Türkiye siyaseti dini kötüye kullananların, dinselliği sömürücü düzenlerinin tutkalı yapanların tekelinde değil, sermaye sınıfının da tekelinde değil.

Türkiye dinselleşmeye, tarikat ve cemaatlere hapsedilemez

Cumhuriyet, Tanzimatla başlayıp 1908’le devam eden laiklik mücadeleleri üzerine aydınlanmacı ve ilerlemeci kurumlaşmaları yaşama geçirirken kimilerinin deyişiyle “damdan düşer gibi”, “baskıcı” davranmadı; zamana yayılan ilişkileri yeğledi.

1921 Anayasasının 1923 değişikliğinde ve 1924 Anayasasının özgün metninde devletin dininin “Dini İslam” olduğu yazılıydı. Saltanatın kaldırılmasına karşın hilafet bir süre daha korunuyordu. 1924-1925’de hilafetin kaldırılması, Şeriye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılarak Diyanet İşleri Reisliğinin kurulması, Şeriye Mahkemelerinin kaldırılması, medreselerin kapatılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, tarikatların yasaklanması gibi kurumsal ve kuralsal değişikliklerin kararlı uygulamaları görüldü. 1926’da Medeni Kanunla önemli bir laikleşme/laik hukuk adımı atıldı. 1928’de yapılan Anayasa değişikliğiyle devletin dininin “Dini İslam” olduğuna, Meclisin görevleri arasında yer alan “şeriat hükümlerinin uygulanması”na ve dinsel yemine ilişkin kurallar anayasadan çıkarıldı. Laiklik, 1937 yılında Anayasaya girerek anayasal güvence altına alındı ve bugüne kadar da anayasal konumunu koruyor.

Laiklik, 1982 Anayasasında birçok maddede temel ilke olarak yer alırken, Cumhuriyetin laiklik niteliğini koruma amacı güden “inkılâp kanunları” da anayasal koruma altında. Tarikat ve cemaatler zaten meşru değil, açık olmamalı, faaliyet göstermemeli.

Laiklik, siyasette, devlette, hukukta ve toplumsal yaşam tarzında “olmazsa olmaz” temel ilke; tüm hak ve özgürlüklerin güvencesi. Dinsel özgürlüğün güvencesi de laiklik ama Türkiye’de özellikle son on yılda laiklik ile dinsel özgürlüğün çatıştırıldığını, güvence olan laikliğin dinsel özgürlük altına itildiğini, dinsel özgürlük denilenin de bir dinin bir mezhebine, tarikat ve cemaatlere, gericiliğe sıkıştırıldığını görüyoruz. Tarikat ve cemaat örgütlenmelerinde kurumsal, mekânsal, bölgesel elde tutmalara göre paylaşılmış özgürlük alanlarıyla karşı karşıya kalabiliyoruz. Tarikat ve cemaatlerin özgürlüğü yalnız diğer özgürlüklere değil, din özgürlüğüne de basıyor.

Cumhuriyetin aydınlanmacı ve ilerlemeci niteliğinden uzaklaşmalar neredeyse kendisiyle yaşıt. Bir yandan adım adım laikliğe uzanılıyor, diğer yandan yasaklara karşın yaşatılanlara göz yumuluyor, ödünler veriliyor. Verilen her ödünle birlikte laiklikten adım adım uzaklaşılırken, illegal olarak Kuran kursları, tarikat ve cemaatler, legal olarak da dernekler, vakıflar, şirketler, siyasi partiler, ibadethaneler, kurslar, imam hatipler ve Diyanet İşleri Başkanlığı hem siyasal ve toplumsal ilişkilerde, hem hukukta ve devlette, hem eğitimde ve sağlıkta, hem de barınmada ve ekonomik alanda din ile iç içeliğin örgütlü birlikteliğini yaşama geçiriyorlar.

Laiklikle, aydınlanmayla çatışan legal/illegal bir dinsel örgütlenme yaygınlığı söz konusu. Bu siyasal/dinsel/ekonomik örgütlenme ağı din özgürlüğüne sığınıyor ama din özgürlüğünü de çiğniyor. Şeriat isterken, siyasete ve devlete sızarken başka dinlere inananlara, inanmayanlara, hatta kimi mezheplere özgürlüğü yok sayıyorlar, laik inanç sahiplerini dışlıyorlar. Komünizme karşı mücadelenin önemli bileşeni olma işlevleriniyse hiç ihmal etmiyorlar.

Din özgürlüğünden anladıkları, siyasi İslamcı egemenlerin özgürlüğü ve de sınırsız mülkiyet özgürlüğü. Din özgürlüğünden anladıkları, dinsellikle kapitalizmi yoğuran, sömürülenleri de “kul” yaparak içinde eritmeye kalkışan düzen. Din özgürlüğünden anladıkları emeğin sömürülmesini meşru gören, yoksullara zekatla bakan düzen.

“Devleti ele geçirme hatasına düşmeden yaşamın olağan akışı içinde faaliyet sürdürmeli”ymiş tarikat ve cemaatler. Öyle diyorlar. Devletin her yerindeler, kadrolaştılar, kurumları paylaştılar, egemenler zaten… Şeriatı, hilafeti isteyecek kadar hırslılar; yaşamın olağan akışına da çocukluktan başlayıp her anında el atıyorlar; istismarları, tecavüzleri, cin çıkarmaları, skandalları, sona erdirilen yaşamları, yağmayı, rantı, çıkarcılığı olağan gösteriyorlar. Hak ve özgürlük mücadelelerinin önüne setler çekiyorlar; aklı ve düşünceyi dinselin içine hapsediyorlar; siyaseti sermayeyle birlikte yönetip yönlendiriyorlar. Din özgürlüğü diye diye tarikatlar ve cemaatler arasında, mezhepler ve dinler arasında, inananlar ve inanmayanlar arasında kin ve nefret yayıyorlar; halk üzerinde baskı yaratıyorlar; işsizliği, yoksulluğu, pahalılığı olağan gösteriyorlar, emekçilerin sınıf mücadelesini kırıyorlar.

Daha önce de açık olarak söyledik: “Tarikat ve cemaatlerin varlığı ve faaliyetleri suçtur!”. “Laik Cumhuriyet ilkelerini yok sayarak, tarikat ve cemaatlere hukuksuz zemin hazırlayan siyasi iktidar da, hukuksuzluğa karşı gereğini yerine getirmeyerek ‘fiili durum’ yaratmaya katkıda bulunanlar da bu suça ortaktır.” https://haber.sol.org.tr/yazarlar/ali-riza-aydin/tarikat-ve-cemaatler-kapatilacak-177549.

Tarikat ve cemaatler kapatılmalıdır ama konu salt hukukla çözülemez. Hukukta yerleri olmadığı halde fiilen var olmaları da bunu gösteriyor.

Cumhuriyet tarihi de gösterdi; burjuvazinin aydınlanmacılığı, laikliği ihanetin içine doğuyor. Kapitalist düzen ve dinsellik buluşmasında biçimsel/hukuksal önlemler, kapatmalar sorunu çözmeye yetmiyor. Cumhuriyetin ve laikliğin içini boşaltıveriyorlar kendilerince, illegal örgütleri de palazlandırıyorlar elbirliğiyle. Yeter ki dinsellik kapitalizmin/emperyalizmin çıkarına hizmet etsin, sosyalizm mücadelesini kırsın.

Muhalefet de, sahte din özgürlüğüne sıkıştırılan laikliğe kanarak onlara katılıyor, tarafını antilaiklik olarak belirliyor. Seçime, parlamenter rejime sığınıyorlar, helalleşmeyi istiyorlar, laikliğin ödünsüz yaşama geçirilmesi için sözleri, eylemleri yok. Peygamber soyuna kadar giderek, birbirlerinden beslenerek düzenin istikrarı için emek düşmanlığı yapıyorlar.

İstenilen dinsel özgürlük değil, kutsallığı dokunulmaz kılarak dini kurumlaştırma; dini siyasete ve topluma egemen kılarak halkı kuşatma, buyruğa alıp boyun eğdirme, sindirme… İnsanlığın tarihsel ilerlemesinin, aydınlanmasının, hak ve özgürlük mücadelesinin önüne geçen söylem ve uygulamalar sermaye sınıfından bağımsız düşünülemez. Kimse de, dini siyasete, devlete, hukuka, toplumsal yaşam tarzına alet etmedikçe, insanların bireysel olarak inançlarına ya da inanmama özgürlüklerine el atamaz.

Türkiye siyaseti dini kötüye kullananların, dinselliği sömürücü düzenlerinin tutkalı yapanların tekelinde değil, sermaye sınıfının da tekelinde değil. Kapitalizm laikliği istediği kılığa sokuyor, sömürüyü ve gericiliği birlikte üretiyor. Emekçilerin örgütlü mücadelesi, din katkılı olmaksızın, bu düzene karşı olacak. Laiklik sosyalist düzenle anlamını bulacak.

Kapsamlı çalışmalar için bkz:

(i) Laiklik, Dayanışma Meclisi Forum Dergisi, Sayı:1 http://dayanismameclisi.org/wp-content/uploads/2021/06/Dayanisma-Forumu-Haziran-2021-Sayi01.pdf

(ii) Özgür Şen, Türkiye’de Laiklik ve Sol, Yazılama Yayınevi.