Erdoğan’ın Miçotakis’ten farkı Türkiye burjuvazisine 'ben sizi büyük oyuncu yapacağım' deyişindeki dürüstlük olabilir. Ama heves aynı heves: Emperyalist dünyada kendine üst sıralardan yer beğenmek.

Türkiye barış getirebilir mi?

Erdoğan Yunanistan’ı tehdit etti. Türkiye adına…

Bunu Sırbistan’dan yapıyor olmasının bir önemi var. Erdoğan Yunanistan’ı tehdit ederken Balkanlara barış getirmekten de bahsediyor. Türkiye Balkanların en büyük oyuncusu değil ama Türkiye’nin varlığı bir otoyol anlaşması ve havalimanından fazlasına sahip.

Nasıl bir varlık?

Alman vakıflarının Türkiye’deki işlevi neyse Türk vakıflarının Batı Balkanlardaki işlevi de aynı. Alman vakıfları Alman emperyalizminin Türkiye’deki onlarca yıllık yatırımının “kültürel” karşılığı olabiliyorsa Türkiye’nin TİKA’sı, Yunus Emre Enstitüsü’sü ve camiileri neden Balkan duygudaşlığının elçileri olmasın? Hem koskoca bir Osmanlı geçmişi varken…

Osmanlı’yı ve Erdoğan’ın neden Türkiye adına konuştuğunu sona bırakıp şu duygudaşlığın ne amaçladığına, arka planına daha yakından bakalım.

Öncelikle duygudaşlığın altı boş değil. Balkanlar mafyanın sürgün ve tatil yeri olmaktan öte. Şişecam, Koç, Doğuş, Limak ve birçok irili ufaklı sermayedarın binlerce işçilik yatırımı, arazisi, rantiyesi söz konusu. 

Ama asıl mesele Balkanlar ve Doğu Akdeniz’in Ukrayna savaşı sonrası üstlendiği işlevle ilgili.

Ukrayna savaşı Türkiye için ilginç ama fazla da uzun sürmeyecek bir geçiş alanı yarattı. Bu alanın Erdoğan tarafından tepe tepe kullanıldığının farkındayız. Ama bu alan Erdoğan’ı da aşıyor.

Balkanlar ve Doğu Akdeniz (ABD’nin Yunanistan’daki artan varlığını ve Kıbrıs’ı da dahil edersek) kocaman bir üsse dönüştü. ABD, Rusya ve İran’a karşı Afrika’dan Karadeniz’e uzanan oldukça esnek bir harekat merkezi yaratmış durumda. Bu esneklik ABD’nin şu an tercih ettiği üzere dengeleri kontrol etmesini sağlamıyor sadece. Bir büyük savaşta elini kuvvetlendirecek yatırım alanları olarak da görülüyor.

Burada Yunanistan ile Türkiye’nin Balkanlardan Arap coğrafyasına uzanan bir bölge boyunca yer altı kaynaklarından ikili ittifaklara kadar pek çok başlıkta rekabete tutuştuğu ortada. Ama bu rekabet ABD’ye yaranma, ABD çatısında daha büyük bir role sahip olma çekişmesinden ibaret değil. Ukrayna ile açılan geçiş alanında iki ülkenin konumlanışıyla da ilgili.

Büyük güçler arası rekabetin kızışmasının ama kapsamlı bir savaşa evrilemeyişinin yarattığı olağanüstü stres orta oyuncuları geçici ama etkisi de olağanüstü olabilecek bir ağırlık merkezine dönüştürdü. Geçici çünkü ABD ile Rusya arasında gerçekleşecek bir sessiz anlaşma orta oyuncunun bugünkü hamle serbestisinin bitmesi demek. Ve üstelik başta Alman burjuvazisi olmak üzere Avrupalı sermayedarların gösterdiği bu düşük profilin nereye bağlanacağı sorusu bir zaman sonra yanıtlanması gerekecek.

Türkiye bu geçici ama “bir koyup üç alınabilecek” dönemi değerlendirmek konusunda daha farklı bir konuma ve avantaja sahip. Görünüşteki bağımsızlığı, bu avantajı suyunu çıkarana kadar kullanmakla ilgili. Türkiye bu açıdan Yunanistan’ın bir büyük ABD üssüne dönüşmesinde olduğundan daha farklı bir planla ilerliyor.

Halbuki farklar bir yerden sonra önemsizleşiyor. Çünkü heves aynı heves. Jeopolitiği bir kenara bırakırsak orta oyuncunun hevesi orta oyuncuya denk. Erdoğan’ın Miçotakis’ten farkı Türkiye burjuvazisine “ben sizi büyük oyuncu yapacağım” deyişindeki dürüstlük olabilir. Ama heves aynı heves: Emperyalist dünyada kendine üst sıralardan yer beğenmek. 

Kafanın geçtiği yerden gövdenin de geçeceğini düşünüyorlar. Kopartılan gürültü tamamen bununla ilgili. Erdoğan Türkiye adına konuşacak Yunan görevdaşı Yunanistan adına, Türk ve Yunan halkı Türk ve Yunan patronları için birbirine girecek…

Ve şimdi Yunanistan’ı Lozan’a uymamakla suçlayan da “Bizi Lozan’a hapsetmek istiyorlar” diyen de aynı Erdoğan.

Peki Erdoğan’ın bahsettiği Türkiye kimin Türkiyesi, o “biz” kim oluyor acaba?

Erdoğan Türkiye adına konuşmayı seviyor. O Türkiye bazen “büyük Türkiye” bazen “Türkiye gemisi” oluyor. “Büyük Türkiye”nin sınırlarının nereden geçtiğini bilemiyoruz. Ama Erdoğan’ın gemisinin kimlerden oluştuğunu, Lozan’da kimin hapis kaldığını kimin kurtarıldığını iyi biliyoruz.

Lozan barışı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun habercisiydi. Her devrim gibi Türk devrimi de savaş ve barış rüzgarı içerisinde şekillenmişti. Türkiye’de barışın tesis edilmesi bölgede savaşın son bulmasına bağlıydı. Ama savaşın son bulması da Türkiye’nin barışının nasıl gerçekleştirileceğine bağlıydı.

Savaş-barış-devrim üçgeninin her bileşeni bir diğerine güç verebilirdi. Cephedeki başarı Anadolu’daki genç iktidarın meşruiyet kaynağıydı. Meşruiyet arttıkça Türkiye’nin barışında kimlerin barıştırılacağı kimlerin dışarıda bırakılacağı açıklık kazandı. Bu da devrime güç verdi. Genç iktidarın aldığı mesafe Türkiye’nin bölgeye barış getirmesini de mümkün kılmıştı. 

Lozan, Kurtuluş Savaşı’nın başarısı ve Türkiye halkının kurtuluşuydu. Ama bu kurtuluş Türkiye halkının iç düşmanlarından da kurtuluşu demekti. Saltanat ve hilafetten kurtulan halk Osmanoğullarının düzeninden de kurtulmuştu. Böylece Anadolu’daki genç iktidar Türkiye adına konuşma meşruiyetini de eline geçirdi.

Ama Türkiye gemisinin patronlarının Lozan’ı içlerine sindirmeleri mümkün olabilir miydi?

Yurtta barış cihanda barış bölgede barış… Para yoksa neye yarardı her yerde barış. Nitekim fazla uzun sürmedi barış.

Barışın içerisinde serpilen Türkiye Cumhuriyeti savaşa ihtiyaç duyan bir Türkiye’ye dönüştürüldü. Savaşa ihtiyaç duyan Türkiye’nin teorisyeni Davutoğlu, başkanı ise Erdoğan’dı. Ukrayna dönemeci, savaşa ihtiyaç duyan Türkiye’nin savaş olmadan büyüyemeyecek bir Türkiye’ye dönüşmesine hem neden oldu hem de olanak sağladı.

Yani Türkiye tam da Türkiye burjuvazisinin ihtirasları ve emperyal hevesleri nedeniyle barış getirebilmesi mümkün olmayan bir ülkeye dönüştürülmüş oldu. Tahıl koridoru, Suriye yoklamaları, barış elçiliği… Bunlar savaşın son bulması durumunda ekstra kârdan mahrum kalacak bir Türkiye için reklam kampanyasından başka bir şey değil. 

Osmanlı bunun kılıfı. Bir imparatorluk olduğu için de en güzel kılıfı. Ecdadımız diyorlar… Ecdadını tek hatırlayan bizim savaş sevdalıları değil!

Lozan barışı işte bu kılıfa sığmadığı için Türkiye’nin zayıf noktası olarak görülüyor.

Ama o Türkiye patronların anladığı Türkiye. Demek ki Erdoğan’ın “biz”inde, Erdoğan’ın “Türkiye”sinde barış arayanlar yok. Dünyada barış yoksa, yurtta da yok. Emperyalizm varsa barış yok.

Türkiye’yi barış getirene dönüştürebilmenin ve Türkiye’ye barış getirebilmenin tek bir yolu var: Barışın gerçek düşmanlarından kurtulmak.

Yurtta ve dünyada…