Faşist Trump, ABD’de 'anayasal bir darbe' tasarlamaktadır. İktidarını kalıcı kılmayı, rejimi de faşizme dönüştürmeyi hedefliyor.
Başlıktaki olasılık geçen yıl akla gelemezdi. Bugünlerde güncelleşti; çok sayıda Amerikalı endişe etmeye başladı...
Belirtileri, kanıtları gözden geçirerek başlayalım.
'Seçimlerde hile yapılacak'
3 Kasım seçimine ilişkin kamuoyu anketleri, Trump’ı hep geride gösterdi; hâlâ da Biden’ın 7 puan gerisinde seyretmektedir.
Yenilgiyi kabul etmeyebileceği işaretlerini Trump, Temmuz’da vermeye başladı: “Yabancıların bastığı milyonlarca, sahte posta oyu yollanacak; hileli seçim sonuçları kabul edilemez…” Bu söylemi sürdürdü; 29 Eylül’de Biden’la yaptığı ilk TV tartışmasında da tekrar etti.
Korona salgını, Kasım seçimlerinde posta oyu kullanımını yaygınlaştıracaktır. Seçim konjonktürünün arifesinde Trump, ABD Posta İdaresi’nin başına Louis DeJoy’u atadı. Önceki seçimlerde Trump’a yüklü bağış yapan bu iş adamı, göreve geldikten hemen sonra Posta İdaresi’nde geniş çaplı tasarruf önlemleri başlattı; çok sayıda şubeyi kapattı; personele yol verdi. Niçin? Seçimlerde ABD Posta İdaresi felce uğrarsa sonuçlar tartışmalı hale geleceği için mi?
Başka yöntemlerden de söz ediliyor. Gazeteci Greg Palast, 2016 Başkanlık seçiminin Trump tarafından “çalındığını” hesaplamış; kanıtlamıştı. Cumhuriyetçi Parti yönetimindeki kritik eyaletlerde seçmen listelerinde sistematik ayıklamalar sonunda… Aynı yöntemin bu seçimde de tekrarlanmakta olduğunu, yazılarında ve Trump 2020’yi Nasıl Çaldı? başlıklı kitabında ayrıntılarla açıklıyor.
'ABD demokrasisi' dersleri…
3 Kasım’ın hemen sonrasında medya, kritik sonuçları öğrenip “Biden kazandı…” haberini verse bile seçim sonuçları kesinleşmiş değildir. Başkanlık seçimleri iki derecelidir. Kesin sonuç için üç aşama gerekir. Öğrendiklerimi aktarayım.
İlk aşama 14 Aralık’ta tamamlanacaktır. Bu tarihte seçim sonuçları belirlenmiş olacak; her eyalette seçilen ikinci seçmenler (“electoral college” yani “seçmenler kurulu”) listesi eyalet başkentlerinde toplanıp görevi üstlenecektir. Seçmenler Kurulu, o eyalette en çok oy alan adaya göre belirlenir; “blok olarak Biden veya Trump’a oy verecek” üyelerden oluşur.
İkinci aşama tüm eyaletlerin sonuçları kesinleştikten sonra Washington’da 6 Ocak’ta tamamlanır: Eyaletlerin ikinci seçmenlerinden oluşan ABD Seçmenler Kurulu’nda oylama yapılacaktır. En az 270 oy alan adayın başkanlığı kesinleşecektir.
Üçüncü aşama, Başkanlık görevinin devralınacağı veya yeniden başlayacağı 20 Ocak 2021’de tamamlanacaktır. Trump seçimleri yitirse dahi görevini o tarihe kadar sürdürecektir.
Bu üç buçuk aylık aşamalı süreç, “anayasal bir darbe” yapmaya gerçekten niyetlenirse Trump’a çeşitli olanaklar sunuyor.
Trump’ın “kötü niyetleri”, eyalet seçim sonuçlarının ilk aşamada (14 Aralık’ta) tamamlanmasını geciktirebilir. İlk sonuçları eyalet yönetimleri (Vali ve/veya Eyalet Meclisi) belirleyecektir. Bazı kritik eyaletlerde Vali’nin Demokrat, Eyalet Meclisi çoğunluğunun Cumhuriyetçi olduğu anlaşılıyor.
Trump, “hileler, usulsüzlükler, posta oylarında gecikmeler” iddiaları ile kritik eyaletlerde sonuçlara itiraz edeceğini şimdiden açıklamıştır. O düzeydeki itirazlar, önce Eyalet’in sonra ABD’nin Yüksek Mahkemesi’nde sonuçlanır. 2000 seçiminde Florida’daki seçim sonuçlarına Demokrat aday Al Gore’un itirazı, ABD Yüksek Mahkemesi’ne kadar gitmiş; George W. Bush’un başkanlığı böylece kesinleşmişti.
ABD Yüksek Mahkemesi’nin bileşimi bu nedenle önem taşıyor. Mahkeme’nin liberal eğilimli üyesi Ruth Bader Ginsburg 18 Eylül’de öldü; Trump, aşırı tutucu, sağcı kimliğiyle bilinen bir yargıcı (Amy Connet Barrett’i) hızla yeni üye olarak önerdi. Senato atamayı onaylarsa sağ eğilimli yargıçların ağırlığı daha da (6’ya 3) artacaktır.
6 Ocak’ta Washington’da ABD Seçmenler Kurulu toplantısına, bazı eyaletler katılamayabilir. İtirazlar Yüksek Mahkeme’de sonuçlanmamış; hatta bazı eyalet seçimleri geçersiz kılınmış olabilir. 6 Ocak toplantısında hiçbir aday 270 oy alamazsa kesin sonuç ABD Temsilciler Meclisi’nde belirlenir. Meclis’in başkanı Demokrat Nancy Pelosi’dir; ama bu olağan-dışı oturumun “usul kuralları” karmaşıktır ve toplantıyı ABD Başkan Yardımcısı Pence yönetecektir.
Bu oylamada da sonuç alınamıyorsa 20 Ocak 2021’de Başkanlık kesinleşmemiş olacaktır. ABD Anayasası bu durumu da öngörmüştür: Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi, geçici başkan olarak görevi üstlenecektir.
Ne var ki, o tarihte Trump, hâlâ Beyaz Saray’dadır; seçimin galibi olduğunda ısrar etmekteyse ne olur?
Trump görevi devretmezse ne olur?
Yukarıdaki soru, “ABD’de faşizme geçiş tamamlanacak mı?” anlamına da gelir. Trump, seçim sonuçlarını tıkayacak yasal yöntemleri tasarlamış gibidir. “Seçim sonuçlarını tanımayacak mısınız?” sorusunu, 29 Eylül’de dahi “sonuçlar Yüksek Mahkeme’de belirlenecek” diye yanıtladı.
Anayasal tıkanma söz konusu olduğunda, fiili durumu faşist milisleri kullanarak denetleyebilir. Hatırlatalım: Yaz aylarında polis cinayetlerine karşı patlak veren ırkçılık karşıtı kalkışmalar, bazı kentlere silahlı, üniformasız federal güçler, yer yer Ulusal Muhafızlar yollanarak yanıtlandı. Trump’ın kışkırttığı, faşist güruhlar kan döktü. “Yargısız infazlar” gerçekleşti.
Ronald Reagan’ın Başsavcısı Charles Fried dahi, tarihsel benzetme yaparak bu olguları, “kahverengi üniformalı paramiliter güçler kullanılarak faşist bir iktidara geçiş” olarak değerlendirdi (The Nation, 7 Eylül 2020).
Bu durum nasıl önlenebilir? İki seçenek öneriliyor: Ya müdahale ile ya da sokaklarda…
İki emekli subay (John Nagl ve Paul Yinging), tahmin edileceği gibi “müdahale” seçeneğini yeğliyorlar ve ABD Genel Kurmay Başkanı General Milley’e bir açık mektup yolluyorlar: “Donald Trump, seçimleri yitirmesine rağmen anayasal döneminin son bulduğu tarihte görevini terk etmezse, ABD silahlı kuvvetleri güç kullanarak onu görevden uzaklaştırmalıdır ve bu emri siz vermelisiniz.” (Defense One, 11 Ağustos 2020)
“Sokaklarda…” yanıtını ise, düzen karşıtı, sosyalist, (Antifa gibi) anarşist eğilimli çevreler savunacaktır. Bir örnek, Paul Street’in 18 Eylül’de CounterPunch dergisinde yayımlanan yazısıdır: “Faşist Trump rejimine sadece seçim yoluyla son verilemez”…
Street’in yazısı, Trump’ın “faşist” kimliğini vurgulayan, yukarıda değindiğim örnekleri sıralayarak başlıyor. Sonrasından aktarmalar yapalım:
“Donald Trump’ın ve destekçilerinin faşist olmadıklarını ileri sürmek artık çılgınlıktır. Demokrat Parti’ye göre en uygun tepki, ‘oy vermek’tir. Demokratlar, seçimin ötesinde faşizme karşı mücadele edecek anlayıştan ahlaken ve kurumsal olarak yoksundurlar.”
“Seçim gecesi ve sonrasında beklenen korkunç gelişmelere karşı en etkili seçenek, önce binleri, sonra milyonları erkenden sokaklara dökmek ve ırkçı, faşist Trump rejiminin görevden alınması için egemen sınıfı zorlamaktır.”
Street, ABD sermayesinin Trump-karşıtı kanadından (Demokrat Parti’den) umudunu kesmiştir. Ama, sokakları işgal eden düzen karşıtı milyonların, “bütünüyle egemen sınıfı zorlayabileceği” beklentisindedir.
“Milyonlar”, hele hele örgütlü ve programlı olarak, gerçekten sokağa dökülürse sonuç ne olur? Öngörmek güçtür.
Faşist iktidarların faşist rejimlere dönüşmesi…
Faşist Trump, ABD’de “anayasal bir darbe” tasarlamaktadır. İktidarını kalıcı kılmayı, rejimi de faşizme dönüştürmeyi hedefliyor. Büyük sermaye önlemeyi kararlaştırırsa Cumhuriyetçi Parti kodamanlarını caydırabilir; faşizme geçiş yarım kalır.
Salt ABD’ye özgü bir tehditten söz etmiyoruz. Sermayenin tahakkümüne karşı halk sınıflarının muhalefeti, geleneksel sol tarafından sahiplenilmedi; yaygın bir coğrafyada faşistler iktidara geldi.
Faşist iktidarlar kalıcı olursa siyasal rejimi, giderek toplumlarını da faşizme dönüştürebilirler. Bu sağlamak için, seçim yoluyla iktidardan uzaklaşmayı önlemeleri gerekir. Tarihsel faşizm, bu yöntemleri bulmuştu; Trump gibi bugün iktidarda olan faşistler, bunları yeniden keşfediyor; ülke koşullarına göre uygulayabiliyor.
Bu dönüşüme (ABD’de Demokrat Parti’nin yaptığı gibi) “yıpranır, seçimi kaybeder, gider” beklentisi ile karşı çıkılamaz. Faşizme geçiş aşaması, ancak ve ancak direnerek, sokaklara taşan aktif mücadele ile önlenebilir.
Trump’ın marifetleri ve uzantıları Türkiye için de dersler içeriyor.