Hiçbir dönemde adayın yalnızca adı üzerinde bu denli yoğunlaşılmamış, partilerinden ve ekonomik-sosyal-kültürel politika tercihlerinden bağımsızmış gibi değerlendirilmemişti.

Türkiye Cumhuriyet Tarihinin en kısır seçim süreci

Çıkarılan gürültüye aldanmayalım: Belki de Türkiye Cumhuriyet tarihinin en kimliksiz en kısır seçim sürecini yaşıyoruz. Hiçbir dönemde adayın yalnızca adı üzerinde bu denli yoğunlaşılmamış; partilerinden ve ekonomik-sosyal-kültürel politika tercihlerinden bağımsızmış gibi değerlendirilmemişti.

Seçim öncesinde en çok, ülkeyi yönetmeye aday olanların adlarının, kişisel özelliklerinin konuşulması ve parlatılması doğaldır. Dünyanın her yerinde sistem böyle işler. Ancak seçmenler, onaylarına sunulan adayların, lideri oldukları partilerinin programlarında yazılanları yaşama geçirecek simge kişilikler olarak görür ve ona göre davranır. Bu değerlendirme doğaldır çünkü parti programları, liderin kimliğinde somutlaşır.

Türkiye’de de hep böyle olmuştur. Geçmişteki seçimleri anımsayalım. Meydanlarda, kimileri ipin ucunu kaçırıp Ankara’ya deniz getirmeye falan kalkışsa da fabrika, okul, baraj, işsizliği azaltmak, büyümek-kalkınmak gibi verilen sözlerden geçilmezdi.

Kapitalist dünyada ülke ekonomilerini, sermaye sınıfı yönetir/yönlendirir. Bu yüzden seçim meydanlarında verilen sözlerin çoğu havada kalır. Ancak seçmenin düşünce dünyasında, ekonomiye, kamu yönetimine, kaynakların paylaşımına dair modeller oluşmasına katkı verdiği için, küçük de olsa yararı vardır.

Bu seçimler geçmiştekilerden çok farklı yürütülüyor: Politikadan yalıtılmış bir seçim sürecinde yaşatılıyoruz. Cumhurbaşkanının egemen olduğu varsayılan ve tek adam rejimi olarak adlandırılan sistemi yıkma mücadelesine odaklanmamız isteniyor. Ülkenin yağmalanmasında ve dağılmasında asıl sorumluluğun sermayenin kâr güdüsü olduğu gerçeği unutturuldu. Tek adam rejimini yıkmak ile beşli çeteye tanınan çıkarları sonlandırmak üzerine kurgulanmış bir siyaset eleştirisiyle seçime götürülüyoruz.

Yeni bir “egemen” değil, altılı masanın ortak aklını yaşama geçirmek olan bir Başkan seçmemiz öngörülüyorsa eğer, kimliği üzerinde bu denli yoğunlaşılması doğru değildir. Neden bu denli merak ediyoruz ve neden sadece adayın kimliği üzerinde odaklanmamız isteniyor. Konu o denli çığırından çıktı ki; TBMM’nin üye bileşimi bile gölgede kaldı. Oysa Meclis çoğunluğu kararlı olduğunda Cumhurbaşkanını sınırlandıracak yetkiler kullanabilir.

Sosyalistlere, yurtseverlere, aydınlanmadan yana olanlara yukarıda özetlenen gerçeklere dikkat çekmek, doğru sorular sormak ve doğru yanıtlarını kitlelere etkili biçimde ulaştırmak görevi düşüyor.

Seçime 6 aydan az kaldı. Adayın kim olacağının ötesinde can yakıcı öyle çok derdimiz var ki. Biz onların üzerinde odaklanalım.

Cumhurbaşkanlığınca yıllık ve 3’er yıllık projeksiyonlarla planlar, programlar hazırlanır. Kimileri bütçelerde olduğu gibi yasa gücüne kavuşturulur. Bunlar, devletin resmi belgeleridir. Gösterecekleri adayın seçilmesini bekleyen “muhalefet” partilerinin, iktidar olduklarında bu metinlerde yazılı olanlara karşı ne tür refleks göstereceğini merak etmeliyiz.

Bu belgelerde TCDD’nin kamuda kalmış parçalarının özelleştirilmek üzere hazırlanacağı; EÜAŞ’ın satılacağı; maden sektöründe karmaşık ve uzun izin süreçlerinin basitleştirilerek, özel sektöre daha çok alan açılacağı; yatırımların teşvik edilmesi adına sermayeye bedelsiz milyonlarca m² toprak bağışlanacağı; milli ve manevi değerlerimizi güçlendirerek sağlıklı nesillerin devamının sağlanacağı; nitelikli din hizmeti verdirilmesine daha çok kaynak ayrılacağı, gibi bir dizi sözler veriliyor. Bu konularda neler düşündüklerini sormalıyız.

Kamu varlıklarının peşkeş çekildiği konusunda görüş birliği içinde olduklarını biliyoruz. Ama kimleri sorumlu tutacaklarını, nasıl ve ne yöntemle hesap sormayı düşündüklerini de söylemeliler. Eleştiri düzeyinde mi kalacak? Dönemin bürokratlarını sorumlu sayıp yargıya mı başvuracaklar. Yoksa çalanlardan geri mi alacaklar? Varlık Fonundan herkes yakınıyor. Yağmanın kara kutusu gibi çalışan bir örgüt. Yönetenler, denetçilerini de seçiyor. Örtü altında neler kotarıldığını bilemiyoruz. Bütün bunları hiçbir şeyi gizli tutmaksızın bütün ayrıntısıyla açıklamayı düşünüyorlar mı?

“Tek adam rejimi” sermayenin isteklerini kapitalist ekonominin gerektirdiği hızla yerine getirilmek üzere sermayenin programı olarak hazırlandı ve yaşama geçirildi. Vitrinde görünen tek adamın kişiliği üzerinde sürdürülmeye çalışılan seçim heyecanının peşine kapılıp gitmeyelim.