Geleceğin sosyalist devrimle kurulacağı inancımız ve örgütlü savaşımımız her geçen gün güçleniyor. Nesnel olanaklar devrimci bakışla ve savaşımla toplumsallaşacak.  

Türkiye ittifakına teslimiyet mi halkın iktidarı mı

2023 seçimlerine 126 siyasi partiyle hazırlandı Türkiye. Yüzüncü yıla böyle görkemli (!) girilmeliydi. Hukuksal nedenlerle bunlardan 90’ı dışarda kaldı, 36’sı seçime girme hakkı kazandı. Hesaplar, pazarlıklar, tercihler, ittifaklar, ortak liste kararları ya da teknik nedenlerle 36 siyasi partinin 24’ü 14 Mayıs milletvekili seçimine katılabildi. Adalet ve Kalkınma Partisi 268, Milliyetçi Hareket Partisi 50, Yeniden Refah Partisi 5, Cumhuriyet Halk Partisi 169, İyi Parti 43, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi 61, Türkiye İşçi Partisi 4 milletvekili olmak üzere 7 siyasi parti Meclise girdi. Bu dağılımdaki parçalanmayı zaman gösterecek. 

Ve cumhurbaşkanlığı, adaylığı meşru olmayan Recep Tayyip Erdoğan’da kaldı.  

Bu bilinen niceliksel güncel bilgilere eklenmesi gereken notlardan biri, önceli olan siyasi partiler, ideoloji ve siyasetleri, parti tarihleri saklı olmak üzere 126 siyasi partinin 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında kurulmaları.

Anımsatalım: Darbe ve sonrasının yönetimini üstlenen Milli Güvenlik Konseyinin (1) sayılı Bildirisiyle parlamento ve hükümet feshedilirken, (7) sayılı Bildirisiyle siyasi parti faaliyetleri yasaklandı. Siyasi faaliyet ve adaletsiz seçim hukuku sermaye sınıfının ekonomi politiğinde, gerici ve otoriter 1982 Anayasası ve uyum yasalarıyla yeniden biçimlendirildi. Düzen içi siyaset, seçme hakkı ve seçilme hakkı aynı otoriter ve sınırlayıcı düzenin ürünü.

Siyasi partiler bir yandan kurulup diğer yandan kapanırken veya Anayasa Mahkemesi kararlarıyla kapatılırken yeniden kurulma, birleşme veya parçalanma süreçleri de bir arada yürüdü. Düzen bir yandan uyumlu ve büyük siyasi partileri korudu, bir yandan da birbirinden farkı olmayan siyasi partileri çoğalttı. Aynı siyasetin farklı siyasi partilerle yürütülmesi özgürlüktü, demokrasiyi güçlendirecekti.    

Her türlü ideolojik, siyasal, hukuksal, ekonomik, kültürel ve sosyal saldırılara karşın emekçilerin yanında olan (örneğin Sosyalist Güç Birliği kapsamındaki) siyasi partiler dışında, varlıkları, örgütlenmeleri, faaliyetleri, hukukları, sınırlanmaları, yasakları, kapatılmaları, parçalanmaları gibi birçok unsur 12 Eylül hukuku ve Anayasasının çerçevesi içinde biçimlenen; ideoloji ve siyasetlerini ulusal ve uluslararası kapitalist sistemin etkisi altında sürdüren, dinsele ve etniğe damar yolu açan bir siyasi faaliyet hakkı egemen kılındı. 

Düzen içine odaklanmada, bağımlılıkta, özelleştirmelerde, laikliği yok saymakta, gericilikte, şovenizmi kullanmakta, ilerici ve aydınlanmacı cumhuriyetin yıkımında, insanın insanı sömürmesine bağlı siyasette, emekçileri ve yoksulları uyumlaştırmakta organize davrandılar. Sermaye sınıfının temsilcileri olarak hem iktidarda hem de muhalefette, birlikte düzenin istikrarını korudular. 

Emekçi halkın haklarını, bağımsızlık hedeflerini, yurtseverlik bilincini, aydınlanmacılığı, ilericiliği, devrimciliği ve sınıfsal savaşımı piyasacı ve gerici düzene kalın hatlarla bağlayan bir demokrasi söz konusu. 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinde de yaşanan budur. Sosyalist Güç Birliği İttifakı kapsamındaki siyasi partilerin oyları bu çalma işinin boyutunun görülmesi yönünden okunmalıdır. Oylar sömürücü düzene gitti.  

Uzlaşmaz çelişki birbirinden farkı olmayan siyasi partilerin desteğiyle, dinsel ve etnik bölünmüşlükle uzlaşı siyasetinde buluşturuldu. Burjuva hukuk düzeni hukuksuzluğu da içinde barındırarak bu buluşmanın yapıştırıcısı yapıldı. 

Seçimler emekçilerin ortak aklının sömürenlerin aklına bağımlı duruma getirildiği bir araç olarak kullanıldı. Devrimcilerin karşı devrimciler içinde eritilmek istenmesinde seçimlerin etkisi yine çalıştırıldı. 

Bu bütünlük içinde yalnızca adaletsiz seçim sistemi, siyasi iktidar oyunları, onun yaptıklarını türlü yorum taklalarıyla onaylayan YSK değil, bu düzeni “demokrasi” adı altında meşrulaştıran muhalefet de sorumlu. 

Adaylığı meşru olmayan bir CB adayını merkeze koyan, “adaylığı Anayasaya aykırı ama sandıkta göndeririz” diyen, adaylık onayını YSK’ye havale eden, ağır eleştirilere tabi tutulan YSK’nin yönetim ve denetiminde seçimi kabul eden, tarikat ve cemaatlere göz yuman, laikliğin ayaklar altına alınmasına ortak olan, dincisinden milliyetçisine her türlü akımı kendisine ortak yapan herkes; “sömürücü düzen istikrarı” uğruna emekçilerin haklarını, genel oyunu çaldı ve eşitlik savaşımını engellemeye kalkıştı.  

Hukukun satırları arasında ve seçim sürecinde ortaya çıkan adaletsizlikleri ve hukuksuzlukları öne çıkaran savlar ne kadar haklı olursa olsun bu çürümüşlüğü ve gerçekleri örtemez. Hak/hukuk/adalet söyleminin göz yumulan haksızlıklar, hukuksuzluklar ve adaletsizlikler altında ezilmesine izin verilerek de halk kandırıldı. 

Şimdi yeni tuzaklardan biri 12 Eylül otoriter Anayasanın yerine sivil anayasa önerilmesi. Yeni Meclisin bileşimi bu tuzağa düşecek, 360, gerektiğinde 400 oyu bulacak tabloyu gösteriyor. Daha şimdiden “samimiyet” iltifatlarıyla AKP anayasa önerisinin peşinden gitme yarışına girdiler. Bakan değişikliklerinden olumluluk çıkarmaya kalkışan bir basitlik içinde oyalanıyorlar. AKP ve liderini yıllarca meşrulaştıranlar, sömürücü düzen uğruna Türkiye ittifakı peşindeler.       

Emekçi halkın bireysel, toplumsal ve siyasal yaşamının düzen tuzaklarından kurtarılması şart. Sömürünün ve gericiliğin uzlaşma araçları yerine “halkın iktidarı”, “laiklik”, “bağımsızlık”, “kamuculuk” için örgütlenme, direniş ve savaşım şart.

Geleceğin sosyalist devrimle kurulacağı inancımız ve örgütlü savaşımımız her geçen gün güçleniyor. Nesnel olanaklar devrimci bakışla ve savaşımla toplumsallaşacak.  

Devrim savaşçılarına, “Haziran Direnişi”ne ve direnişçilerine saygıyla…

*Başımın sol yanında, sol yüzümde ve gözümde “zona” nedeniyle Mayıs ayı başından bu yana yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Okurlarımızdan özür diliyorum.