"Aklımızı yitirmediysek ya da dönek değilsek ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını emperyalizm olgusunu görmezden gelerek yorumlayamayız."
Ne dediklerini bilmiyorlar ya da söylediklerinin nereye varacağını. Lenin herhangi bir bağlamda emperyalist güçlerle aynı cephede yer alamaz. Kazara oldu ya, kader ağlarını ördü ve siyasi denklem bu ikisini aynı safta yan yana getirdi.
Aklınızı mı yitirdiniz? Getiremez! O mızrak o çuvala sığmaz.
Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı tarihin gördüğü en büyük siyasi birlik projesinin, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin doğuşuna giden süreçte ortaya konmuş, dönemin nesnelliğini işçi sınıfı lehine okuyan ve müdahale eden olağanüstü önemde bir taktik adım. Ve bu ne güzel bir çeviridir öyle, kendi kaderini tayin etmek… Ama tarihsel bağlamından koparılarak, emperyalizm olgusu görmezden gelinerek ve bu anlamda Lenin’le Wilson eşitlenerek değerlendirilseydi ve kerameti kendinden menkul bir değişmez ilke sayılsaydı herhalde kaderden çok "kadersizlik" daha doğru bir kelime seçimi olurdu.
Neyse ki Lenin’in mirasına ihanet anlamı taşıyan bu tür bağlam-dışı okumaların sahipleri kendi siyasi pozisyonlarına Lenin’den meşruiyet devşirebilmenin hala çok gerisindeler. Örtmeye çabaladıkları gerçekler görmezden gelinemez, geçiştirilemez nitelikte oldukları için.
Sovyetler Birliği sonrası türeyen yenilgici/yeni solun geçmişe dair pişmanlıkları, “Nerede hata yaptım?”, sorusuna bulduğu yanıtlar onu iktidar mücadelesinden, sosyalizme inanmaktan geri bıraktı. İktidarı istemeyen, sınıf kavgası vermeyen ve siyasetin sınıfsal arka planına yabancılaşan bu sol kendisini tasfiyeye taşıyan bu sürecin sonunda beklendiği üzere, bir tür hak ve özgürlükler mücadelesine sıkıştı kaldı. Tarihsel mücadele içinde iktidar arayışına yontacağı ne varsa da bu ayakları havada “hak ve özgürlükler” mücadelesinin manivelası haline getirmekten çekinmedi. E çekinmez çünkü bu işlev aslında onun ana aktör olmayı bıraktığı yeni dünyasında bir biçimde varoluşunu sürdürebiliyor olmasının tek koşulu. Solun haklılığı ve meşruiyetinden başkalarının da faydalanabilmelerini, ellerini yıkayabilmelerini sağlamak, yani ibrikçilik. Fakat bu işlevi yerine getirebilmek de artık pek kolay değil. Buna çomak sokan ve hoşlarına gitmeyen her türlü çıkışın karşısına hiçbir özgünlük barındırmayan aynı ezbere cümlelerle, adeta histeri nöbetleri geçirircesine çıkmaya kalkmaları bundan. Varlıkları tehlikede...
Ekim Devriminin sosyalist iktidara taşınmasında siyasal dengeleri Bolşevikler lehine değiştiren en önemli iki başlıktan biri emperyalist savaşın sonlandırılması çağrısı ise diğeri “halklar hapishanesi” olarak nitelenen Çarlık Rusyasında yaşayan tüm uluslara ayrılma hakkının tanınması olmuştur. Bu iki başlıkta da Bolşevikler muazzam ölçüde siyasal güç devşirebilmişler ve bunları devrimin önünü açacak yönde değerlendirebilmişlerdir. Ayrılma hakkı mutlakiyetçi Rus İmparatorluğu'nun çatısı altında ezilen tüm ulusların sosyalist devrime kazanılmaları ve ortak bir kurtuluş fikri etrafında örgütlenmeleri yolunda çok büyük bir adımdır. Lenin’in ayrılma hakkını her ulustan proletaryanın aristokrasi ve burjuvaziye karşı ortak mücadelesini kuvvetlendirecek bir dinamik olarak görmesi de meselenin esasını oluşturmaktadır.
“Proletarya, eşitliği ve ulusal devlet kurma hakkı eşitliğini tanırken, bütün ulusların proleterlerinin birliğine pek büyük değer verir ve her ulusal istemi, her ulusun ayrılma hakkını, işçilerin sınıf savaşımı açısından değerlendirir” bundan daha açık olunabilir mi?
Bolşevikler ulusal soruna dönük attıkları adımlarla özellikle Rusya’nın batısında yer alan ve kapitalist gelişmede kat ettikleri yolu uluslaşma sürecinde kat edememiş topluluklara önemli bir çağrıda bulunmuş oldular. Çağrı, buralardaki ulusal mücadelelerle işçi sınıfının iktidar mücadelesinde yolları birleştirmektir. Ulusların kendi kaderlerine, geleceklerine hükmedebilmelerinin koşullarını yerleştirmek de böyle mümkün olur. Lenin'in tam bu noktada, ayrılma hakkının dışında kalan ulusal kültürel özerklik gibi talepleri küçük burjuva milliyetçiliği olarak eleştirmesi de bu bağlam içinde anlamlı hale gelmektedir. Bolşevikler bir yandan yolları birleştirirken diğer yandan devrim stratejisinde bir yere oturmayacak ulusal mücadele biçimleriyle, eş zamanlı olarak, yolları ayırmıştır.
Burada bir parantez açalım. Bildiğiniz gibi Türkiye’de hiçbir konuda pozisyonlarını açıkça ifade etmedikleri için ancak TKP’nin geliştirdiği tutuma itiraz ettiklerinde haklarında fikir sahibi olduğumuz kesimler mevcut. Bunlar da görünen o ki Türkiye’deki ulusal soruna ilişkin ayrılma hakkı dışında bir takım demokratik talepler ileri sürüyorlar. Yani aksini hiçbir yerde duymadım da okumadım da. Bu durumda onlar da küçük burjuva milliyetçiliği mi yapmış oluyorlar? Lenin’i bağlam-dışı okuyup yorumlamak bu değerlendirmeyi de zorunlu kılmıyor mu? Geçelim…
Demek ki neymiş? Ayrılma hakkı ancak son derece geniş bir bağlam içinde yerli yerine oturuyormuş. Emperyalist savaşa karşı mücadelede, burjuvaziye karşı mücadelede, feodal yapıya karşı çağdaş, ileri olanı destekleme mücadelesinde… Ve değişmez bir ilke değil, sosyalizm hedefine sıkı sıkıya bağlı, güçlü, iddialı bir siyasal çıkış anlamı taşıyormuş.
Zaten Lenin’in, "self-determinasyon"un emperyalizm tarafından işlevlendirilebilecek bir olgu olduğunu, düşünmemiş olması muhtemel mi?
Öyle olsaydı, “bağımsız devletlerin doğuşunun bazen de emperyalizmin güçlenmesi anlamına geldiğini" yine O'nun kaleminden nasıl okuyabilirdik?
Olmaz. Tekrar söyleyelim, aklımızı yitirmediysek ya da dönek değilsek UKKTH’nı emperyalizm olgusunu görmezden gelerek yorumlayamayız. Devrim teorisi içinde anlamını bulan bir siyasal çıkışa mütemmim cüz muamelesi yapamayız. Emperyalizmin bir taraftan ulusal hakları gasp ettiğini, baskıladığını ama diğer taraftan kendi çıkarları doğrultusunda rahat yönlendirebileceği, zayıf yerel otoriteler yaratmayı da bir fırsat olarak gördüğünü ve bu sayede alanını genişlettiğini hesaba katmak zorundayız. Uluslararası tekellerin siyasal ajandalarında araç haline gelmemek için emperyalizmin güncel eğilimlerini, geniş açılı stratejilerini mutlaka doğru değerlendirmek gerekiyor.
Doğru değerlendirelim ki Lenin’i asla emperyalizmle aynı cephede anmayalım.
Tabii eğer bir kadersizlikten değil de ulusların kendi özgür geleceklerine hükmettikleri umutlu bir dünyadan söz edeceksek…