"Dünya hiç olmadığı kadar 1914 öncesine benziyor. Elbette bu benzerlik bir noktada kopacak ve kendi tarihsel gerçekliğine oturacaktır. Şimdi, o tarihsel gerçekliğe doğru hızla ilerliyoruz."

Üçüncü dünya savaşına neden çok yakınız?

Bu satırları moralleri bozmak ya da bireylerin insanlığa dair umutlarını kırmak amacıyla kaleme almıyorum. İdeolojik olan bu söylem ‘insanların morallerini bozuyorsun’, gerçekleri kavrama kabiliyetimize zarar veriyor; Avrupa merkezli bakış açısının çarpıklıklarından biridir. Değişmeyen bu ön kabulleri sıralayalım:

• Batı’yı yöneten akıl asla ve asla nükleer bir çarpışmaya yol açacak bir provakasyona cüret edemez.

• İngiltere başta olmak üzere tüm Batı Avrupa (burada Avrupa’nın doğusunun dahi hesaba katılmadığına dikkat edilmeli), basın özgürlüğü, insan hakları ve demokrasiden taviz vermez.

• Rusya, Çin ve Türkiye dahil olmak üzere diktatörlüklerin hüküm sürdüğü ülkelerde AB başta olmak üzere tüm batılı güçler demokrasi ve insan haklarının gelişmesini sağlayacak kurum ve kuruluşlara destek sağlar.

İdeoloji işte tüm bu sorgulanmaya kapalı olan varsayımlar üzerine inşa edilir. Listeyi sonsuza dek uzatabilirsiniz. Yere göğe koyulamayan Anglo-Sakson hukuku ve demokrasisi Julian Assange davasında, onu kurşuna dizmek isteyenler lehinde karar verdi. Git gide cüretkarlaşan İngiltere’den devam edelim. Geçtiğimiz günlerde demokrasinin beşiği bu ülkeden insanlığa örnek olacak haberler ard arda geldi. “İngiltere, tartışmalı bir yasa tasarısı ile “ikinci sınıf vatandaşlığı” Avrupa gündemine taşıyor. Ocak ayı sonunda parlamentoda ele alınacak kanun taslağı İngiliz vatandaşlığını göçmen kökenlilere adeta “emaneten” verilmesinin yolunu açacak. İngiltere’ye düzensiz yollarla girenlere ömür boyu hapis cezasını öngören ‘Uyruk ve Sınırlar Yasa Tasarısı’, mültecileri taşıyan teknelere müdahale eden yetkilileri de ceza almaktan kurtarıyor. Düzensiz göçmenlere ve yabancı ülke bağlantılı olanların tepesinde kılıç gibi sallanmasından endişe edilen yeni tasarıya sivil toplum kuruluşlarından ırkçılık ve ikinci sınıf vatandaşlık tepkileri geliyor. Buna karşılık Avrupa medyasının ayrımcılık ve ırkçılıkla suçlanan taslağı küçük haberlerle geçiştirmeyi tercih ettiği gözleniyor.”1 Türkiye’deki okurların konuyu daha iyi kavramaları ve yine bu köşede okuduklarını yeniden hatırlayabilmeleri için kaynakları olabildiğince Türkçe düzenledim. Afganistan ya da Irak savaşına dönmeyeceğim. Yakın geçmiş bizi dev bir propaganda tuzağına çekiyor. Soğuk savaşın başladığı günden bugüne ‘Batı Bloğu’ diye nitelendirilen kapitalist sömürgenler bloğu, dünyaya vahşi bir barbarlık dayatıyor. Bunu yaparken hepimize demokrasi ve insan hakları taşıdığını iddia ediyor. Bugün, ülkeleri savaşlarla tarumar edilen mültecilere Avrupa’da katıksız bir ırkçılık ve insansızlaştırma programı dayatılıyor. Zaten yasal olmayan kurallar çerçevesinde 2. sınıf vatandaş olanlar, sadece hizmete ve köleliğe koşulanların resmen 2. sınıf ilan edilmesinin sadece hukuki, teknik bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Bu tartışmaların da yolumuzu açmak yerine tıkadığı acı bir gerçek. Bugünün toplama kampları, göç yolları üzerine ya da denizlerin derinliklerine inşa ediliyor. Kore ve Vietnam’da vahşice işletilen kapitalist soykırım makinesi ulusları, toplumları ve kültürleri eze eze insanlığın üzerine geliyor. ‘O kadarına da cesaret edemezler’ safsatası rakamlara yenik düşüyor. Cüret edemez dedikleriniz SSCB’yi öyle veya böyle yıkmayı başardı. Bu yıkımın savaşlar olmadan gerçekleştiğini düşünenleri ‘atom bombasının, portakal gazının ve napalm’ bombalarının yok ettiği coğrafyalara bakmaya davet ediyorum. İngiltere Genel Kurmayı, küresel bir savaşa hazırladığını açık açık geçtiğimiz yıllarda kamuoyuna duyurdu. Hazırlıkların daha önce planlandığı açık.2 Tullamore Tribune gazetesi için kaleme aldığım makaleden doğrudan aktarıyorum: “İngiltere nükleer başlık sayısını 180’e düşürmeyi taahhüt etmişti, tam tersine 260’a çıkarmış durumda... Rusya’ya karşı caydırıcı bir güç olması beklenen Yüksek Hazırlık Müşterek Görev Gücü (Very High Readiness Joint Task Force), 1 Ocak’tan bu yana (2021) Türkiye tarafından komuta ediliyor. ‘NATO’nun Öncüsü’ olarak bilinen kuvvet, 6.400 askerden oluşuyor ve bunun 4.2000’ü Türkiye tarafından karşılanıyor”.3 Rusya ve NATO sıcak bir çatışmaya doğru ilerlerken İrlanda’daki meslektaşlarımın kaleme aldığım bu makaleyi hatırlatan mesajlarıyla güne başlıyorum. Yazımı tekrar kontrol ettiğimde ülkemin saatli bir bombanın üzerinde oturduğunu görüyorum. Yoksul 4.200 Anadolu evladı, tıpkı Kore’de olduğu gibi emperyalistlerin onursuz bekçiliğini yapmakla görevlendirilmiş. Saatli bombanın kurulan zembereği aleyhimize işliyor, muhtemel bir Ukrayna savaşının doğrudan tarafı olacağımızı rakamlar açık ve net bir biçimde ortaya koyuyor. Ayrıca Türkiye’nin ‘SİHA’ mucizesini Ukrayna ile paylaştığını gözardı etmeyelim.

Küresel salgında tehlikeli bir ideolojik eğilim ortaya çıktı. Yukarıdaki rakamlar gerçek ve bu rakamlar bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Rakamların analizini yapmak ve insanlığı bekleyen tehlikeye işaret etmek sizi azılı bir komplo teorisyenine dönüştürebilir. İdeolojinin esas işleyişi fikirlerinizi ve düşüncelerinizi topluma açmanıza engel olabilmesidir (devreyi kapatmak olarak adlandırılır). Evet, küresel bir savaşın eşiğinde olduğumuzu ve Türkiye’nin tam da bu bombanın üzerinde oturduğunu yazmak ya da söylemek böylesi akıldışı bir engelle karşılaşabilir. Hafızalarımızı tazelemeye devam edelim, Şule Aydın’ın youtube kanalında Avrupa’nın sıfır mülteci politikasına geçtiğini ve çaresiz insanlara yönelik adil olmayan bu savaşın kızışacağını söylemiştim.4 Dublin sözleşmesinin askıya alındığı bir dünyada hukuki açıdan kaçacak herhangi bir yer yok. Hepimiz bize layık görülen cehennemin ateşinde yanacağız. İçimizden daha kalifiye olanlarsa büyük Avrupa medeniyetinin damarlarına taze kan taşımaya devam edecek. Bu, her şeyi çok bildiğini sanan sözde kalifiye ve insanlığa yabancılaşmış zavallı göçmenler de gittikleri toplumun asli unsuru olduğunu sanmaya ve denizlerde ölenlerin gerçekliğine başlarını çevirmeye devam edecek. İşte insanlığa dayatılan barbarlık!

Tekrar ifade edeyim, niyetim bir felaket tellallığı yapmak değil. Avrupa’da güçlü bir savaş rüzgarı estiriliyor. Her konuda tıkanmış bir sistem var ve bu tıkanıklığı aşabilmek için kapitalistlerin elinde çok az seçenek var. En etkili seçeneklerden biri savaş diğeri de ırkçılık. Ellerindeki bu etkin araçları harekete geçiriyorlar. Savaş seçeneğini düşünürken insanlar küresel düzeyli olana çok fazla odaklanıyorlar. Oysa son yüzyılda milyonlarca insan zaten kendi küçük kürelerinde savaşın, vahşetin ve barbarlığın en acımasız yönüyle yüzleşti. Naziler’den sonra soykırım suçu tamamen ortadan kalkmadı, Afrika’ya ya da Asya’ya baktığınızda emperyalizmin bu suçu biteviye işlemeye devam ettiğini göreceksiniz.

Bana gelen enformasyonu daha iyi analiz edebilmek için elimdeki bilgileri Rusya’daki dostlarımın elindeki bilgilerle karşılaştırıyor ve tartışıyorum. Gerçeğe ulaşmanın en iyi yollarından birisi bu. Rusya’daki hava, artık kendisine dayatılan intiharın farkında olduklarını gösteriyor. Bir ülkenin hiç ses çıkarmadan kuzu kuzu sırf sözde demokrasi ve insan hakları uğruna NATO’nun kendisi için biçtiği sona doğru yürüyeceğini düşünmek çılgınca. NATO üyesi olan ve emperyalist sisteme bağımlılığı çok güçlü olan ülkeler zaten çoktan intihar ettiler. Türkiye’deki iktidar, ülkenin tüm ulusal kimliğini ve kişiliğini söküp atmış durumda. Bunu tamamıyla kendi akıllarıyla yapmadılar. Milli bayramların devlet programlarında açık bir biçimde iğdiş edilmesi, ülkenin kurucusunun bir anomaliye dönüştürülmesi, Türkiye’nin uçurumun eşiğinde durduğunu gösteren işaretler. Bu satırların yazarı olarak herhangi bir davanın konusu olabilirim ancak Türkçe’nin bir dil olarak öldüğünü iddia eden kişi Milli Eğitim Bakan Yardımcısıydı. Türkçe, gerçekten öldüyse eğer ulus ölmüş demektir; ulus öldüyse yurttaş ölmüştür. Hepsini yan yana getirdiğimizde ortaya kul çıkmaktadır. Kendisini müslüman aleminin yani hilafetin asıl sahibi olduğunu sanan sapıklar, dün olduğu gibi bugünde emperyalistlere peşkeş çektikleri ülkeyi felakete sürüklüyorlar. Tıpkı bir Yakup Kadri romanının içinde gibiyiz, işgal güçleriyle ticaret yapan ve ülkeyi parsel parsel satan sömürücü bir sınıf, habis bir ur gibi ülkeyi düşünsel olarak da kemiren eski Osmanlı’nın başkenti İstanbul, bugün de yıkımın ve çürümenin başkenti olmaya devam ediyor...Tüm bu karanlık tabloda Türkiye’de umut veren şey, insanların yurttaş kimliğine ve değerlerine sahip çıkma azmidir. Bu azim, umudu büyütecekse eğer örgütlü bir güce dönüşmek zorunda.

Dünya hiç olmadığı kadar 1914 öncesine benziyor. Elbette bu benzerlik bir noktada kopacak ve kendi tarihsel gerçekliğine oturacaktır. Şimdi, o tarihsel gerçekliğe doğru hızla ilerliyoruz. Küresel bir savaş çıkar ya da çıkmaz, bunun hiçbir önemi yok. Dünya soğuk savaştan bu yana zaten küresel bir bölgesel savaşlar cehenneminin içerisinde kıvranıyor. Bize düşen görev, ihtimalleri düşünmemizi engelleyen ideolojik kabulleri reddetmek ve tüm ihtimalleri hesaba katarak toplumları uyarmaktır.