Daha iyi bir kapitalizmin olabileceğine inandırmaya çalışan liberallerle emekçilerin boğazına çökmeye hazır liberallerin koalisyonundan oluşan bir vitrin sunuyor.

Türkiye’de sosyalizmin güncelliği

Türkiye’nin sosyalizme olan ihtiyacı uzun süredir güncel bir mesele, yani sosyalizm Kâf dağının arkasında ulvi bir hedef değil, emekçiler için öncelikli ve reel bir siyasi hedef.

Ancak CHP’nin “Ekonomi Vizyon Belgesi”nin açıklanmasından sonra daha da anlaşılır ve acil hale geldi. Bu konuda çok iyi iki yazı bu hafta içinde Sol Haber’de yayınlandı, kaçırdıysanız mutlaka göz atmanızı öneririm: Kerem Aydın ve Fatih Yaşlı’nın yazıları.

Söz konusu Vizyon Açıklaması AKP’nin çizgisinden bir farklılık taşımadığı gibi emekçi sınıfları tamamen inisiyatifsiz bırakıyor ve sermayenin çıkarlarına yöneliyor. O kadar ki siyasetin bile kazara ekonomiye karışmayacağı sözünü veriliyor, bütün ipler sermayenin teknokratlarına “siyasetten bağımsızlık” adına teslim ediliyor.

Daha iyi bir kapitalizmin olabileceğine inandırmaya çalışan liberallerle emekçilerin boğazına çökmeye hazır liberallerin koalisyonundan oluşan bir vitrin sunuyor.

Ama bu vizyon metninin “rasyonel” olduğunu, sermaye sınıfının aklını yansıttığını söylemek zorundayız.

Neden rasyonel?

Çünkü günümüz Türkiye’sinin sermaye egemenliğinde kamusal mülkiyete ve bunun üzerinde yükselen bir merkezi planlamaya yer kalmamıştır. Günümüz düzeninde 1930’larda mümkün olan devletçiliğe ve planlı ekonomiye dönüş imkânsız hale gelmiştir. Dolayısı ile sosyal devlete ve göreceli olarak insani bir emek rejimine de dönüş imkansızdır.

Neden düzen içinde üretimde kamusal mülkiyete ve merkezi planlamaya dönüş mümkün değil?

Birincisi, Türkiye sermaye sınıfının bir dar boğazda yaslanabileceği güçlü ve öncü bir sosyalist devlet bulunmuyor. Bugün Çin gibi sosyalist olduğunu iddia eden devletler uluslararası ilişkilerde bayraklarına sadece “kazan-kazan”ı yazıyorlar.

İsmet İnönü 1932’de Sovyetler Birliği’ni ziyaret eder, 25 Nisan-10 Mayıs arası. Bugün inanılmaz geliyor, Türkiye Cumhuriyeti’ni birinci dereceden temsil eden kişi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nde gidince iki hafta kalıyor. Bugün her 45 dakikayı geçen ikili görüşmenin süresi haber gündemi oluyor.

Stalin İnönü ve heyetini Merkez Komite toplantısına alıyor, İnönü’yü masanın başına kendi yerine oturtuyor, kendisi ayakta katılıyor görüşmeye.

Bu 15 gün içinde Stalin ile aynı arabada tiyatroya gidiyorlar, defalarca görüşüyorlar, 1 Mayıs törenine katılıyorlar Kızıl Meydan’da, neredeyse İnönü Stalin’in evinde kalacak.

İnönü sürekli olarak planlamayı soruyor, planlama iyi de parayı nerden buluyorsunuz diye. Bir türlü verilen yanıtlardan tatmin olmuyor.

Ama sonunda İnönü planlama için parayı buluyor.

Traktöründen tankına kadar bir sürü hediyenin yanı sıra 8 milyon altın Ruble kredi alıyorlar. Faizsiz ve 20 yılda Türkiye tarım ürünleri ile ödeyecek bu parayı. Yani bu jest bir sermaye yatırımı değil, işçi sınıfının Türkiye ile güçlü bir dayanışması anlamına geliyor.
İlk 5 yıllık plana Sovyet planlama uzmanları destek oluyor ve bu kredi Kamu İktisadi Kurumlarının inşası için kullanılıyor. Hani şu AKP’nin tümünü yağmalayıp sermayeye devrettiği fabrikalar.

İkincisi, o günkü sermaye sınıfı da bir sermaye birikimini hedefliyor, ancak sermaye birikimi, hele o ekonomik bunalım döneminde yeterli seviyede değil. Sermaye birikimi için de ülkenin kalkınmasına ve sanayileşmede bir düzeye gelmesine gereksinim var.
Oysa şimdi, ülkedeki her şeyi yağmalamış hatta yurtdışındaki emek gücü başta olmak üzere kaynaklara ve pazarlara gözünü çevirmiş bir sermaye sınıfının egemenliğinde yaşıyoruz.

Üçüncüsü, 1930’ların başı dünya kapitalist sisteminin bir çöküş yaşadığı yıllardı ve sosyalizmin baş döndürücü bir büyüme gösterdiği yıllarla çakışmıştı.

Şimdi de dünyanın yapısal krizi bir çöküşe gebe. Ancak bugün hâkim olan ton daha çok emperyalist dünyada her şeyin yeniden nasıl pay edileceğinin hesabına dayanıyor ve Türkiye sermaye sınıfı silahlanmaya ve çeşitli hegemonya araçlarına kaynak ayırarak eninde sonunda emekçi sınıfları bir felakete sürüklemeye hazırlanıyor.

Bütün üretim araçlarının topluma ait olduğu, emekçi halkın iradesi olarak merkezi planlamanın uygulandığı, emekçi sınıfların yönetimde inisiyatif alabilecekleri, bu zeminde gelişkin bir sosyal devletin ve insani bir emek rejiminin kurulacağı, emekçilerin bir paylaşım savaşında ölmeye gitmeyecekleri bir düzene sosyalizm deniyor zaten.

Dayanışma Meclisi 2020 yılında Türkiye’nin önemli aydınlarını kapsayarak kuruldu. Bu acil gereksinime dayanarak tüm ülke sathında “Türkiye’de sosyalizmin güncelliği”ni önümüzdeki haftadan itibaren tartışmaya başlayacak.

Türkiye’nin birçok emekçi mahallesine yayılan semt ve işçi evlerini kullanarak doğrudan emekçilerle bu tartışmayı yürütmeyi amaçlayacak.

Umudu ve bir programı olmayanın hiçbir şeyi yoktur.

Ne geleceği ne bir ülkesi.