Netflix gibi dijital platformlarda gırla giden dizilerin Tatlı Cadı’lar acaba öncüleri miydi? Yoksa onlarla mukayese edildiğine halen daha masumlar mı?

Üstü Tatlı Altı Cadı

Zararsız, eğlenceli ve masum sanırdık, hatta faydalı olduğunu düşünürdük, oysa göründüğü gibi değilmiş. Belli bir dünya görüşünü empoze eden dizi izleyiciyi gerçeklikten kopararak metafizik bir dünyaya davet ediyor, doğaüstü güçlerin varlığını bilinçaltına yerleştiriyor, büyünün geçerli bir çözüm olabileceğine insanları inandırıyordu. Özellikle çocuklar, belki de hedef kitle onlardı. Aralarındaydım, başlamadan beş dakika evvel televizyonun karşısındaki üçlü koltuğun sağ köşesinde en rahat pozisyonumu alırdım.

Biz Tatlı Cadı’yı (Bewitched) seyrederken Amerika’da biteli iki yıl olmuştu. Bizdeki etkisi o kadar yüksekti ki, 1975 yılında yönetmen Volkan Kayhan tarafından Tatlı Cadının Maceraları adıyla bir Yeşilçam filmi çekilmiş; Samantha’yı (Selma) Filiz Akın, kocayı (Fikret) Uğur Say, patronu Turgut Boralı oynamıştı. Aynı yıl şarkısı da çıkmış; sözlerini Ülkü Aker yazmış, Semiha Yankı okumuştu.

***

Tatlı Cadı 1942 tarihli Bir Sihirbazla Evlendim adlı Hollywood filminden uyarlanmış, yapay bir güldürüydü, 25 dakikalık bölümlerden oluşan fantastik bir sit-com. İlk iki yılı siyah beyaz olmak üzere 1964-1972 yılları arasında Amerika’da sekiz sezon çekilmişti.

Samantha (Elizabeth Montgomery) adlı güzel cadı, Darrin Stephens (Dick York, sonra Dick Sargent) adında bir ölümlüyle evlenir. Samantha sıradan bir ev kadını olarak yaşamak isterken, annesi Endora (Agnes Moorehead) bu evliliği onaylamaz ve çiftin hayatına müdahale eder. Bölümler genellikle Darrin’in patronu (David White), müşterileri, ebeveynleri ve komşuları gibi ölümlülere zarar veren bir büyünün kurbanı olmasıyla başlar. Vurdu kırdı yok, hayat toz pembe; tahmin edersiniz her bölümün sonu mutluydu.

İlk bölümlerde, orta sınıf banliyölerinde yaşayan bu cadılar hakkında komik sosyolojik analizler yapan bir anlatıcı vardı, ses aktör Jose Ferrer’e aitti. Görsel ve işitsel efektleri döneminin en iyilerindendi, özellikle burun seğirmesi benzersizdi. Dizi önce Santa Monica’da 267-18. Cadde’de bulunan gerçek bir evde çekilmiş, sonra geliştirilerek bir sete taşınmıştı. Bu set-ev diziden sonra bazı sinema ve reklam filmlerinde kullanılmıştı. Evler müstakil, iki katlı, bahçeli ve garajlıydı. Üstelik etrafta hiç yoksul yoktu. İnsanları bir yaşam tarzına özendiriyor, her şeyin bir Amerikan ailesi için ne kadar mutlu ve müreffeh olduğunu anlatıyordu.

***

Espri kaynağını birkaç çelişki oluşturuyordu. Ölümlü-ölümsüz, iyi-kötü, akıllı-aptal gibi... Örneğin Samantha Amerikalıyı, annesi Endora Avrupalıyı temsil ediyordu. Mütemadiyen zavallı konumuna düşürülen meraklı komşu, yabancılaşmış modern topluma has karakterin tersten resmedilmiş haliydi. Birileri iyi, sevimli ve haklıyı, diğerleri ise kötü, sevimsiz ve haksızı oynuyordu. Samantha ile annesi o güne kadar televizyonda tasvir edilen kadın tipinden biraz farklı karakterlerdi. Dönemin güzel-akıllı kadın imajına birebir oturuyorlardı. 1992’de yapılan bir röportajda Montgomery’ye dizinin gizli eşcinsellik hakkında bir alegori olup olmadığı sorulduğunda yanıtı bunun ihtimal dahilinde olduğuydu. Kadınlar cadıya özeniyor, erkekler Darrin’i kıskanıyor Samantha gibi bir kadına sahip olmayı düşlüyordu. Nietzche’nin kahramanın yerine kendini koyma ve “üstün insan” mitosu yaşanıyordu.

Çelişkilerden doğan komedinin ardına kapitalizmin doğallığını ve güzelliğini ispatlamaya çalışan bir zihniyet gizlenmişti. İzleyici kapitalist sisteme ve düşünce biçimine şartlandırılıyor, sınıflı toplumda yükselme hırsı körükleniyordu. Darrin zaten bir reklamcıydı, patronu ile arasındaki ilişki tüm taşlamalara karşın Amerikan iş hayatı güzellemesiydi. Bu bize yabancı değildi; onların bir benzerine daha evvel gazetelerimizde Fatoş ile Basri olarak çevrilen Dagwood adlı bant karikatürlerden aşinaydık.

***

Bu aslında o yıllarda izlediğimiz okuduğumuz Amerikan neşriyatının hep aynı ideolojik silahlarla donatıldığını yazanlar çizenler yok değildi. Evimize Cumhuriyet ve Milliyet dahil birkaç gazete giriyor, buralarda Mahmut Tali Öngören, Atilla Dorsay, Semih Tuğrul gibi yazarların televizyon eleştirileri oluyordu. Yazıldığına göre Tatlı Cadı gibi diziler o dönem TRT’nin yayın ilkeleri ile örtüşmüyordu ama ilkeler hep laftaydı.

İnternetin gelişi, dünyanın globalleşmesi bilgi değil manipülasyon çağını açıyormuş oysa… Netflix gibi dijital platformlarda gırla giden dizilerin Tatlı Cadı’lar acaba öncüleri miydi? Yoksa onlarla mukayese edildiğine halen daha masumlar mı? Öyle ya da böyle!!! Sınıf bilincimiz gelişip politikleştikçe anlamaya başlamıştık; çocukluk hayallerimizi yıkan sayısız şeyden biri olarak Tatlı Cadı’mız da deftere yazılmıştı. Meğer hepsinin üzerindeki katman tatlıymış, altı komple cadı...

Murat Beşer ([email protected])