"4 Aralık Madenciler Günü’nü gerçekten umutlu bir güne çeviren, 'mücadelemiz vatanı patronlara satmak isteyenlere karşıdır' diyen Çayırhan işçilerine ve direnişlerine bir kez daha selam olsun!"

Üç kuruşa vatanı satanlar ve direnenler…

Büyük bidonlar geldi hızlıca, odunlar ardından, koca koca kütükler, her boydan tahta parçaları.

Bu soğukta kurtarmazdı belki ama idare ederdi, direnilecekti çünkü.

Direnilecekti, başka türlü olmayacaktı çünkü.

Her gün yerin derinliklerinden çıkardıkları kömürlerle yanı başlarındaki termik santrale güç veren madenciler ve santral işçileri “özelleştirilmek istenen vatandır” diyerek, buna itiraz ederek Ankara’nın ayazında direnişe başlıyordu.

Yıllık 5 milyar kilowatt-saat üretim gerçekleştiren santralin işçileriydi onlar. Özel sektörün elinde olmayan devlete ait sayılı santrallerden birinin önünde özelleştirmeye karşı direnişe başladılar.

Bugün, yani 4 Aralık Madenciler Günü’nde Türkiye’nin birçok büyük patron grubu, Çayırhan’a çökmek için teklif vermiş ve ellerini ovuşturarak sonucu bekliyor olacaktı.

O kadar pervasız ve rahatlardı ki, Çayırhan’ı 4 Aralık’ta satacaklardı.

Olmadı!

Maden işçileri o rahatlığı direnişleriyle bozdu. Direndiler ve Ankara yollarına düştüler…

Kararlı ve örgütlü bir şekilde iktidarı ve patronları püskürtüp, 4 Aralık’ı gerçekten kutlanacak bir güne çevirdiler ve ihaleyi şimdilik erteletmeyi başardılar.

Peki, ülkede emekçiler lehine yaprağın oldukça zor kıpırdadığı bir dönemde nasıl oldu da Çayırhan işçileri ayağa kalktı ve umut olmayı başardı?

Bunun arkasındaki nedenleri anlamak için Çayırhan’ın satış öyküsüne ve sonrasında yaşananlara yakından bakmak yeterli…

***

2000’li yılların başlarında ülkenin birçok kaynağı patronlara peşkeş çekilmiş, halka ait ne varsa hepsi el çabukluğuyla patronlara birkaç yıllık kârları karşılığında teslim edilmişti.

Çayırhan da bu işletmelerden biri oldu. 

Burayı alan isim AKP’li yıllarda servetine servet katan patronlardan biri, Ciner olacaktı.

Sonrasında öğrendik ki, Çayırhan’ın satış sürecine rüşvet karışmış, devir işlemi de hukuksuz şekilde hayata geçirilmişti.

Olması gereken satışın iptaliydi, davalar da açıldı…

İktidar ve patronlar karar vermişti bir kere, mahkemeler de bu usulsüz satışa göz yumdu.

Sonrası mı? 

Santral için mevcut borçlar devlet tarafından üstlenildi, çok sayıda işçi Ciner’e hediye olarak devlet tarafından emekli edildi, santral ‘sorunsuz’ şekilde Ciner’in oldu.

Ciner bu süreçte milyonlarca dolar kazandı, madeni ve santrali tam kapasiteyle 20 yıl boyunca işletti. 

Bugünkü direnişin nedenini anlamak için işçilere geçen bu 20 yılı sormak yeterli.

Çayırhan’a sadece fotoğraf vermek ve video çektirmek için giden parti temsilcileri, genel başkanlar, milletvekilleri bilmez. 

Biz anlatalım.

Sömürü, üretim baskısı, hayatlarının, can güvenliklerinin hiçe sayılması, sürekli hak kayıpları, her gün işten atılacağız korkusu… 

20 koca yılı böyle geçirdi Çayırhan emekçileri.

Santral tekrar devlete geçince milyonlarca dolar kazandırdıkları Ciner’in geride nasıl büyük bir yıkım bıraktığını iyi biliyor, her sohbetlerinde bunu detaylarıyla anlatıyorlardı.

Neden bir patron devletin olan santral ve madeni üç kuruşa alıp kendisi zenginlik içinde yaşarken işçilere cehennemi yaşatıyordu?

İşçiler bu soruyu soruyor ve bir kez daha aynısını yaşamamak için direniyordu.

İyi ki direndiler, iyi ki Ankara’nın kışında halkımıza umut olan, iç ısıtan bu direnişe imza attılar.

Ama her şey bitmedi kuşkusuz.

Şimdi iktidar ve patronlar işçilere yeniden meydan okumak için Mart ayına randevu kesmiş durumdalar.

Görevimiz bu meydan okumaya çok daha güçlü bir yanıt vermek. Çayırhan işçilerinin kazanması, umudun büyümesi için yine yanlarında olmak, onlara güç vermek.

Çünkü Çayırhan işçisinin direnişi bizim direnişimiz. Bu halkın, emekçilerin, yoksulların, ülkesinden umudunu kesmeyen, memleketini gerçekten sevenlerin direnişi.

4 Aralık Madenciler Günü’nü gerçekten umutlu bir güne çeviren, “mücadelemiz vatanı patronlara satmak isteyenlere karşıdır” diyen Çayırhan işçilerine ve direnişlerine bir kez daha selam olsun!