AKP kendi içinden partiler çıkarıyor, ittifak hesapları hem iktidar tarafında hem muhalefet cephesinde her gün değişiyor. Yeni bir hikaye olmadan umutsuz, çıkışı olmayan bir çaba bu. Çıkışsız olan bu düzen; insanlar değil, biz değiliz. Bir çıkış var.

Türkiye bir yol ayrımında

Türkiye’yi yöneten sınıf topluma anlatacak öyküsünü kaybetti ve Türkiye’de şimdi düzenin bir hikayeye ihtiyacı var. Hedef ve bu hedefe uygun bir şekilde yazılmış bir hikaye olmadan ülke yönetilmiyor. Hızla herkesin kaçmak istediği bir ülkeye dönüşen Türkiye’nin tek sorunu ekonomi değil. İnsanlar burada bir gelecek göremiyorlar, çünkü onlara böyle bir plan anlatılmıyor. Çünkü ülkeyi yönetenlerin elinde böyle bir plan yok. Çünkü toplumun önemlice bir bölümü de bunun farkında. Hem de yapılan tüm hamasete, parçalanan edebiyata rağmen…

AKP’nin ilk yıllarında böylesi bir hedef vardı. Avrupa Birliği’nin parçası olan müslüman ve liberal Türkiye, toplumun önemlice bir kesimi tarafından inandırıcı bulunan bir hikayeydi. Zaten kabul de gördü. AKP’nin toplumsal tabanı esas olarak o dönem genişledi. Aynı dönem kaydedilen ekonomik büyüme de bu hikayeyi destekledi.

Artık pek az insan hatırlıyor ama AKP 2002 seçimlerinde yalnızca yüzde 34 oy almıştı. O oranın hızla artması müslüman liberal Türkiye hikayesinin toplum tarafından kabulünü gösteriyordu.

2008 yılında yaşanan büyük ekonomik kriz ve liberal hikayelerin tüm dünyada paramparça oluşundan Türkiye de nasibini aldı ve liberal müslüman öykü hızla çöktü. Hemen her yerde küreselleşmeci, neoliberal hikayeler bir çıkmaza girdi ve 2002’den 2008’e kadar her açıdan iyi kullanılan Avrupa rüyasının nefesi tükendi. AB üyesi liberal müslümanlıktan, bölgesel iddiaları olan yeni Osmanlı’ya geçişin hazırlıkları da o sırada başladı.

Büyük ülkenin zengin vatandaşları masalı işte o zaman ortaya çıktı. Dış politikada atak ve sözü geçen Türkiye’nin yurttaşları da dünyada örnekleri görüldüğü gibi ülkeye akan refahtan faydalanacaktı. Ama o refah bir türlü gelmedi.

Hikayeyi yazan ve oynayanlar için pek risk yoktu. Büyüdükçe risk iştahı, yeni yatırım alanı ve pazar ihtiyacı artan Türkiye sermaye sınıfı bu maceradan kazandığını cebe atacak, çuvalladığında ise maliyetini halka ödetecekti.

Tam da öyle oldu. Türkiye son on yılda hep kaybetmedi, ama bir şeyler kazandıysa da bunlar hep patronların hanesine yazıldı. Bu durum tüm ekonomik göstergelere yansıdı. Patronların kârları ve servetleri artarken, yoksulluk ve işsizlik yükselişe, aynı şekilde malum hikaye de inişe geçti.

Toplum tarafından kabul görmeyen bir hikayenin patronlar için de bir anlamı yok. Çünkü o hikaye patronlar kazanmaya devam ederken düzen sürsün, insanlar patronlar için çalışsın, fazla sorun çıkarmadan onlara para kazandırmaya devam etsin diye anlatılıyor. Yoksullaşırken, aç kalırken, sefaleti yaşarken dahi ufak da olsa bu düzene dair bir umudu kalsın diye o hikayeler icat ediliyor.

Şimdi anlatılan öykü bir kez daha tükendi. AKP ne kadar uğraşsa da aynı hikaye aynı şekilde anlatılamayacak durumda. Hamaset, edebiyat, her milli bayramda geçmişe dönük yeniden yazılan tarih masalları bir yere kadar… Günübirlik ekonomik manevralar, uçurulan balonlar, açılan paketlerin de etkisi sınırlı.

Dolayısıyla Türkiye bir yol ayrımına geldi. Bu ülkede düzen ya yeni bir hikaye yazacak ya da uzun zamandır ortalarda dolanan hikayeyi farklı bir içerikle canlandıracak.

İşte tam bu noktada Türkiye sermaye sınıfının kendi iç meselelerini halletmesi gerekiyor. Türkiye 2002 dönemecine girerken, 90’larda yaşanan uzun krizi bir yeniden yapılanmayla geride bırakmıştı. Üstelik aynı dönemde Türkiye’de artık tekrarı mümkün olmayan bir demografik değişim yaşanmış, kırdan kente yaşanan göç ve hızlı kentleşmenin yarattığı olanakları sermaye 2000’li yıllarda hem ucuz işgücü hem de genişleyen bir pazar olarak kullanmıştı. 2000’li yıllardaki yeniden yapılanmada değersizleşen sermaye el değiştirmiş, bazı gruplar ise tarihe karışmıştı. Ancak 80’lerin birikim modelinden de vazgeçilmemişti. Tersine, 2000’lerde bu model daha da ileri götürülecekti.

Örneğin, sonra herkesin şikayet edeceği inşaatçılar aslında Türkiye’ye 80’lerden mirastı. Üstelik inşaat sektörü, enerji, yapı malzemeleri gibi alanlarla doğrudan bağlantılıydı, bu gruplar farklı sermaye çevreleriyle kolayca ayrılamayacak bir şekilde iç içe geçmişti ve bir dönemi yalnızca inşaat sermayesi vesilesiyle okumak ciddi sorunlar oluşturuyordu. Yine, ihracat için yapılan üretimin dışarıdan temin edilen mallara bağımlılığı da daha 80’lerde artmaya başlamıştı.

Türkiye AKP yıllarında yeni büyüyen patronlarla da tanıştı. Ancak hem bu gruplar var olan birikim modelinin bir sonucu olarak ortaya çıkıyordu, hem de bu modele yön veren geleneksel sermaye gruplarının tahakkümü değişmiyordu.

Şimdi Türkiye sermayesi tam bu noktada sıkışmış durumda. ’80’lerin bakiyesi hem ekonomik hem siyasi olarak tükendi. 12 Eylül ve Özal’la başlayan ekonomik model artık ömrünü doldurdu. Yine 12 Eylül ve Özal’la başlayan siyasi hikayenin iki ayrı versiyonu ise Erdoğan’ın iki farklı döneminde, AB üyeliği ve Yeni Osmanlı olarak yeniden üretildi ve her ikisi de bitti.

Bugün başka bir öykü için Türkiye sermaye sınıfının kapsamlı bir yeniden yapılanmaya ihtiyacı var. Birikim modelinde değişikliklere, bazı grupların tasfiyesine, yeni birleşme ve el değiştirmelere, farklı grupların yükselişine ve elbette tüm bunlar için uluslararası sermayenin her açıdan desteğine…

Türkiye kapitalizmi kendi iç sorunları, bu işi yapabilecek bir siyasi öznenin bulunamayışı, uluslararası sermayeden yeterince destek alınamayışı ve dış koşulların uygun olmayışı gibi nedenlerle bunu erteleyebilir elbette. Erteliyor da zaten. Erteledikçe de bir şekilde hem ekonomik hem de siyasi açıdan eski hikayelere bugünkü gibi tutunmaya çalışıyor. Erteleme siyasi alanda bir sıkışma ve kilitlenme de yaratıyor. Örneğin AKP’nin hizipleri arasındaki çatışma büyürken, AKP kendi içinden partiler çıkarıyor, ittifak hesapları hem iktidar tarafında hem muhalefet cephesinde her gün değişiyor. Yeni bir hikaye olmadan umutsuz, çıkışı olmayan bir çaba bu. Yeni bir hikaye yaratmak ise her açıdan zor.

Eskisine de tutunsa, yeni bir hikaye de inşa etmeye çalışsa, Türkiye’de düzenin oldukça zorlanacağı bir döneme girmesi ise meselenin en ilginç kısmı. Çıkışsız olan bu düzen; insanlar değil, biz değiliz. Bir çıkış var.