdüğü pek çok alan gibi, bir tür reklam yapmaya, “biz malın en iyisini en ucuza ayağınıza getirdik” demeye çalışıyorlar. Oyunun kuralı olsa gerek. Eleştirmiyorum.
Oysa uzmanlık o kadar ucuz bir şey değil. Dış politika özelinde konuşursak, bölgeyi ya da spesifik bir sorununu iyi bileceksiniz, bölge dillerinden en azından birine iyi kötü hâkim olacaksınız, bölgeyle ilgili akademik çalışma yapmış olacaksınız vs.. Öte yandan herhangi bir konuda yorum yapmak, halka kimi görüşleri, bakış açılarını iletmek için uzman olmaya da gerek yok, ekrana çubuk sallamaya da. Yapmanız gereken tek şey o alanda ciddiyetle çalışan akademisyen, araştırmacı ve gazetecileri elden geldiğince takip edip, onların söylediklerini aklınızın ve bilginizin terazisine koymak. Bunu açacağım.
Yeri gelmişken, kısa bir kişisel not aktarayım. Zerre kadar uzmanlığım yok benim Ortadoğu’ya dair. 29 yıllık diplomatik kariyerimde bölge üzerine hiç çalışmadım. Hiçbir bölge ülkesinde görev yapmadım. Çeviriler üzerinden okuyabildiğim birkaç yazar dışında edebiyatına, sanatına, kültürüne dair bilgim son derece sınırlı. Arapça, İbranice, Farsça gibi üç bölge dilinden herhangi birini konuşamadığım gibi, kullandıkları alfabelerin harflerini seçebilmekten bile acizim. “Elifi görse mertek sanır” derler ya, tam olarak öyleyim.
Peki neden konuşuyor, yazıyorum bu konuda? Ne hakla ne gerekçeyle yorum yapıyorum? Birincisi dünyaya, dünya halklarının yaşadığı sorunların temel sebebine dair bir fikrim var. Hiçbir bölgenin sorunu temelde diğerinden farklı değil. Adını koyalım: Sermaye düzeni. Kapitalizmin doğası gereği sürekli büyüme genişleme ihtiyacı ve bunun tek yolunun güçlünün zayıfı sömürmesi, sömürülemeyecek hale geldiğinde ise ortadan kaldırma güdüsü. Bu işin kuramsal kısmı.
Cüretimin ikinci kaynağı ise yukarıda da belirttiğim gibi Ortadoğu’yu iyi bilen ve bölgede olup bitenleri aktarırken cüzdanının değil, aklının ve vicdanının sesini dinleyenleri, daha açık bir deyişleri elinde çubuk tutmayan gerçek uzmanları okumak, dinlemek. Emperyalizmin yüksek teknolojili borazanı medyanın yaydıklarının sağlamasını bu dürüst kaynaklardan yararlanarak yapmak.
Bir diğer gerekçem, Türkiye halkına dış politikadaki gelişmelerin gündelik hayatlarını etkileyebileceklerini anımsatmak. Örnek olsun, ucuz emek sömürüsünden son derece memnun olan patronların dışında neredeyse herkesin yakındığı göçmen meselesi ile Suriye topraklarında devam eden işgal ve fütuhat girişimleri arasında doğrudan ilişki bulunduğunu anlatmak. Ya da NATO üyeliği devam eden bir devletin İsrail saldırgan ve soykırımcı varlığına karşı hiçbir somut adım -atamayacağının değil- atmayacağının altını çizmek. Keza dış politik tercihlerin iç politik tercihlerle uyumlu olduğunu, milli çıkar kavramının aslında egemen sınıfın çıkarı anlamına geldiğini, Gebzeli işçi Ahmet Yılmaz ile “İş insanı” Ömer Koç veya Güler Sabancı’nın aynı gemide olmadığını, sonuncuların genişleme ve büyüme arzularının, Ahmet Yılmaz’ın alın teri ve yeri geldiğinde kanı ile beslendiğini yineleme fırsatını değerlendirmek.
En sonuncusu ise, dış politika anlatırken çubuk, sopa, TEDx mikrofonu ya da Latince gibi gereçler kullanmanın ve taraf olunması gereken yerde tarafsızmış gibi yapmanın gerekli olmadığını göstermek.
Çubuk deyince aklıma geldi. Birkaç gün önce, İsrail’in artık maalesef rutin hale gelen gece bombardımanlarından biri sürerken kanalın birinde bir “uzman” elindeki çubukları dev ekrana verilen bombalanmış Beyrut görüntüsünde gezdirerek kendinden gayet emin bir şekilde “Bakınız bu yangın” diyordu. Uzman gibi uzman! O vatandaşın çubuğu olmasa 85 milyonun Beyrut’un yandığını anlayabilme ihtimalimiz bile yok.
Bunlara gülebilirdik. Ne var ki, kapitalizmin insanı sersemleterek, hatta sersemleştirerek ömrünü uzattığını bildiğimiz için gülüp geçemiyoruz. Öfkelenmemiz ve mücadele etmemiz gerekiyor. Yandaşı, “candaşı” bilgisizlikten, beceriksizlikten değil, egemen sınıfın çıkarı öyle gerektirdiği için sahneye koyuyorlar bu ilkel müsamereyi. ABD ve Batı basınından beslenenler ile aslında aynı emperyalist kayıkta seyahat eden Körfez basınından nemalananlar halkı yanıltmak, Ortadoğu’da devam eden mücadelenin gerçek niteliğini gizlemek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Bunların yanında bir güruh da dünyada olup bitenleri Türkiye’deki çarpık düzenin tahkimi için nasıl kullanabilirim kaygısıyla görev yapıyor. Kendileri bakımından haklı bir kaygı. Evrensel bilgi bağlamında çölleştirilmiş Akepe/Mehape akademyasında veya medyasında tutunabilmek ve daha da önemlisi yükselebilmek buna bağlı çünkü.
Ortadoğu’da yıllardır süren emperyalist işgal, ölü sayısı ve kullanılan silahların niteliğiyle koşut olarak belirli zamanlarda medyanın gündemine geldikçe eli çubuklu bu “uzman” toplamının işgal ettiği ekranlardan yalan dalgaları saçılıyor halkın üstüne. Boylarının, poslarının, niteliklerinin ve birikimlerinin hiçbir önemi yok bu çubuklugillerin... Önemli olan işlevleri!
“Amma uzattın Hocam, bırak bu sözcük türlüsünü de söyle, İsrail İran’a ne zaman saldıracak, nereleri vuracak” diyorsanız, bir “candaş” kanalda harika bir astroloji uzmanı(!), halk deyişiyle falcı var jeopolitik yorumları yapan. Mars’a bakıyor, Jüpiter’i gözlemliyor, Uranüs’ü inceliyor, Venüs’ü hafif yokluyor ve bu sayede bütün bu soruların yanıtlarını biliyor. Ona sorabilirsiniz.
Benim çubuğum ve yıldız haritam olmadan şu an için söyleyebileceğim, kim nereyi ne kadar ve ne zaman vurursa vursun, direnen halkların önünde sonunda sömürgeciliği ve sömürgecileri bu topraklardan söküp atacağından ibarettir. İnsanlığın tunç yasası budur.