‘Türkiye bir … kaybetti, Avrupa bir …. kazandı’. Postmodernist ideoloji üzerimizde garip bir etki yaratıyor... Sorgulayıcı dilin buralara sızmasına engel olunuyor.

Türkiye kalifiye bir yetenek kaybetti, Avrupa ücretli bir köle kazandı

İrlanda, 2022 bütçesini tartışıyor. Bu kış öğrenciler, işçiler ve mülteciler için zor geçecek deniyor. Salgın sonrası patronların kıyılarına küçük dalgalar vururken, emekçilerin kıyılarına dalgalar tsunami boyutlarında ulaşıyor ve can alıyor. Böylesi bir giriş cümlesini beyni iktidar, muhalefet ve dijital medya ile pelteye çevrilenlerin kavraması zor. Sorumluluğu tamamıyla onların omuzlarına yüklemiyorum. Halk TV’nin pek mahir yorumcuları biteviye Avrupa histerisine tutulmuş gibiler. Ekranlarda yüksek ses tonuyla ‘kimmiş Almanya’da sefalet içerisinde yaşayan?’ diye haykırıyorlar. Epey zamandır Almanya’daki dostlarımla iletişim kuramıyorum ama bu çarpık bakış açısı hakikaten saç baş yoldurur cinsten. Almanya’nın emekçileri evsiz kalmamak için mücadele ediyor ve Berlin’de konutların devlet tarafından kamulaştırılması adına ter akıtıyor. Evet, Türkiye’nin geleneksel ve geleneksel olmayan kitle iletişim araçlarından hepimize bir deli gömleği imal ediliyor. Bu çileden çıkışa ve çıldırmışlık haline müdahale etmememiz isteniyor. Medya, insanları olmayan bir rüyaya yatırıyor ve kitleler bu rüyanın devam etmesini istiyor. Uyuşturucunun insan zihninde yaptığı tahribatla, medyanın insan zihninde yaptığı tahribatı artık aynı derecede kabul eder oldum. İrlanda’ya dönelim. Hükümetin açıkladığı yeni yıl bütçesi ülkedeki herkes için derin bir hayal kırıklığı yarattı. Koalisyon hükümetinin (Fine Gael, Fianna Fáil, Green Party), evsizlere dönük hiçbir planı yok. Kiracıları korumak, öğrencilere insanca şartlarda okuyabilecekleri ücretsiz yurtlar inşa etmek gibi bir niyetleri ise hiç yok.

Sömürenlerin karşısına güçlü ve örgütlü bir biçimde çıkmadıkça sorunlarımızı günlerce, aylarca ve yıllarca konuşmaktan başka bir şey yapıyor olmayacağız. Buna ifade özgürlüğü deniyor; eylem özgürlüğü olmayan bir yüksek demokrasi. Kafesteki papağanlara dönüşüyor ve belki de zaman içerisinde dönüştüremediğimiz şeyin çürümüş bir parçası oluyoruz. William Shakespeare’in gözlükleriyle bu durumu yorumlayacak olursak, bir iş ve bir eyleme dönüşemiyorsak, çürümeden ve kokuşmadan o ilk saf halimizle olduğumuz gibi kalamıyoruz. Tam bu noktada geçmişte gazetede aktardığım bilgileri, İrlanda’nın eşi benzeri görülmemiş bir işsizliğe sürüklenişini ya da öğrencilerin astronomik rakamlarla bir insanın yaşayamayacağı yerlere nasıl tıkıldığını yazmayacağım. Kültür endüstrisinin yarattığı bencil bireylerin suç ortağı olmayacağım. Yaşama, eşitsizliğe ve bu vahşi düzene gözlerini açmamacasına kapatanlara layığını sınıflı toplumun kendisi net bir biçimde veriyor. Suratlarına yedikleri o ağır silleyle bir daha yerden kalkamıyor ve bildikleri en iğrenç yöntemle kendilerini bu hayatta tutuyorlar ‘uyuşarak’.

İrlanda’nın 2022 bütçesine dair İrlanda İşçi Partisi’nden yakın arkadaşım David Whelan ile görüşüyor ve bu konu hakkındaki fikirlerini alıyorum. “Hayal kırıklığı yaratan bir bütçeydi, çünkü çalışan insanları ve sosyal yardım alanları şu anda artan yaşam maliyetlerinden koruyamadı. Enflasyon, hızla artan yakıt maliyetlerinin bir sonucu olarak %3 civarında seyrediyor. İşçi Partisi, bu zorluğun üstesinden gelmeye yardımcı olmak için 200 €'luk bir karbon vergisi getirilmesini önermişti, ancak hükümet bu öneriyi uygulamadı. Bu verginin kabul edilmemesi şu anlama geliyordu asgari ücreti, yaşam ücreti standardına yaklaştırmak ve önemli ölçüde artırmak; maalesef bu gerçekleşmedi. Kiraların arttığı ve konut sıkıntısının had safhada olduğu bir dönemde, kiracıların lehine bütçede hiçbir şey yoktu. Refah ödemesi hoş karşılansa da enflasyonla beraber işçi sınıfının omuzundaki yük artıyor, bu durum da bir kez daha refah ödemelerinin yaşam maliyetine endekslenmesi gerektiğini gösteriyor”. David’in söylediklerini tek bir cümleyle özetlemek gerekirse, hükümetlerimiz mülk sahiplerini amansız bir biçimde destekliyor. Kitle iletişim marifetiyle inşa edilen ideolojik algı mekanizmaları ise gerçek yaşamı zorlayan ekonomik kırılmalarla inandırıcılığını biraz daha kaybediyor.

Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik, siyasi ve akla gelebilecek her krizi bir kenara bırakırsak, yaşamı algılama-kavrama biçimimize en fazla etkisi olan medyanın korkunç bir çürümenin içerisinde olması görünmeyen ama daha büyük bir etki yaratıyor. Avrupa’nın herhangi bir yerinde yaşamayanların TV ekranlarında sırf muhalif görünmek adına haykırdıkları şeyin adını koyalım: ‘Arsızlık’. Gerçeklere ayağını basmayan her söylemde olduğu gibi bunun da negatif bir karşılığı var. Olaylara bu açıdan bakınca ‘majestelerinin muhalefetinin’ kitlelerin AKP’den kopuşunu engellediğini ya da ötelediğini rahatlıkla söyleyebilirim. Yaratılan gösteri toplumu, tıpkı uyuşmak için kademe kademe aldığı şeyin dozunu arttıran bir müptelaya benziyor. Hal böyle olunca gösteri toplumunun sosyal medyadaki izdüşümü doğrudan pornografi oluyor. Twitter, bu nedenle kendi adıma artık daha az katlanabildiğim bir yer haline geliyor. Bu katanılamazlık durumunu aklı başında tüm arkadaşlarımdan duyuyorum. Bence bu iyi bir gelişme, twitter ekranına daha az bakmak zihin sağlığımız açısından faydalı. Bir süredir bireysel kurtuluşunun pornografisiyle meşgul olanlar ‘yurt dışına gidiş hikayelerini’ gösterinin bir parçası haline getirmiş durumdalar. Bu durum garip bir pazarlama ve ‘PR’ (Halkla İlişkiler) çalışmasına dönüşmüş gibi kendi sloganını da yarattı. ‘Türkiye bir … kaybetti, Avrupa bir …. kazandı’. Postmodernist ideoloji üzerimizde garip bir etki yaratıyor. Her konunun köşe başına bir eşik bekçisi yerleştiriyor ve sorgulayıcı dilin buralara sızmasına engel olunuyor. Gençleri anlayalım ile başlayan her cümle, kitle kültürünün onlar üzerinde yarattığı her etkiyi kabullenelim aşamasına dek uzanıyor. Saçmalığın dik âlâsı ve bu ideolojik kuşatılmışlığı yarmak zorundayız. Kadınların, gençlerin ve toplumdaki tüm kesimlerin tapusuna sahipmişçesine hareket edenlerin sözde savunduklarını iddia ettikleri şeye nasıl zarar verdiklerini göstermek zorundayız. Sözümüzü sert ve dikenli eleştirilerimizi sakınarak değil, tam tersine satırlarımızda yer alan o sert dikenli gerçeklerle daha fazla can yakmalıyız. Birileri konvansiyonel medya araçlarını da arkasına alarak gençlere bir kurtuluş vaadinde bulunuyor. Medyadaki tüm bu argümanlara baktığımda bazen Hz. Musa’nın dirildiği hissine kapılıyorum. Birileri sürekli gençlere vaat edilmiş topraklara gitmeyi vaaz ediyor. Peki, ya öyle bir toprak yoksa ne olacak? Ne olacağı açık, sözde yüksek eğitim almış ve kişisel kurtuluşunu her şeyin önünde tutmayı marifet sanmış ve bu bencilliklerini fetişleştirmişler içerisine girdikleri yeni toplumda gerçekleri acı bir biçimde deneyimleyecektir.

Avrupa’ya Türkiye’den yeni bir göç dalgası başlamış durumda. Bunun geçmişe göre daha eğitimli insanları kapsadığı söyleniyor. Doğrudur; yalnız buradaki eğitimi sınıf bilinci sahibi olmakla karıştırmamak gerekiyor. Ülkenin gerçekliğine, geldiğimiz şu aşamaya kadar gözünü kapatmış olanların bir panik haliyle sosyal medya pornografisinin bir paryasına dönüştüğü tartışılmaz. Burada bahsettiğim şeyin kendisi ekonomik daraltmanın yarattığı bir gelecek endişesi değil. Gençler geçim ve gelecek kaygısı yaşamakta sonuna dek haklılar. Burada tartıştığım esas mesele bir salgın gibi lümpen kültürün yayılıyor olması. Sen kurtuldun, peki pasaport dahi çıkaramayacak kadar yoksulluk içerisinde olan gençler ne olacak? Bencil bireyci kapitalist kültür ya da ideoloji adına ne derseniz deyin midenizi bulandırmak zorunda. Yoksa bu acı şerbeti rahatlıkla bir hayat iksiri sanıp mideye zevkle yuvarlayabilirsiniz. Tüm bu çürütücü şeyleri bir kenara bırakırsak. Avrupa’ya göç meselesinde beni en çok rahatsız eden şey geçmişte ve bugün politik nedenlerle göç etmek zorunda olanların sessizliği. Gerçeğin dikenli yüzünü kendimize doğru tutacak olursak, bu politik insanların suskunluğunda üzerimize bir sorumluluk düşüyorsa bu sorumluluğu almalıyız. İçimizde erdem diye görünen ve bu insanları suskunluğa iten düşünceler taşıyorsak bunları derhal temizlemeliyiz. Hiçbir bilgi taşımayan, şuursuz bir kalabalığın cehaleti yaymasından ziyade göçün hiç görünmeyen yüzüne bir söylem alanı açmalıyız. Bu insanların arasında 12 Eylül faşizminden ailesiyle birlikte çocuk yaşta kaçan da var, işkencehanelerden sağ çıkıp inatla mücadeleyi terk etmeyen de. Böylesine derin bir trajediyi hiç yaşanmamış sayamayız. Özellikle çocukluğunda Avrupa’ya giden eğitim hakkından mahrum edilmiş ve derin bir yoksullukla mücadele etmiş olan insanlarımızın deneyimleri önemli birikimler barındırıyor. Tüm bu insanları dinlediğimde, onları konuşmaya ve yazmaya teşvik etmenin önemini daha iyi anlıyorum. Avusturya’daki gazeteci arkadaşım Mehmet Ali Demir anılarını yazıyor. Keşke tüm işini bir kenara bırakıp sadece buna yoğunlaşsa ve onun göç deneyimini bir an önce okuyabilsek.

Belki bu yazıda çok sert olduğum düşünülebilir ama ben tam tersini düşünüyor ve fazlasıyla sert olamadığım için kendime öfkeleniyorum. Ayrıca hâlâ öfkelenebilme kabiliyetine sahip olduğum için kendimi bir açıdan da iyi hissediyorum. Gerçekler binlerce beğeni alan pornografik ve şımarık ‘hadi ben ülkeden ayrıldım, geride kalanlar ne halt ederse etsin’ mesajlarından daha sert ve can yakıcı. Halk Tv’ denen ve adım adım fason CNN’e dönüşen kanalın yorumcularına İrlanda sağlık sisteminin gerçekliğini net bir biçimde sunalım. Taşın büyüğü onlara, doğru bilgi ise değerli okuyucuya…

Adam Terry1 henüz 10 yaşında bir çocuk ve skolyoz denen hastalık yüzünden büyük bir acı çekiyor.2 Doktorlar Terry’nin daha fazla acı çekmemesi için acil bir biçimde ameliyat olması gerektiğini söylüyor ve bu yönde karar veriyorlar. Peki, Adam Terry bu acil duruma rağmen ameliyat olabiliyor mu? Hayır ve 4 yıldır ameliyat olmayı bekliyor. Dünyanın sözde en zengin ülkesinde, İrlandalı bir çocuk 4 koca yıldır hastalığının bezdirici acısıyla annesiyle birlikte büyük bir mücadele veriyor. Hayat sizin şımarıkça pasaport ve uçak bileti şovlarınızdan ve aptalca ön yargılarınızdan daha acımasız ve ağır. İrlanda muhalefeti sadece acımasız piyasa sistemiyle değil aynı zamanda tüm bu saçma sapan refah söylemleriyle de ve kitle kültürünün cehaleti büyütücü etkisiyle de mücadele ediyor. Bütçe tartışmalarına Adam Terry ve onunla birlikte bekleyen 172 çocuk damgasını vurdu. Sosyal Demokrat Partinden, İşçi Partisine kadar insan olarak kalabilen vekillerin hepsi artık açık açık isyan ediyor. Sosyal Demokratlar'dan Róisín Shortall, iki yıldan fazla bir süredir ameliyat olmayı bekleyen altı yaşındaki Rosie'nin ailesi’nin kendisiyle temasa geçtiğini söyledi. Shortall, bekleme listelerindeki çocukların 'korkunç bir işkenceye katlandıklarını' meclis kürsüsünde ifade etti. Çok şey mi yazdım? Öyleyse bu uzun köşe yazısını, acısını tüm benliğimle paylaştığım Adam Terry’nin Başbakan (Taoiseach) Micheál Martin’e gönderdiği ve mecliste okunan mesajıyla kapatalım.

“Taoiseach, ben de senin gibi Cork'luyum. Hikayemi iyi biliyorsun. Lütfen çok ihtiyacım olan tedaviyi ve tedavi sonrası bakımı aldığımdan emin olur musunuz, böylece okula geri dönebilir ve çok özlediğim arkadaşlarımla oynayabilirim? Gerçekten, gerçekten yardımına ihtiyacım var."

10 yaşında bir çocuk İrlanda Başbakanına bu şekilde seslendi. Başbakan’ın ne yanıt verdiğinin ise hiçbir önemi yok. Adam Terry’nin gözlerine bakarsanız nasıl acı çektiğini ve gerçek suçlunun kim olduğunu net bir biçimde görebilirsiniz.

Adam Terry dört yıldır acil skolyoz ameliyatı için bekliyor. Başbakan (Taoiseach), Adam'ın yaşadığı deneyimin 'yeterince iyi olmadığını' söyledi. Fotoğraf: Brian O'Connell

  • 1. ‘People willing 'to give up tax cuts so Adam, 10, can have urgent surgery' https://www.irishexaminer.com/news/arid-40720098.html
  • 2. Skolyoz, omurganın göğüs (thoracic) veya bel (lumbar) bölgelerinde görülebilen, yana doğru eğriliğidir. Tek başına olabileceği gibi, kifoz (arkadan öne doğru anormal bir eğrilik) ile beraber de görülebilir (Kifoskolyoz). Hastalık, kız çocuklarında çok daha sık görülür. Özellikle 30 dereceyi geçen skolyozlar adolesan kızlarda erkeklere oranla on kat fazla görülmektedir. Türkiye'de 2,5 milyon skolyoz hastası mevcuttur (Wikipedia). https://tr.wikipedia.org/wiki/Skolyoz